Seferlere çıkmak, her daim yolcu olmanın şuuruyla eşinden, çocuklarından, sevdiklerinden, yarenlerinden, yurdundan, yuvasından ayrılmak gerçek yolculuğa doğru yürürken, çıkılan patika yollarda duraklamak, soluklanmak, sorgulamak ve her daim yolda olduğunu hissetmektir bir bakıma. “ Hergün bir yerden göçmek ne iyi, her gün bir yere konmak ne güzel, bulanmadan, donmadan akmadan ne hoş…” Asırlar önce yürek seferini mısralara dizen Celalettin Rumi yolcuğa dair, akmaya, gitmeye, sefere dair anlamlı dizelerle seslenmiş insanlığa…
Nisan 2015 / Salı
Prag
Yağmurlu bir ilkbahar günü nihayet Prag’dayız… İlkbahar yağmurlarıyla, toprak ve çiçek kokuları yalnız caddelerde kuşatıyor ruhumuzu. Yağmur ılık ve üşütmeden öylece yağarken, gri gökyüzü, bitişik taş binalar, her daim yalnızlığa mahkûm kaldırımlar uzanıyor boylu boyunca. Telaşlı, heyecanlı adımlıyoruz bu taş kaldırımları. Kararmış gökyüzünün gölgesi, buhranı yansırken şehrin insanlarının vakur çehrelerine, soğuk, bezgin, fersiz bakışlarıyla bir an karşılaşır gibi oluyoruz. Hep böyle oluyor sanki ve Batı her zaman gri bulutlarla kaplı, kararmış göğünün altında, soğuk yüzlü insanlarına yansımış haliyle hafızamda yer ediyor. Güneş arada bir yüzünü gösterse de yakıcı ve saran kuşatan aydınlığını ve sıcaklığını nadir gönderiyor bedeninden ziyade ruhu üşüyen insanların üzerine… İnceden inceye lirik şiirler gibi yollara, arabalara, insanlara yağan yağmurun tam ortasında buluyoruz aniden kendimizi.
İstanbul’un kurşuni şafaklarına doğru uzanan narin minarelerde akşam ezanı çoktan okunmuştur. Ezan-ı Muhammediye baharla coşan, erguvan, gül, nergis ağaçlarına, yakamozlarla yıkanan martıların kanatlarına, allı pullu cennet ışıltılı boğazın sularına aktığında biz çoktan Batı kapılarında ılık yağmurların altında yürüyor olacağız oysa…
Hrantcany Kalesi
İlk durağımız, Vltaya Nehri’nin sol kıyısına, geniş bir tepe üzerine yatay mimarinin eşsiz örnekliğiyle kurulu bloklar halinde inşa edilmiş Prag Kalesi. “Hradcany olarak da adlandırılan bu bölgede kurulu olan kale “klasik” bir kale özelliği taşımamasının sebebi bölümlerinin farklı mimari stillerde inşa edilmiş olmasındandır” diye açıklamalarda bulunuyor rehberimiz. Görkemli bir halde şehrin merkezi bir tepesine yerleşmiş kalenin her yerini gezmemiz vakit darlığından dolayı imkânsız. Yağmurun hızı artıyor ve biz artık sırılsıklam ıslanıyoruz.
14.yy Katedrali olan St. Vitus, zemin seviyesinde kolaylıkla görülebilen, canavar figürleriyle bezeli heykellerle büyüleyici ve ürperten manzarası ile karşımızda. İçinde bulunan nice kabir Çek tarihinin gizemli, o denli de soylu, aristokrat havasını hala bu günlere taşır gibi. Kalenin içinden geçerek, çan kulesinin tepesine tırmanıp, Prag’ın Eski Şehrin büyüleyen manzarasını görmek olası. Ama biz bu şansa sahip değiliz ne yazık ki.
