Bir aralık kuzey yönünde kimsenin olmadığını fark etti. Aklına koyduğu planını gerçekleştirmek üzere tüm cesaretini topladı. Koşarken takılmasın diye ayağındaki takunyaları eline aldı. Çitleri aşıncaya kadar durmaksızın olan gücüyle koştu. Sınırın ötesine geçtiğinde avazı çıktığı kadar bağırdı. ‘İmdat kurtarın beni’
Rüyasından henüz uyanmıştı. Bir kaç dakika yerinden kalkmadan parmaklarıyla gözlerini ovuşturdu. Oymalı gonklu duvar saatinin çınlayan sesiyle kendine geldi. Hava kararmak üzereydi. Kitap okuduğu sırada balkona sırtı dönük halde duran,cilası sönmüş, kenarları işlemeli koyu kahverengi sallanan sandalyesinde uyuyakalmıştı. Son günlerde değişik şekillerde de olsa hep firar rüyaları görüyordu. İzlediği bir filmin etkisi olduğunu düşünüyordu.
Elinde açık kalan kitabın ayracını kaldığı sayfaya yerleştirdekten sonra sallanan sandalyenin minderini düzeltti, kitabı rafa koydu ve mutfağa yöneldi. Birazdan Niyazi Bey gelecek, açlıktan dem vuracaktı. Öğlen vakti boşluğunda yoğurup pişmeye hazır hale getirdiği köfteleri dolaptan çıkardı, jelatinini sıyırdı patateslerle süsledikten sonra fırına sürdü. Gökkuşağı radyosundan eskimiş müzikler yankılanıyordu. Yine de salata için marul yapraklarını yıkarken Emel Sayın’ın ona eşlik etmesi kendini yalnız hissettirmiyordu. Neriman Hanım, nazik ellerine hiçte yakışmayan bıçağı bir ileri bir geri salatalık üzerinde talim ederken bileklerinde sıralanan bileziklerin şıkırtısını duymuyor, bir yandan da mırıldanıyordu ‘ah bu şarkıların gözü kör olsun’.
Asansörün çağrıldığını evin içine kadar gelen halat gıcırtılarından kestirebiliyordu. Salata çoktan hazır, bir limonu eksikti. Maydonozlu cacığı çırparken sanki anahtar kalbinde çevriliyordu. ‘çıt’ sesininardından Niyazi Bey’in sesi geldi.
-Ben geldim. Kimse yok mu?
-Mutfaktayım Niyazi. Hoşgeldin.
Gece yarısını yarıp karanlığın içinden sivrilen bir yarasa gibi ışıkları sönük salonun mutfağa açılan kapısından içeri girdi. Niyazi Bey, sivri kulakları olan, burnu yüzünün ortasında dalında gök patlıcan gibi pembe, zayıf çehresinin yanaklarına yakın kısmında ağaç kovuğu gibi oyulan avurtları olan, esmerin koyusuna yakın teni ve şekil almayan gür saçları vardı. Konuştuğunda haber sunan radyo spikerini andırırdı ses tonu. Açık mavi bir gömlek giymişse akşam, gölgesinde yürürken görseniz, ayın yirmisinde yorgun ve ürkek adımlar atan tipik bir memur olduğunu kestirmeniz uzun sürmezdi. Otuz birinci yaşını yeni devirmiş, henüz cennet yaşına bir adım kala cenneti düşünemeyecek kadar meşgul düşüncelerle, yolu muğlak bir yolcunun gündelik hanına dönüşü gibiydi her akşamı.
-Köfteler tam ayarında heralde. Afrika köylüleri kadar açım. Akşama kadar toprak yedim. Allah’tan solucanlar varda etsiz yemek yedirmiyor Mevlam çok şükür.
-Niyazi üstünü değiş istersen. Giderken şu salatayı da götürüver bi zahmet.
-Senin de bu latifelerine hayranım Neriman. Ne nüktesi bol kadınsın, iyi ki almışım seni.
