"Hero afrodit'in rahibelerindendir ve aşka yasaklıdır. Yıllar sonra Afrodit' in tapınığında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Birbirlerine aşık olan iki genç, Leandros'un Gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar. Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına tanıklık eder. Leandros'un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde, Hero'nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybedenLeandros boğazın sularına gömülür.Sevgilisinin ölduğunu gören Hero da kendini Kızkulesi'nden boğazın sularına bırakır."
Sana geliyordum. Tüm bağlarımı koparmış, tüm zincirlerden sıyrılmış olarak sana geliyordum.
İçimdeki aşk ırmağı gözlerime, ellerime ve tüm bedenime sıcacık akıyor, tüm uzuvlarımı saran bir sevda nöbetiyle sana geliyordum. Dalgalı sarı saçların, okşayıp akıyordu yanaklarını, boynuna doğru. Sonra ellerin, masanın üzerinde kitapları karıştırırken, yanaklarına dökülen saçlarını, geriye atmak için küçük hamleler yapan ellerin. En sonunda bıkıp bu hamlelerden, kulağının arkasına sıkıştırıyorsun perçemini. Alnın gözlerin açılıyor. Mavi bir deniz var gözlerinde. Krpiklerinin arasından bana baktığını hayal ediyorum. Gözlerim ıslanıyor. İşte o zaman bir sızı bıçak gibi saplanıyor yüreğime.
Uzaktan uzağa seviyordum seni. Akşam üzerleri gün batımına doğru bu çay bahçesine takılırdınız. Öğrenciydin. Büyük ir ihtimalle akademide resim eğitimi alıyordun. Giyinişin, rahatlığın, taşıdığın o büyük karton çanta, dağınıklığın, bunu gösteriyordu. Yine bir akşam üstü bahçenin kenarında oturmuş, Kızkulesi'nin akşam güneşinin yangınlarında yıkanan muhteşem halini resmediyordun karakalem olarak. Ben fotoğrafını çekerim Kızkulesi'nin. O fotoğraflardan birisini sana versem acaba kabul eder miydin? Tanışmamız için de vesile olurdu. Ama sana yaklaşamıyordum. Beni görmüyordun. Tüm cesaretimi toplayıp, her zaman oturduğunuz masanın en yakınında bir yere oturmuştum. Kitap okuyordum. Ama asıl okuduğum, senin yüreğimdeki sevdandı. Arada bir sesin geliyordu. Ukalaydın. Çekinmeden söylüyordun her şeyi. Sana her bakışımda, derin derin sigara çektiğini görüyordum. İnce uzun parmaklarının arasına sıkıştırdığın sigaranı, saçlarını savurarak, gözlerini kısıp öyle bir içişin vardı ki. Yakıştırırdım sana. Nefret ettiğim sigarayı bile yakıştırırdım.
Damarlarıma yürüyen, beni esir alan bu duygu yoğunluğu aşk mıydı? Bir hastalık gbi tüm uzuvlarımı esir alan bu anlaşılmaz hal aşk mıydı? Aşk ve sevgi üzerine yazılmış bir kitap okuyordum.
" Aşkın yer değiştirdiği olur, soğuduğu olur, yaktığı olur. Oysa sevgi, yerinden sevdiğinin yanından kalkmaz." Diyor bilge yazar.
Kızkulesi'ne dair okuduğum efsaneden sonra sana olan aşkım daha bir güçlü büyüyordu içimde. Seni hayal ediyordum. Hero'nun yerine koyuyordum seni.Gizlice buluşuyorduk seninle.Sarı saçların kuğular gibi uzanan boynun, bütün bunlar sanki beni boğuyordu. Sayıklamalarla uyanıyordum geceler boyu.
