Menu
İKİ YAZI
Öykü • İKİ YAZI

İKİ YAZI



ASLINDAN AYRILAN CAN


Sen bî-haber hayâlin ile gûşelerde biz
Tâ subh olunca her gece ayş u dem eyleriz
* * *
Esdikçe bâd-ı subh perîşânsın ey gönül
Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül
* * *
Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder
Nâzenînim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni
* * *
Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yâre mu’tâdım
Seni ey gül sever cânım ki cânâne hitâbımsın

Nedim


(Senin haberin dahi yokken kuytularda her gece sabaha kadar yaşam soluklarız. Sabah rüzgârı estikçe gönül perişan olur. / Yarin mühürlediği esire benzersin ey gönül. Nazlı yarim! Gül desenli bir ipek kumaş giymişsin. Ancak korkarım ki o ipek elbise üzerindeki gül resminin dikeninin gölgesi seni incitecek. / Sevdiceğime gülüm şöyle gülüm böyle demek adetimdir. Ey gül! Seni öyle sever ki bu can, en sevgili hitabımsın. )

Ney sesi hem zehirdir hem panzehir diyor Mevlâna. Öyle bir ses işittim ki demirden mızrak gibi saplandı içime, çıkmıyor. Latif, yumuşak, beyaz bir buluta benzer sesin soluğun, kuruyan tenime düşen bereketli yağmurları eksik olmaz... Gecelerimi perdeleyen güneşe benzer yüzün, yüzünde oynaşan nur taneleri bin bir pâre. İner kalkar bir yaşam eğrisi üzerinde ‘asla düşmeden’ çayda çıra, dam başı ve gelin havası oynadık. Çizgimiz deniz seviyesinden, yani sıfırın alnının ortasından başlayıp semâya yükseldi, başımız bulutlara dokununca yükseklerde beliren bir yaşam müjdesi aldık. Sevinç tufanı içinde şimdi ‘gelecek ömürle’ baş başayız.

Unutulmuş bir korulukta cılız bir çalı ümitsiz dikenler arasından boy atar. Dilsiz bir Mecnun gibi içinde şiirler biriktirir. İnce uçlu bir kalem gibi mürekkebini toprağın damarlarından çeker ve sevgiliye içini döktükçe dili sivrilir. Aşk hastalığına tutulana şuruptur gözaşı. Onu her gece sevgilinin gözyaşları sular. Karşımda olanca heybetiyle dikilmiş hayalinle söyleşirken eşzamanlı yazılan her berceste meşin bir kırbaç olur, yaşama koşturur. Her hatırlayış gökler ötesindeki âleme bir izdüşüm...
Ömür sofrasında içilen şarabın adıdır gençlik. Biri kırmızı biri beyaz iki çeşit şarap vardır. Birinin tadı üzüm kanına benzer diğeri gülün gözyaşına. İkisi de şarhoş eder insanı. İlkinden sarhoş olan berduş olur ikincisinden sarhoş olan aşık. Ağlayan/ağlatan gülüm benim! Hoşçakal deyişin ilk gençliğe elveda türküsü sanki...

Uzaklarda yeşerttiğin bahçede biten bütün karanfilleri toplayıp biraz mutluluk biraz gurur biraz hüzün hissettiğim bulutlar üstünden kucağına bırakıyorum. Gökyüzünde salkımlaşan yıldızlardan ellerim uzanabildiğince koparıp saçlarına takıyorum. Odamın tavanında asılı tek yıldızım söndü şimdi. Her yer zifiri karanlık. Bir demet hatıranın ışığına sığınıyorum. Onlar oldukça karanlıkta kalmayacağıma söz veriyorum.