Manolya, ıhlamur ve pek çok çiçek kokularını, eşsiz peyzaj mimarisinin sergilendiği fıskiyeli havuzları ve asırlık ağaçları geride bırakarak kale gezimizi tamamlıyoruz. Erguvan ağaçlarının pembe, kırmızıya çalan tonları, tarihi köprünün üzerinden, kale burçlarından fışkıran baharın altında manzarayı ölümsüzleştirmek istercesine kadraja alma derdindeyiz. Oysa Vltaya Nehri her şeyden habersiz asırlardır, binlerce insanı ağırlamanın haklı gururuyla sessizce akıyor şehrin ortasına doğru.
Harmuş Ustanın Saati
“ Herkes bir gün geldiği yere geri dönecek yani elbet bir gün toprakla özleşip ölecek”
Şehre hakim bölgedeki kurulu Kale, şehri tam ikiye bölerek ortasından akan nehrin üzerinde bulunan asırlık köprüler, devasa eşsiz mimari ile yapılmış tarihi yapılar ve şehir meydanındaki saat kulesi. Değişmez mimari bir ahengin ayrılmaz parçaları gibidirler. Uyumlu bir ekibiz. Yağmur artık dindi. Güneş nazenin ışıklarını gönderse de ikindi serinliği ortalığı kapladı. Rehberimiz vaktimizin kıymetli olduğunu biliyor ve en önemli görülmesi gereken mekânlara bizleri taşıma telaşında.
Prag insanda güven uyandıran bir şehir. Sakin bir su duruluğunda akıp giden inanların çehrelerinden bu güveni devşirmeye çalışsak da bir Doğulu yüreğini Batı’nın ciddi çehresine misafir edemiyoruz. Yaklaşık yüzde sekseni dinsiz, alkol kullanma oranı oldukça yüksek. Refah seviyesi ve konforlu bir yaşantıyla gelir dağılımı herkesi rahatlatacak seviyede olsa da intihar vakaları açısından trajik bir durum söz konusu. Eşsiz tabiat manzarası, bozulmamış mimari yapısıyla, son derece korunaklı düzenli bir şehrin ortasındasınız. Ama yüreklerin yangını sönmek bilmiyor. Ne maddi anlamda ulaşılan refah, ne alınan tüm ekonomik önlemler açılan manevi gedikleri doldurmuyor. O zaman Rabbimin ayetlerinden bir ayet satır arama ifşa makamında yerleşiyor: “ Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.”
Güneşin batmaya yakın saatlerinde, Prag’ın merkezinde adeta kalbinde yer alan Old Town Hall ( Eski Kent Konağı)nın tam dibindeyiz. 1338 yılında yapılmış eşsiz mimarisi ile yılların değil asırların izini üzerinde taşıyan bina Eski Kent yetkililerinin konaklaması için inşa edilmiş. Wenceslas Meydanı ve Charles Köprüsü arasında bulunan bu eşsiz mimari komplekste, Gotik Tyn Katedrali ve Barok St. Nicholas Kilisesi gibi farklı mimari tarzda pek çok yapı dikkatimizi çekiyor.
Astronomik Saat ( Prague Orloj), meydanın güney duvarının üzerinde oldukça görkemli ve dikkat çekici bir halde akın akın toplanan kalabalıkları ağırlıyor gibi. Akşam sekize doğru heyecanla saate bakıyoruz. Güneş ve Ay’ın konumunu gösteren astronomik kadrana ve takvim kadranına sahip bu saat öğreniyoruz ki; her saat başı Hz. İsa’nın 12 Havari ’sini gösterme özelliğiyle kentin ön önemli turistik değerlerinden birisi.
Astronomik Saat 15.yy sonlarında Charles Üniversitesi’nde profesör olan Hunuş Usta tarafından yapılmış. Hunuş Usta’nın amacı, Kutna Hora şehirlerindeki Kemikli Kilise ’de olduğu gibi insanlara ölümsüz bir mesaj vermektir. Bu mesajı duyunca insanlığın evrensel sancısını ve bitmeyen öte dünyaya ait hikâyesinin herkeste bir karşılığı olduğunu düşünüyorum: “ Herkes bir gün geldiği yere geri dönecek yani elbet bir gün toprakla özleşip ölecek!”