-Üf, tamam ben götürürüm. Hadi git elini ayağını yıka.
Neriman Hanım güldüğünde içinden gülerdi. En komik fıkrayı da anlatsanız tebessümünde dişlerini saymakta zorlanırdınız. Ancak bu onu daha uyumlu gösteriyordu. Boyundan aşağı sade elbiseler giyen, bir ifadeyi minimum sözcüklerle anlatma tutkusundan vaktin çoğunda ağzı kapalı, kulakları bir radyo anteninin alıcısı gibi sürekli online dalgalar yakalayan, duru bir kadındı. Atmosferi çok az değişirdi, babası ölse gözündeki damlalar dışında halinden anlayamazdınız üzüntüsünü. Sürekli birşeyler söylemek istermiş gibi bakan gözlerinde hangi kuşun yuva yaptığını görebilmek için bazen el çırpıp kuşları uçurmak gerekirdi. Hoş ki, Niyazi Bey de bunu çok iyi biliyor, alerji testinde vurulan şırıngalar gibi Neriman Hanım birinden birine tepki verene dek analizini sıkılmadan sürdürebiliyordu.
-Dikkat et sıcaktır tepsi. Gerçi buzların erir iyi olur ama yinede benden koca tavsiyesi risk alma, eldiven kullan.
-Anan seni kız doğuracakmışta bilememiş. Tavsiye vereceğine kepçeyi ver ikinci çekmeceden.
-Al bakalım sana kepçe. Kepçe alana kevgirimiz bedava. Pilavlarınızı özenle karıştırın.
-Hadi bakalım doğru sofraya. Ellerini yıkadın değil mi?
-Yıkadım büyükanne. Eşofmanlarımı bile giydim. Uslu çocuğum ben.
Evliliklerinin dördüncü yılı dolmasına rağmen çocukları olmamıştı henüz. Neriman Hanım’ın bakıcı formuna girme fobisiyle Niyazi Bey’in ilgi ve enerji yorgunu haline dönüşeceği fikri şimdilik mutabık oldukları ender konu başlıklarındandı. İkisi de hala genç görünüyordu. Salonun içinde duvara gömme rafların birinden sarkan dantelaların üstünde, ortalama bir aile tablosunun içini dolduran zoraki bir gülümseme ve nasip buymuş diyen ellerin sarıldığı bir resim çerçevesi vardı. Halk arasında ‘tabut’ diye bilinen yeşil kaplamalı koltuk takımı ve turuncu halıfleksiyle evin salon kısmı görücü evi gibiydi.
-Nasıl geçti günün şekerim?
-Sultan’la çamaşır yıkadık. Düriye sağolsun senin gömlekleri elden geçirdi. Kerim de olmasa kızlarla başbaşaydık diyeceğim.
-Seni yalnız bırakmıyoruz işte. Ne düşünceli kocan var değil mi?
-Niyazi patlıyorum akşama kadar. Yarın ablamlara gitmek istiyorum.
-Peki, biz de iş çıkışı şefle yeni açılan galeriyegidecektik. Aradan çıkartayım madem yoksun.
-İşin gücün araba peşinde koşmak. Araba bakacağına kiralık ev baksan diyorum. Kısıldık kaldık buraya.
- Neden, ne güzel evimiz işte. Yağmur almıyor su almıyor. Güney Afrika’da insanlar teneke evlerde yaşıyorlar. Bizimkisi onların yanında balmumu katkılı beyaz muşambadan. Suhri’yi uzatırmısın güzelim.
-Seninle de ciddi birşey konuşulmuyor.