Günler geçtikçe bu girdap daralıyor, aşk hastalığı tüm uzuvlarımı kaplamış halde hayattan kopuk yaşıyordum. Seni düşündükçe boğuluyordum. Bazen gri, bazen mavi bakan gözlerinin dalgınlığında boğuluyordum. Gözlerinin umursamazlığından ve soğuk aksinden ziyade bir kıyı arıyordum yalnız yüreğime. Geceler boyu sayıklamalarla uyanıyor, odamın duvarlarını yumrukluyordum. Sabah olunca, bitkin ve tükenmiş bir hal ile Salacak'ın, leylak ve yasemin kokan sokaklarına atıyordum kendimi.
Vedat bir gün bana, " Hastasın sen " dedi. Evet, ben gerçekten hastaydım. Platonik bir aşk hastalığı tümden esir almıştı.
Sana gelemedim. Ama bir gece, yıldızlar yalnızlığıma göz kırparken, denizin dinlenmiş sularından, yaşlı bir kayıkçıyla beraber kuleye gittim. İçimde yaşadığım gelgitlerle beraber gittim ve oraya adımımı atar atmaz da dünyam yıkıldı.
Akşam güneşinin hüzün dokunmuş kızıllığında aradım seni. Bulamadım. Benim uzaktan seyrederek, mest olduğum, hayaller kurduğum kuleden eser yoktu. Beton babalarla etrafı doldurulmuş, beyaz kuğular gibi Marmara'nın ortasında salınan o eşsiz beyazlığı adeta sarartılmış. Bir düş kırıklığı yaşıyordum. Uzaktan uzağa sevdiğim, büyük bir hayranlıkla resimlerini çektiğim kule ile içinde bulunduğum, zeminine bastığım kule apayrı şeylerdi sanki.
...
Kuleden döndüğüm birkaç gün sonra, seninle aynı masayı paylaştık. Vedat o gün beni ziyarete gelmişti. Çoktandır okula gitmiyordum. Merak etmiş, son günlerdeki halim zaten hoşuna gitmiyordu. Senden bahsetmiştim ona. " Bir gün uğrarım sizin mekâna, her şeyin bir çaresi vardır" demişti. Her zamanki şakacı coşkun hali ile selam verip oturduğunda, sizin masanızda bir hareketlenme oldu önce, sonra hepiniz bizim masaya hücum ettiniz.
Böylesine hazırlıksız bir tanışmayı doğrusu beklemiyordum. Birden elim ayağım boşaldı. Sırtıma doğru soğuk bir ter akmaya başladı. Yüreğimde ise depremler. Başım hep önümde. Utangaç kızlar gibi kıpkırmızı kesildim. Vedat oysa hiçbir şeyden habersiz. Neşe içinde, konuşuyor, şakalaşıyor. Sonra birden durdu. Herhalde ben gelmiş olmalıyım aklına. Özür diledi önce. Sonra beni tanıttı sizlere. Oysa ben hepinizi öylesine tanıyordum. Yüzümün kızarmışlığına, sesimin kısıklığına şaşkın tebessümlerinizle karşılık verdiniz.
Kızkulesi'nde yaşadığım o büyük düş kırıklığını şimdi tekrar yaşıyordum. Vedat, beni sizlerle tanıştırırken, sana da göz ucuyla baktım. Gözlerinden gelen o soğuk rüzgârlarla buz kesti sanki yüreğim. Soğuk soğuk terliyordum. Ellerim masanın altında yumruklaşmış, çaresiz. Denizden gelen esinti terleyen sırtımdan, sac diplerimden, yanan yüzümden geçiyor. Üşüyordum. Temmuz sıcağında böylesine üşümek. Yabancılaşan bozguna uğrayan bir şeyler vardı içimde İçimdeki cerahat akıyor, derinden bir yaradan incecik sarı bir su boşalıyordu. Şuh kahkahaların umarsız bakışların, yüreğime bu aşkı tek başıma yaşadığım gerçeğini acımasızca kazıyordu sızılarla beraber.