GÖKKUŞAĞINDA GEZİNEN ADIMLAR VE BEYAZ İZLER

Yaratılan her varlığa ‘kelam’ bahşolunmuş. Adı farklı, şekli farklı milyonlarca varlık ‘dil’ ile varlığını izhar eder. ‘Beyan’, yalnızca aklı olana değil, kâinatın bir köşesinde saklı olan herkese ve her şeye sunulmuş bir bahar müjdesidir. İleri sürülen her düşünce anlaşılmadan önce ‘kavram’ durağında soluklanır. Bu yüzden gören duyan bilen herkes aynı dili farklı ‘ses tonlarında’ konuşur. Varlık mayasının çalındığı gökler dahi içinde kıpırdaşan hava zerreleriyle ‘mesaj’ taşır. Dalında sürgülenen her çiçek tıpkı bir şiirde budaklanan sırlı-soyut ‘anlamlar’ gibidir. Güneş ve ayla birlikte yıldızlarda gökyüzünün gören gözlere sunduğu bir ‘içeriktir’. Hepimiz, yerde ve gökte bizi kuşatan ‘hakikatlere’ yüzlerimiz gibi aşinayız. Renklerin fısıldadığı hakikatler ise bambaşka... İşte bunlardan bir kaçı:

Mavi


Mavi, çıplak bir ölümdür. Aşk madeninden en yaslı satırları çıkaran odur. Mavi ki, bakışlarında hüznün en koyu tonlarını saklayan, duruşunda sırtını güven ellerine yaslamış mütevazi bir totem gibi tevekkül emareleri taşıyan, kalbinin en yüksek yaylalarında öksüz bulutlar yaşatanlara en çok yakışandır. Bizler aşk mektebinin çocuklarıyız; bütün mavi geceler bizimledir. Bir arkadaştır sırları en ıssız kuytularına gömen. Açığı, gökçe yüzlülerin yılları deviren sabrına selamet nağmesi. Koyusu, Ferhatların dağ delen tutkusu. Kulağını dayasan, metruk bir duvardan sarmaşık hikâyeleri dinlersin. Mavi, eğilip kulağına fısıldasa yıllardır içinde biriken aşkı tek nefeste içene boşaltır. Gökyüzüne âşıktır deniz, yüzünün rengi ona olan tutkusundan. Mavinin derdini mürekkebi kurumamış aşk mektuplarından sorun!
Kırmızı

Galibardanın öyküsünde yarımdır hep. Matkapla oyulan hislere gömülü sökülmez bir dubadır. Yayların acılı ellerle okşadığı keman telidir. Toprağı avuçlayan kökleriyle yaşama, yakalarının üzerinde nazenin bir baş gibi sivrilen tomurcuklarıyla bahara tutunan o, ağlayan gülüdür gençlik bahçesinin. Zafer tepelerine yağız erlerin diktiği mağrur bayraktır. Aşk kazanının dibini örseleyen ateştir, aşığın içinde körüklenen alevdir. Eşeledikçe koyulaşan yaşama tutkusudur. Atardamarlarda coşkuyla çağlayan deredir. Varlığın yoklukla savaşında ufku hep öteleri arayan gözü pek akıncısıdır. Azim ülkesinin bayraktarı, korku mahallesinde cesur yürek... Âşığın dilinde ‘ben ölmezem’ nakaratı, yarası derin hastaya bıçkın neşter. Gel-git yaşayan kıyılarda karamsar dalgaların çarpıp buzlu cam gibi dağıldığı en yalçın dalgakıran, fırtınası bol denizlerde yılmaz bir kaptandır. Kırmızıya vurulan derin bir adrenalin kuyusuna düşer. Kırmızı, sevda ağacının dallarına âşıkların bağladığı çaputtur.

Yeşil

Doyamadığımız, tekrar tekrar yaşanası o günler bizim yeşille ilk tanışmamızdır. Yeşille başladık sevmeye, yaşamaya uzakların sesini duymaya. Ümitle kızaran bu güzel günlere beşikti o yeşil. Mevsimlerin ruhudur bahar, baharın kalbinin ortasına gömülü çekirdektir yeşil. Cazibesi milyon ışık yılı uzaklığında şuursuzca dolanan gezegenleri dahi kendine çeker. Hiç anlatamayacağım, kimsenin anlayamayacağı bir kez olsun anlayamadığım bu içimdeki yeşil sancısı geceleyin ıssız çöllerde, gündüzleri bilmem hangi tepenin yamacında o esrarengiz melekle baş başa geçirdiğim dakikaların –belki bir ömrün- tek kelimeye sığan anlamıdır. Varlık deryasının her damlası aşığın gönlüne yeşil bir imbikten süzülüp aralıksız şıpırdar. Âşığın ruhunun derinliklerinde balta girmemiş ormanlar biter. Bunalan gönüller, tıkanan nefesler bu ormanlarda ferahlar. Hiç gözyaşı renginin yeşil olabileceğini düşündünüz mü? Benim kefenim yeşil abadan dikilmiş olacak.

