Menu
rüstem paşa'nın başına konan talih kuşudur
Öykü • rüstem paşa'nın başına konan talih kuşudur

rüstem paşa'nın başına konan talih kuşudur


Bu ay tarihi bir fıkrayı kurgulayarak sizlerle paylaşmak istedim. Böylece Osmanlı Padişahı Kanuni’nin damadı Rüstem Paşa’yı sizlere tanıtırken, dilimizde kullanılan bir deyimin ortaöğretim düzeyinde kavranmasına da hizmet etmeyi amaçladım. Tarihle ilgilenenlerin gayet iyi bildiği bu fıkrayı bir de kendi üslubumuzca yazalım, bir de biz anlatalım istedim. Yüzünüzde bir nebze de olsa tebessüme vesile oldu isek ne mutlu bize… Sürç-i lisan etti isek affola!.. Selam ve Saygılarımla…

***

Kanuni Sultan Süleyman’ın pek sevdiği eşi Hürrem Sultan’dan bir kızı olmuştu. Biricik kızına Mihrimah adını vermişti. Mihrimah; Farsça güneş ile ay demekti. Bu ay yüzlü güzeller güzeli kızı 1539 senesine gelindiğinde artık evlenme çağına gelmişti. Zira Mihrimah Sultan, artık 17 yaşına girmişti.

Hürrem Sultan biricik kızına layık olabilecek, istediği gibi bir damat adayı bulamıyordu. Kanuni Sultan Süleyman da eşi gibi düşünüyordu. Kızı Mihrimah sultan için, dâmâd-ı şehriyâri yani padişah damadı olarak zekî,  geleceği parlak bir devlet adamı arıyordu. Sonunda Hürrem Sultan aradığı özelliklere uygun bir aday buldu. Hürrem Sultan, Kanuni’yi de bu işe ikna etti. Hem Hürrem Sultan’ın, hem de Kanuni’nin gönlüne sinen bu nasipli damat adayı tarihi fıkralara bitli Rüstem Paşa olarak konu olmuş, meşhur Rüstem Paşadan başkası değildi.

Rüstem Paşa Arnavutluk’ta doğmuştu. Saraya getirildikten sonra Müslüman olmuş,  Enderun’da yetişmiş bir devlet adamıydı.  Çok kısa sürede Kanuni’nin büyük itibarını ve güvenini kazanmıştı. Rüstem Paşa o sırada henüz sadrazam değildi. Diyarbakır mutasarrıfı1  olarak görev yapmaktaydı.  Nice yiğitler ve yakışıklı bahadırlar dururken, Rüstem Paşa’nın bu onura lâyık görülmesi rakiplerinin hoşuna gitmiyordu. Bu durumu çekemeyen rakipleri onun hakkında bir söylenti yayarak padişahı bu evlilikten vazgeçirmeyi düşünüyorlardı. Böylece kendileri Kanuni’ye damat olmayı hayal ediyorlardı. Onlardan biri, bir gün Padişahın kulağına:

—  Sultanım, güzel kızınızı Rüstem Paşa ile evlendirmek istediğinizi duyduk. Fakat bilmez misiniz Rüstem Paşa cüzam hastalığına tutulmuştur, diye bir söylenti fısıldadı.

Cüzam hastalığı o zaman için en büyük tehlikeydi. Elbette ki Kanuni bu söylentiden elbette ki etkilendi. Biricik kızını cüzamlı birine vermekte tereddüt gösterdi. Ama işin aslını öğrenmeden de Rüstem Paşa gibi bir damat adayından vazgeçmek niyetinde de değildi. Bu yüzden durumu incelemek üzere saray başhekimi Mehmet Halife’yi yanına çağırdı. Hekimbaşı derhal Kanuni’nin yanına gelerek:

— Padişahım beni çağırtmışsınız”, dedi.

— Evet hekimbaşı... Senden bir ricam olacak.

— Emriniz olur padişahım, buyurun!

— Cüzzam hastalığının en çok tanınan belirtisi nedir, diye sordu.

— Cüzzamlı bir kimsede bit barınamaz sultanım.

— O halde senden derhal Diyarbakır’a gitmeni ve orada görevli bulunan Rüstem Paşa’yı muayene etmeni istiyorum. Bak bakalım söylentilerin aslı var mıdır? Gerçekten cüzamlı mıdır bir araştır, dedi.

Başhekim Mehmet Halife, uzun bir yolculuktan sonra Rüstem Paşa'nın yanıma vardı. Rüstem Paşa onu güzel karşıladı. Bir ihtiyacı  olup olmadığını sordu.

Başhekim:

—  Paşam, yol yorgunuyum. Şöyle güzel bir banyo yapmak istiyorum, dedi demesine ama asıl amacı Rüstem Paşa’yı hamama götürmek ve vücudunda cüzam olup olmadığını anlamaktı.

Rüstem Paşa hemen misafirini hamama götürdü. Hekimbaşı ile birlikte o da hamama girdi. Hekimbaşı, Rüstem Paşa'nın çamaşırlarını gizlice kontrol ettiği esnada bir de ne görsün? Rüstem Paşa’nın çamaşırında kocaman bir bit gezmiyor muymuş?.. Bu bir Rüstem Paşa’nın talih biti oluverdi. Zira o zamanlar cüzzam hastalığına tutulanların vücudunda bit yaşamayacağına inanıldığı için de başhekim,  Rüstem Paşa'nın hasta olmadığına karar verdi.

