Mutfaktaydım duyduğumda. Satıcının biri bağırıyordu. Bir kamyon gürültüsüdür gidiyordu sokakta. Ben o esnada mutfaktaydım. Sabahtan beri ne yemek yapsam diye düşünmekten kafayı yiyecektim. Sonunda patlıcan oturtma yapayım dedim. Bizim herif çok sever. Tam patlıcanları tuzlu suya koydum ki, acısını alsın diye, satıcının biri bağırdı:
“Beş kilo üç liraaa. Beş kilo üç liraaa. Patlıcan üç liraaa. Beş kilo üç liraaa.”
Dediğim gibi, o sırada oturtma yapıyordum. Ev ahalisi akşama aç gelecekti. Kırk yıl yemek görmemiş canavarlar gibi mutfağa dalacaklar, tencerelerin başına üşüşeceklerdi. Kaç kere dedim, istemiyorum şu mutfağa girmenizi, sofra kurulacak herhalde, ben sofrayı kurana kadar duş alın, kendi işinize bakın. Yok, laf anlatamazsın bunlara, illa hemen çorlanacaklar. Bir de beğenmezler. Yok, şu yok mu, yok bu yok mu? Her akşam da pilav yenmez ki canım. Ben yapmaktan bıktım onlar yemekten bıkmadı.
Heyheylerim gelmeden başladım patlıcanları soymaya, bir de nasıl aceleciyim, gören peşimden at koşturuyor sanır. Her zaman patlıcanları alaca soyarım ben, el alışkanlığı belki, yine öyle soydum; seviyor sevmiyor, seviyor sevmiyor, seviyor sevmiyor. Her defasında seviyor çıkıyor ama inanmıyorum. Neyse işte soydum, sonra halka halka doğradım, naylon bir kabım var mor renk, onu yarıya kadar su doldurdum, bir kaşık da tuz attım, yemek kaşığıyla, tuzu fazla olunca acısı iyi çıkıyor, doğradığım patlıcanları da içine attım, elimle de şöyle bir bastırdım. İşte tam o anda satıcının biri patlıcan diye bağırdı.
Benim elim su dolu kabın içinde, elimin altında patlıcanlar kımıl kımıl, sokakta bir adam kulağı patlatan bet bir sesle ‘patlıcaaannn’ diyor, bizim herif patlıcanı çok seviyor, bense sabahtan beri ne yemek yapsam diye cebelleşirken sonunda patlıcan oturtmada karar kılıyorum, tam patlıcanları suya koyuyorum ki, adamın biri patlıcan diye bağırıyor, alternatif tıp uzmanı başka bir adam patlıcanda nikotin var diyor, bizim herif inanmıyor, benim başım nikotinle zaten hoş değil, çocuklar yine mi patlıcan diye dudak büküyor.
Bütün bunlar olurken bir başka şey daha oluyor. Gerçekten adamın biri patlıcan diyor, hayal değil, ve beş kilosuna üç lira istiyor. Yani benim aldığımdan daha ucuza satıyor. Çok şaşırıyorum. Hatta donakalıyorum. Aklımdan da kendi kendime, acaba diyorum, yanlış mı duydum, patlıcanlarla uğraşmaktan kafayı sıyırmış olabilir miyim, yoksa gerçekten patlıcan mı dedi adam.
Yemeği ateşe koyar koymaz gidip bakacağım. Çarşamba pazarından kilosuna bir lira verip aldım bu patlıcanları, adamsa beş kilosuna üç lira diyor. Kazıklanmak kötü hissettiriyor. En iyisi yemeği bir an evvel ocağa atayım da gidip bir bakayım, illaki buruşuklardır, tabii canım, yoksa beş kilosunu niye üç liradan versin, herif ahmak mı? Ben daha bir liradan aldım akşam pazarından. Gerçi bizim herif patlıcana giden paraya acımaz. “Patlıcan,” der, “hangi amaçla yenirse o amaca hizmet eder.” Çocuklar sevmez, ben de sevmem, nikotin var diye duydum, duyduğumdan beri tiksinirim, ne yalan söyleyeyim, sevmem nikotin mikotin.