Sıkı bir pazarlık sonrası gerçekleşmişti evlilikleri. Niyazi Bey kanaatkar, bir parça da savurgan biriydi. Ancak ne yapmış etmiş Neriman Hanımın kanına girip üç sandık bir bohçayla razı etmişti eve gelin götürmeye. Çoğu konuda alttan alıyor olması ikisini karşı karşıya getirmekten alıkoyuyordu hep. Mizacı gereği gönlü pamuktan döşek olsa da bazen şeytanı dürtüklüyor, Neriman Hanım’ı kış köşesinden yaz köşesine adımlar atmaya zorluyordu. Her seferinde kalelerin sıkıştırdığı bir şah gibi oyundan düşüyor, gün boyunca Niyazi Bey evde yokken yeni oyunun piyonlarını daha etkili kullanmanın yöntemlerini arıyor halde buluyordu kendini.
-Ellerine sağlık Neriman, bu köfteler bir Afrikalının midesinde olsa kesin Zenciler Gününe denkgelirdi. Harika olmuşlar ellerine sağlık.
-Taktın bugün Afrikalılara. Zaten giderek kararıyorsunyakında evimde bir zenciyle yaşıyor olacağım.
-Üzüm üzüme baka baka kararır işte. Sen de kendini hazırlasan iyi edersin şimdiden. Siyah bir güneş gözlüğü alarak başlayabilirsin olaya. Açalım bakalım bugün Kerimden ne havadisler işiteceğiz.
-Selamiye çöktün hemen. Hiç yardım edeyim dur şu zavallıya yok. Sor bakalım beyler ne alırmış?
Son günlerde Neriman Hanım’ın artçıları şiddetleniyordu. Eskiden bir kez söylediğini ikinciye tekrar etmezdi. Elinde sunacak yeni teklifi kalmadığı için ikinci baskıya geçtiğini düşünüyordu Niyazi Bey. Yeni bir bakışla şimdilik üstesinden gelse de bu onu rahatsız etmeye başlamıştı. Aslında Neriman Hanım’ın damarını çok iyi biliyordu. Birbirlerini seviyorlardı. Bunun ötesinde birşey düşünmek çocukçaydı. Belki de çocuk yapmanın vakti geldi diye geçirdi içinden. Zira bu sıralar bağlarını kuvvetlendirecek tek olası seçenek o gözüküyordu.
Neriman Hanım mutfakta oyalanırken Niyazi Bey de oturduğu yerden onu nasıl yoklayabileceğinin planını yaptı.
-Hayatım duyuyor musun haberi. Afrikada 48 milyon çocuk çalışıyormuş. Bizimde olsa bir tane, arabanın ilk taksidini ona ödetirdik.
-Kesin benzin istasyonunda çalıştırırsın sen. Belki indirimli satar bize.
-Hem ev yetmez bak, çağ atlar taş gibi evde otururuz.
-Kabataş Devrinden Cilalı Taş Devrine geçiş...Aman ne cezbedici.
-Hem çok zayıfım diyorsun. Fena mı olur biraz kilo alırsın. Niyazi karısını balla kaymakla besliyor heralde derler.
-Kilomdan memnunum Niyazi. Sen kendine bak. Az ye de göbeğini evin balkonu olarak kullanıyor demesinler. Hem çocuk yapacağına önce şu Dilaverin bacağını yap. Sallanırken gıcır gıcır senin gibi başımın etini yiyor.
-Eskidiyse yenisini alırız gülüm. Sen ne istedin de Niyazin almadı.
Ev tutmak hayli güç olmuştu onlar için. Depozitoyu denkleştirene kadar canları çıkmıştı. Altınları bozdurduklarında ancak beyaz eşyalara ve düğün masraflarına yetiyiordu. Kalan eşyaların bir kısmını taksitle bir kısmını da ikinci el almışlardı. Dilaver eve ilk aldıkları eşyaydı. Kenarları işlemeli, koyu kahverengi cilası sönük sallanan sandalye hayli eskimişti. Bir süredir Niyazi Bey onu yenilemeyi düşünüyordu. Maaşından bir parça ayırıp Nermin Hanıma sürpriz yapmak niyetindeydi.