" Aşk denizin içinde boğulmaktır, oysa sevgi denizin içinde yüzmektir. Aşk büyük, ğüçlü bir kandırmacadır, oysa sevgi sonsuz, salt dosdoğru, içten bir doğruluktur. Aşk çılgınlıktır."
Bilge yazarın sözleri çarpıyordu kulağıma. Senin sesinin ve yüzünün soğuk aksi içimi eritiyordu sanki. Görmüyordun beni. Görmemiştin. Tanışırken, gözlerin uzaklarda, soğuk ukala bir hal ile beni selamlamış, o an yüreğimin yangınlarından, ellerimin titreyişinden haberin bile olmamıştı. Ama uzaklara değil de gözlerime baksaydın, oradaki aksini görecektin. Vedat kule ilgili hikâyeyi okuduktan sonra, " bırakın bu saçmalıkları, aşk öldü haberiniz yok mu ?" dedin. Ve arkasından şuh bir kahkaha atıp, saçlarını geriye doğru savurdun. Sanki aşka dair ne varsa saçlarınla beraber savuruyor gibiydin.
Aylardır bu bahçeye geliyordum. Uzaktan uzağa yüreğimdeki sevdanı büyütüyordum. Platonik bir aşktı bu biliyorum. Benim korkularımın, çekincelerimin, yalnızlığımın tek sığınağı platonik bir aşk. Sesin değmezdi kulağıma, gözlerin gözlerime, yüreğin yüreğime. Uzaktın. Seni tanıdıkça bu uzaklık daha bir artıyordu. Bir hastalık gibi, tüm uzuvlarımı kaplayan görünmez, bilinmez bir mikroptan, düşüncelerimi tarumar eden esaretten arınıyor, derin bir uykudan uyanıyordum sanki. Düşünme melikelerimi elimden alan, geceleri karabasan düşlerle, acılara beni duçar eden, ellerimi kollarımı çaresiz devingenliklere salan bu anlaşılmaz, bu acımasız duygu artık yavaş yavaş terk ediyordu beni. Seni görüyordum. Sen beni görmüyordun. Sesini duyuyordum, merhametsiz bakışlarındaki soğuk rüzgârlar değip geçiyordu gözlerime, ben o zaman yüreğimi korumaya alıyordum.
" Aşk sevgilide içinin çektiği güzellikleri yaratır."diyor bilge yazar. Yüreğimden gönderdiğim tüm mektupları artık yırtıyorum. Seninle tanıştığım gün yüreğimdeki son günün oluyor. Sana ait yüreğimde barındırdığım tüm güzellikler tarumar şimdi.
Başımı kaldırıyorum. Son kez sana bakmak için, Neden sonra senin masadan çoktan kalktığını görüyorum. Saçları neredeyse beline kadar olan birisi var yanında. Savrularak parkın çıkışına doğru yürüyorsunuz. Birden elini omzuna atıyor. Sen onun beline sarılıyorsun. Vedat'la benim şaşkın bakışlarımızı gören arkadaşlarından birisi, " Akademideki en çekici hocadır. Ceyda sonunda kafaladı adamı. Aşktan anlamaz ama iyi adam tavlar." Diyor.
Kızın bu sözlerinden sonra Vedat' la göz göze geliyoruz. Ne olduysa o anda oluyor. Bir zehri boşaltır gibi, yüreğimdeki cerahati akıtır gibi, tüm acılardan ve hastalıklardan kurtulur gibi derin bir iç geçirişle bakıyorum Ceyda' nın arkasından. " Hadi kalkalım" diyorum Vedat'a.
(Eylül Dergisi 2003)
1971 Reşadiye Tokat doğumlu yazar Lise ve Üniversiteyi İstanbul’da bitirdi . Kısa süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı. Bağcılar ve Bahçelievler Kültür Mdlüklerinde görev aldı . Pamuk Şekeri Çocuk Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Edebistan Sitesi’nin söyleşi editörlüğünü bir süre sürdüren yazar İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.