Patlıcanları tencereye bir güzel dizdim, altını da epey kıstım ki yanar manar. Hemen bir kırlent kapıp pencereye tünedim. Bir ben eksikmişim meğer. Bütün komşular camlardaymış. Aşağıda içi patlıcan dolu koca bir kamyon var. Alt katlarda oturan hanımlar cüzdanlarını kaptıkları gibi fırlamışlar sokağa, alan alana. Pek de diri duruyorlar maşallah. Yukarıdan mı öyle görünüyor acaba? Kadınların arasında bizim Elif’i de görüyorum, o sebzeden pek anlamaz gerçi, yine de sesleniyorum: “Elif, Elif kız, nasıl, iyiler mi?” Elif duymuyor. Patlıcancı bağırıyor:
“Gidiyoruz hanım abla, bir daha bulamazsın böylesini, beş kilo üç liraaa, yanlış duymadın hanım abla, beş kilo üç liraaaa.”
O esnada öğle ezanı okunmaya başlıyor. Müezzinin sesi de karışıyor patlıcancının sesine. Karşı komşum altıncı katta oturduğundan, biraz da kilolu olduğundan sokağa inmemiş. “Ama patlıcanlar iyi,” diyor, “iyi görünüyorlar, sen de alsana.”
“Yok, ben almayacağım, bana beş kilo fazla. Adam beş kilodan az vermiyor baksana.”
“Ben on kilo alacağım,” diyor şişman komşum. “Birazıyla reçel yaparım, oğlan seviyor. Kalanıyla da turşu kurarım. Kaç zaman oldu yapmadım.”
Patlıcancıya sesleniyor. Büyük boy pazar çantası salmış aşağıya, ucuna da çamaşır ipi bağlamış. “Patlıcancı, patlıcancı.” Patlıcancı birinin para üstünü sayıyor. “On kilo ver bana.” Ezan hâlâ sürüyor. Patlıcancı şişman komşumu işitmiyor, altıncı katta oturduğu için inmeye de üşeniyor, hâlbuki üşenmese, inip kendi elceğizleriyle seçse en iyilerini. Naçar, patlıcancı duymayacak, reçele, turşuya veda mı etse, ama inatçıdır, kolay pes etmez. “Patlıcancı, patlıcancı.” Çocuğun birine sesleniyor, patlıcancıyı çağırmasını söylüyor. Patlıcancı çırağını koşuyor, “gidip bak hele,” diyor. Çırak bir yandan kadınları sıraya koymakla uğraşıyor:
“Teker teker gelin ablalarım, teker teker, hepinize birden yetişemem ki.”
Biri beş kilo istiyor, biri on kilo, on beş kilo. Kilolar birbirine karışıyor, biri diyor ben on istedim, öbürü diyor ben beş istemiştim.
Benim alt katımda oturan sıska kız da istiyor, o da sepet elinde, camda bekliyor: “Beş kilo verir misin?” Sesi bile sıska. Patlıcancı ilkin duymuyor, ezan bitiyor, kızın yaşlı bir babası var, o da diğer camdan kafasını uzatıyor:
“Beyefendi oğlum, beş kilo da bize ver.” Çırak onların patlıcanını tartıyor, poşete koyuyor. Kız: “İki poşet yap, hepsini birden çekemem,” diyor. Ama çırak nereden duysun. Poşeti sepete yerleştirmeye uğraşıyor.
Yan taraftaki terzi hanım da patlıcan istiyor, o da dünyanın teyelden, iğneden iplikten, kalıptan ibaret olmadığını biliyor, dışarıdaki kâra ortak olmak istiyor, ne de olsa Oflu, kendine özgü şivesiyle patlıcancıya sesleniyor.