Pembe

Adı bilinmez bir sevdaya şiirler yazıp avuç avuç aşk denizine döken bütün şairlerin mahlasıdır pembe. Pamuktan eğirme bir sözcüktür, saçları ipekten örme bir güzeldir. İnce bir teni vardır, dokunduğu kayaları delip geçer. Pembenin üzerine düştüğü buzullar mum gibi erir. Selamet ufkundan türemedir; kızıl alevler saçan gök denizinin öfkesi pembeye rastlamakla yatışır. Sevgili kucağında deliksiz uyku, gecenin içinden sıyrılan hayal perdesidir. Bahar mevsiminde toprağa düşen ilk yağmur, gönlün semasında öbeklenen özlem bulutlarıdır. Pembe sevinçleri aşk ateşine atsan nar gibi kızarır, pembe sevdalara üflesen yelkenli gibi yüzer. Yarin tenine konmuş bir benektir, nişandır, sevildiğine emaredir. Adına seranatlar yapılan prenses, bekleyen aşığa kulenin penceresinden pembe karanfiller atar. Kavuşmak üzerine and içilmiş bütün gelecekler saklı bir kutu içinde pembe kurdelâlara sarılı halde bekler. Bir yarısı yarınlara gebe, diğer yarısı bugünün sırlarına namzet. O hep uzakta yar deyip inleyenleri bekler...

Siyah

Renk şölenine damlayan en hisli, en matemli yağmur damlası. Kavuşmak artık öteki bahara diyen, bütün anlaşılmazlığını içine gömen, sevinci buradan çok öteleri kucaklayan bir bayram çocuğu. Sürgülü bir kapı önünde eskiyen yılların rengi. Hem sahte acıların nasırlaştıramadığı bir dil, hem de büyüyen gözbebeklerinde şiirler konuşan dilsiz bir yürek. Onu tek anlayan hüzün kokulu gecelerdir. Geceler ki aşıkların yegane hayırhahı, kara yağız kadınıdır. Ayrılıkların çatal mevsimi, biriken hasretleri eriten humus. O hiç bir ateşte erimez oniks taşıdır. Karanlıkta kalmış aşığın sevdiceğine verebileceği tek hediye,

kalbinin ortasına ip geçirip siyah bir turmalin diye boynuna takacağı kolyedir. Sabahın ayak sesleri aşığın sokağına devrilirken bohçasını sırtlanan gece ardında esmer bir gölge bırakır. Siyah bir kalbin karanlığında ancak beyaz bir melek kaybolmadan gezinebilir. Koyu bir sevda şiirini okumak için beyaz bir aşk gerek... Siyahtan daha koyu bir dost bileniniz varsa söylesin!

Beyaz

Engin bir varoluşun simgesi, bütün başlangıçlara atılan ilk çentik, ölümsüz olmak için yeniden doğmak! İlk ruhun yaratılışı, her renkten bir parça, aşk gibi duyguların bütününe aynı anda hâkim. Cennetin boy boy afişleri asılı yarin yüzü beyazdır. Ayın solmaz çehresinde güneşe edayla bakar. Diken tarlasında yürüyen aşık, ardında beyaz izler bırakır. Huzur iklimine yuva yapan ak güvercinler özgürlük soluklar. Aydınlık fikirlerin izdivacı yeryüzüne esenlik tılsımları yayar. Sevdiğinin her haline razı sevgilinin gönlüne gökten sedef bulutları iner. Buğday için kar, beyaz bir yorgandır. Vuslata eren için kefen, beyaz bir düğün elbisesidir. Karanlığın zaferi beyazın ölümüdür, o ölürse cenazesini safran yaprakları örter. Galaksiler zincirinde birer halkadan ibaret yıldızların emîri o parlak beyaz, âşıkların düşlerinde adım adım gerçek hayata ilerleyen mistik bir seyyahtır.

Diğer Yazıları