Çocukla ilgili düşünceleri duvara çarpmıştı Niyazi Bey’in. Aradan çok geçmemek kaydıyla bir başka sefere ertelemesi gerektiğini düşündü. Belki alacağı yeni koltukla Neriman Hanım’ı bir parça olsun rahatlatabileceğini, bir süreliğine de olsa fitilinin ateşini söndürebileceğini düşündü. Ertesi gün iş çıkışı, galeri yerine bir mağazaya girdi. Bir kaç kez oturup kalkarak konforunu test ettikten sonra şık bir koltukla eve döndü. Neriman Hanım henüz gelmemişti. Koltuğun yönünü balkona çevirip sallanan sandalyeyi salon çıplak köşesine çekti. Mutfağa girip Neriman’ın çok sevdiği beşamel soslu makarnayı yaptı. Sofra hazır olduğunda mum dışında tek eksik Neriman Hanımdı. Çok geçmeden karanlığa çalan bir gök gibi kapıdan içeri, bütün ışıkları açılmış salona girdi. Niyazi Bey sofrada onu bekliyordu.
-Hoşgeldin Pamuk Prensesim. Ellerini yıka gel hadi bakayım.
-İştahım yok fazla. Hem ablamlarda atıştırdık birşeyler.
-Ama dünyanın en mahir ustasının ellerinden çıkmış beşamel soslu makarnaya hayır diyemezsin değil mi?
-Niyazı bu ne? Koltuk mu aldın gerçekten.
-Bu koltuk sıradan bir koltuk değil. Bill Gates de bundan kullanıyormuş.
-Almışken sigorta yaptırsaydın keşke. O kadar değerli birşey çalınır eder maazallah.
-Çalsalar da oturamazlar, akıllı bu koltuk. Sahibinden başkası oturacakken çivi refleksi var.
....
-Eee, nedir bu yüzündeki siyah bulutlar. Ablanlar gelmişken koyu bir makyaj yapalım sana da öyle git mi dediler.
-Yorgunum biraz Niyazi. Üstüme gelme lütfen.
-Peki siyah benekli kelebeğim. Bu makarnanın acı sosu eksik zaten. Benimde yiyesim yok.
Niyazi Bey birşeylerin ters gittiğini fark etmişti. Koltuk teorisinin çöküşünü üzülerek izlemişti. Hemen bu gece yeni bir formül bulması gerektiği hissine kapıldı. Aralarında büyüyen boşluğun bir uçuruma dönüşmesi an meselesiydi. O gece saatlerce düşünse de aklına parlak bir fikir gelmedi. Gün boyunca Neriman Hanım’ı meşgul edecek oyunlar bulmakta zorlanıyordu artık. Sallanan sandalyenin ismini tam üç gün düşündükten sonra bulabilmişti Neriman Hanım. Yeni koltuğa isim yakıştıracaktır diye düşündü ama koltuk ilgisini çekmeye yetmemişti. Sabaha yakın zorla da olsa gözlerini yumabildi.
Geç bir saatte uyanan Neriman Hanım bir bardak çay ve biraz peynirle geçiştirdi kahvaltısını. Ev işlerine bir türlü başlayamadı. Bir süre Kerimi izledi ancak tek bir kanal değiştirmedi. Neden sonra salonun boş bir köşesinde oldukça matemli ve kasvetli görünen Dilaver’e gözü ilişti. Asansörü çağırıp Dilaver’i apartmanın deposuna indirdi. Dairesine çıkarken asansörden gelen halat gıcırtıları şiddetlendi, kopacağını ya da asansörde kalacağını düşündü. Evine girdiğinde yapacak birşey bulamadı. Kitabını alıp yeni koltuğa ilk kez oturdu. Ayracı bulup kaldığı yerden okumaya devam etti. Bir kaç dakika içinde uykuya daldı. Akşam karanlığı yaklaşırken uyandığı rüyasında Niyazi Bey’den ayrıldığını gördü.