“Patlicançii, peş kilo da baa ver daa.” Bekliyor. “Patlicançii, sağar misun?” Kafasını içeriye çeviriyor. “Sağardır sayima bu.” Tekrar aşağı eğiliyor. “Patlicançi, şşşttt, kime diiyyrum, patlicançii, duymaymisun?”
Patlıcancı birine on beş kilo patlıcan tartıyor, bir yandan da beş kilo patlıcanı kısık sesli, sıska kızın sepetine yerleştirmeye uğraşan çırağına bağırıyor: “Olmuyorsa çıkar diyorum sana, çıkar götür diyorum.”
Çırak arkasındaki dünyayla ilişiğini kesmiş. Patlıcanı ille de koyacak sepete, sepet dar, ama o koyacak. “Demedim mi sana ayrı poşetlere koy, hepsini çekemem diye.”
Çırak elinde olsa sepeti liflerinden ayıracak ama. Biraz daha geniş olsaydı ya şu kahrolası sepet. Yaşlı babanın öteki camda ağzı durmuyor: “Kıracaksın sepeti,” diyor. Elini camdan sarkıtıyor. “Kıracaksın sepeti.” Çırak işitmiyor, belki görür diye elini kolunu sallamaya başlıyor. “Kıracaksın sepeti, kıracaksın sepeti.”
Kız da bir yandan bağırıyor: “Al onları, hey, sana diyorum, al, vazgeçtim almıyorum, beş kilo patlıcanı çekemem, duymuyor musun, bırak şu sepeti.” Sepeti çırağın hoyrat ve kara ellerinden kurtarmaya çabalıyor, ama oğlan yapışıyor sepete, yaşlı babanın sıksa ve kıl yumağı kolu camdan sarkıyor:
“Kıracaksın sepeti, bırak oğlum, kırılacak sepet.”
Patlıcancı onların bu halini görüyor, çırağına öfkeleniyor: “Koş çıkar yukarı, gebertirim şimdi seni.”
Çırak bir hışımla sepeti yola getiriyor, patlıcanları nihayet sığdırıyor, sepete de şöyle bir vuruyor, kara yüzünü kaldırıyor, alnı çamura benziyor: “Çek abla, çek.”
Kız çekmeye uğraşıyor. “Çok ağır oldu işte,” diyor. “Sana demedim mi şunları iki poşet yap, çekemiyorum diyorum, ne laf anlamaz şeysin sen.” Sepet öylece sallanıyor, çırak kamyonun üstünden akıl veriyor, bir eliyle de öbür camı gösteriyor: “Baba çeksin, baba,” diyor. Kız: “O çekemez, aptal mısın, o yaşlı, aklın yok hadi, gözün de mi yok?”
Patlıcancı görüyor kızın halini, onun gözü var, zayıf, sıska diye geçiriyor Allah bilir. Gelip sepeti altından tutuyor:
“Bırak ipi abla, bırak ben getiririm.”
Kız bırakıyor ipi, mora kesmiş avuçlarını birbirine sürtüyor. Patlıcancı elinde sepet, arkası dönük çırağının ensesine bir tokat şaplatıyor. “Terbiyesiz seni,” diyor, “koş çıkar şunu yukarı, hadi.”
Çırak, elinde sepet, yüksünerek köşeyi dönüyor, kamyon da ardı sıra geliyor; artık patlıcan yüklü bir kamyon değil o. Onlar gidiyor. Sokağı bir patlıcan kokusudur alıyor. Kimi kızartmasını yapıyor, kimi yemeğini.
Camda olan biteni seyrederken epey vakit geçirmişim. Komşular yemeklerini yapmışlar bile. Yemeğini yakanlar bile var. Birinin tenceresinin dibi fena tutmuş. Ne feci kokuyor, şey gibi…ne gibi…. sanki.…sanki….