Hanuş Usta, saati yaptıktan hemen sonra dünyada tanınmış bir şahsiyet haline gelir. Ünü artık Kraldan daha fazladır ve adı daha çok anılır. Avrupa’nın her yerinden insanlar merakla saati görmeye gelirler akın akın. Saatin ünü diğer ülkelere de yayılınca başka teklifler de Hunuş Ustaya gelmeye başlar. Diğer ülkelerden gelen bu teklifleri Hunuş Usta kabul etmez. Bu teklifleri duyan Kral, Hunuş Usta başka yerde bu saatin aynısını inşa etmesin diye gözlerine mil çektirir. Yapılanlara dayanamayan ve kör olan Usta, kendini saatin mekanizmasına bırakarak intihar eder. Asıl amacı saati çalışamaz hale getirmektir. Saat elli yıl çalışmaz ama başka bir usta saati çalışır hale getirir.
Saatin etrafında bulunan dört adet kukla, insanların yapmamaları gereken evrensel dört yanlışı hala bu günün modern insanına haykırır gibidir: ‘ Kendini beğenmişliği’, ‘cimriliği’, ‘yaşama karşı isteksizliği’, ‘gece hayatını ve sefahati’. Yine saatin altında bulunan dört kukla da: insanlığı dikkat etmeleri gereken önemli değerlere doğru adeta uyarır. Bunlar; ‘Bilim’, ‘adalet’, ‘astronomi’ ve ‘eğitim’ dir.
KAFKA’NIN ŞEHRİ
Kafka’nın yaşadığı bölgedeyiz. Mütevazı mimarisiyle, artık müzeye çevrilmiş binayı ancak dışardan ziyaret edebiliyoruz. Ernst Fischer, Franz Kafka adlı eserinde: “ Bir aziz değildi Kafka, aziz olmanın çok ötesindeydi. Bir büyük yazardı. Yapıtları da bir çağın son modası olmanın çok ötesindedir; doğrudan dünya yazınıdır.” Böylesine anlamlı tanımlanan dünyaya malolmuş bir sanatçının yaşadığı, soluk aldığı toprakları adımlamak heyecan verici.
Bir çok eseriyle modern çağ insanını yansıtan, onun deva bulmaz çıkmazlarına göndermelerde bulunan yazarın beni etkileyen önemli eserlerinden “ Dönüşüm “ için söylediği dip not bu günün insanına seslenir adeta: “ İnsanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var… Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay. Herkes sürüye katıldığından ötürü güven içerisinde, kentlerin yollarından geçip işe, yemliklerin başına ve eğlenceye gidiyor. Tıpkı büroda olduğu gibi, sınırları iyice çizilmiş yaşam. Böylesi bir yaşamda mucizeler değil, kullanma talimatları, doldurulacak başvuru formları ve kurallar var. Özgürlükten ve sorumluluktan korkuluyor. O nedenle insanlar, kendi yaptıkları parmaklıkların ardında boğulmayı yeğliyorlar.” Yaklaşık yüz yıl önce bilge yazar bu satırlarla insanın çıkmazlarına vurgu yapıyor. Kafka yazdığı anlamlı eserlerle, yaşanan modern trajediye, bu günün dünyasına öylesine anlamlı mesajlar gönderecektir… Ve yazarın eserlerini okudukça, günümüz dünyasında nasıl da modern ve post modern dağılmalarla, tutsaklıkların pençesinde çırpınan insanlığı anlattığını, onu tanımlıyor olduğunu görüyoruz…
Rilke’nin Ağıtları
Asırlar da geçse şehirler medeniyetlerini, sırlarını, üzerinden yürüyen sanatçı duyuşları ve sezişleri ifşa ederler durmaksızın. Bu ifşa sizi yıllar önce asırlık taş köprülerin üzerinden yürümüş, yalnız ve metruk kiliselerin bohem yalnızlıklarında çaresizliğe çıkan dertlerini Tanrı’ya dua makamında yazdığı eserlere ilmek ilmek dokumuş has sanatçılara götürür. O biricik sanatçılardan, dua makamındaki şiirleriyle yaşadığı dönemden ziyade asırlar sonraya seslenişler gönderen ender şair Rilke Prag şehrinden geçmiştir.