Hekimbaşı, hamamdan çıkar çıkmaz Rüstem Paşa'yı şaşkınlık içinde bırakan bir kararla İstanbul'a geri dönmek üzere haber aldığını belirtti. Sonra da İstanbul’a doğru yola koyuldu. Saraya varır varmaz, hayrlı haberi Kanuni’ye ulaştırdı.

Kanuni Hekimbaşıya:

—Hekimbaşı, umarım bize güzel haberler getirmişsindir, dedi.

Hekimbaşı:

— Gönlünüz ferah ola Sultanım. Rüstem Paşa’da cüzam yoktur, dedi.

Kanuni:

— Nerden biline Hekimbaşı?  diye sordu.

Hekimbaşı:

— Rüstem Paşa'nın donunda bit buldum Sultanım, deyiverdi.

 

Kanuni bu habere pek sevindi. Bir süre sonra da Rüstem Paşa’yı Anadolu memuriyeti ile görevlendirip derecesini yükseltti. Sonra da kızını Rüstem Paşa ile evlendirdi. Rüstem Paşa böylece saraya damat oldu. Yani aslında Rüstem Paşa’nın başına konan bit, bir talih biti oluverdi.

Rüstem Paşa’nın rakipleri bu durumu pek kıskandılar. Görüyor musunuz küçücük bir bitin yaptığını. Rüstem paşanın çamaşırındaki bit talih bitidir, diye gülmeye başladılar. Zira bu küçücük bit Rüstem Paşa’nın hem sadrazam olmasına, hem de Kanuni’ye damat olmasına vesile olmuştu.

Bu sebepten dolayıdır ki Rüstem Paşa’ya tarihçilerin verdiği diğer bir isim de kehle-i ikbâl (ikbal biti) olmuştur. Bu olay üzerine devrin bir şairi talihi yâr olanların en zor durumlardan nasıl esenliğe çıktıklarım anlatan bir şiir yazmıştır. Bu şiirin iki beyiti2 ise tarihimize geçerek deyimleşmiş ve günümüze kadar gelmiştir. İşte sözü edilen mısralar:

“  Olacak bir kimsenin bahtı kavî, tâlihi yâr 
Kehlesi (biti) dahi mahallinde onun işine yarar.”

( Yani bir kimsenin talihi iyi gittiği zaman biti bile onun işine yarar manasında iki mısra…)

 

Başına talih( devlet)  kuşu konmak, deyimi de beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek anlamında günümüze kadar kullanılagelmiştir.

SEVDA

1970 yılında Kırklareli'nin Pınarhisar İlçesi’nde doğdu. Lüleburgaz Kepirtepe Anadolu Öğretmen Lisesi’ni bitirdi. 1992 yılında Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisansını 2014 Yılı’nda Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Tarihi Ana Bilim Dalı, Yeniçağ Bilim Dalı’ndaki “Yüksek Lisans” Eğitimini “ 15/3 No.lu Dubrovnik Düveli Ecnebiye Defteri: (H.1057-1073/M.1647-1663) (İnceleme Metin) adlı teziyle tamamladı. Yazar SEVDA DIRAGA CANBAZ 1992 Yılı’ndan beri Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak Tarih öğretmenliği görevini sürdürmenin yanı sıra İstanbul Üniversitesi Siyasal bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okumaktadır.

Sahasındaki bilgi birikimini öğretmenlik tecrübesiyle de pekiştirme gayretindedir. Alan bilgisini, bu sahada yaptığı okuma ve araştırmalarla sürekli geliştirmiş ve canlı tutmuştur. Özellikle tarihî bilgilerin daha ilgi çekici, anlaşılır ve herkes tarafından okunabilir hâle getirilebilmesini ve İstanbul Kültür Bilincini gençlere aktarmayı kendisine amaç edinmekte ve bu konuda yazılar yazmakta olan yazar, bu yazılarını mekânla bütünleştirmek amacıyla kültür gezileri için yurt dışında yaklaşık 30’a yakın ülkeye geziler yapmıştır. Bu gezilerinde öncelikle Osmanlı Coğrafyasını dolaşmayı amaç edinerek bu birikimini yazılarına aktarma gayretindedir. 

Canbaz, mesleği gereği lise düzeyindeki gençlere tarihi ve bu yolla kültürümüzü öğretmek ve sevdirmek amacıyla “Bir Kardeşlik Ülkesi” isminde bir kitap telif etmiştir. Fütüvvet kültürünün ele alındığı bu eserden sonra ikinci kitabı “Hikâyelerle Deyimlerimiz” Damla Yayınları tarafından basılmıştır.

Farklı dergilerde yazıları olan Canbaz’ın, “Anton Çehov’un Kırk Dört Yılı” başlıklı makalesi ise Hece Öykü dergisinde yayınlanmış (İki Aylık Öykü Dergisi, (2006): 162-8) ve bu makale uluslararası bir yayın taramasında yer almıştır (MLA International Bibliography, Web. 14 Apr. 2010.)

Çeşitli dergilerde çıkan yazıları ve basılan “Bir Kardeşlik Ülkesi”, “Hikâyelerle Deyimlerimiz” adlı kitaplarıyla tanınan Sevda DIRAGA CANBAZ, öğretmenliğin yanı sıra teorik konuları, ilmî usullerle birleştirip edebi ve orijinal ürünler vermek amacıyla halen yazı çalışmalarının yanı sıra Uzman Tarih Öğretmeni olarak MEB’deki görevine devam etmektedir.

Daha fazla görüntüle