Rainer Maria Rilke, on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, Alman asıllı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açıyor. Şehirde Avusturya egemendir ve Almanlar adeta azınlıktır. İçe dönük, ince duyarlılıklarla bu günlere uzanan ölümsüz eserleriyle adeta mistik şiirlerin ozanı Rilke, bu yalnızlıklardan beslenmiş, doğmuş gibidir. Onun uzun suskunluklarından, derin yalnızlıklarından, yüzyılımızın en önemli şiirleri; Duino Ağıtları bu günlerimize kadar dökülecektir.
“ Yalnızlık bir yağmur gibidir
Denizden akşamlara yükselir;
Uzak mı uzak ovalardan gelir,
Ve düşer gökten üstüne şehrin.”
Prag sokaklarında, tarihi köprülerinde, yılların izini taşıyan asırlık mabetlerin karanlık yüzünde Rilke’nin ağıtları an an yüreğime akarken ilk gençlik yıllarım geldi aklıma. Ve bu şehri sevdim. Tanrı diyen, melek diyen, mistik yalvarışlarla, ağıtlarla yaşadığı şehrin insanına, toprağına, ozan duyarlılığıyla inceden inceye iz bırakmış bir büyük şairin Rilke’nin doğduğu bu şehri sevdim.
Akşam yavaş yavaş çöküyor şehre. Şehrin her köşesi tarihi an an yaşatırken yürümek öylece yürümek gerekiyor, asırlık köprülerin, taş kaldırımların, kalın gövdeli ağaçların gölgeliklerine doğru. Sonra aniden şiirler, şairler çıkıyor karşınıza…
Prag’da akşam yavaş yavaş çökerken, bu antik masal şehrin ortasından sessizce hüzünlü bir yalnızlığı ağırlayarak akan, Vltava Nehri ne dalıp gitmiş bir şair, kızıl saçlarını savuran rüzgârlara özlemlerini yüklemiş Nazım geliyor aklımıza.
Kont Lazansky’ nin Prag’da inşa ettiği 126 yıllık kahveden kimler gelmiş kimler geçmiş. Prag’ın müzisyenleri, şairleri, yazarları, aristokratları bu kahvenin dumanlı havasını soluyup nice uzun sohbetler, ateşli şiirler, heyecanlı konuşmalar yapmışlar. Slavia Kafesi’nin duvarlarının birinde; müdavimlerinden Nazım Hikmet’in de küçük bir portresi size gülümseyebilir.
Eski Yahudi Mezarlığı
Havanın kararması, yol yorgunu bedenlerimizin artık tükeniş duraklarına gelmesi, coşkunluğumuzun durulmasıyla tarihi Yahudi mezarlığına bitkin bir halde varıyoruz. 15.yy dan kalma 1787 yılına kadar kullanılmış, akşam alacasında etkileyen atmosferi ile uzaktan seyrediyoruz 1975 yılında restaore edilen mezarlığı. Yahudiler, getto dışına gömülmediklerinden yüz bine yakın ceset, yer yer 12 kat üst üste, buraya gömülmüş. Mezarlığın hemen bitişiğinde Pinkas Sinegogu bulunmakta. İç mekan duvarında soykırımlarda öldürülen seksen bin Yahudi’nin isminin yazılı olduğunu öğreniyoruz. İlk günün yorgunluğuyla artık ruhumuzu daraltan bu mekândan uzaklaşmak istiyoruz. Korku filmlerini andıran yavaş yavaş karanlığa gömülen mezarlık ve Sinagogdan yine Yahudi mahallesinin dar sokaklarından acele geçerek uzaklaşıyoruz.
1971 Reşadiye Tokat doğumlu yazar Lise ve Üniversiteyi İstanbul’da bitirdi . Kısa süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı. Bağcılar ve Bahçelievler Kültür Mdlüklerinde görev aldı . Pamuk Şekeri Çocuk Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Edebistan Sitesi’nin söyleşi editörlüğünü bir süre sürdüren yazar İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.