Menu
KISA FİLM
Öykü • KISA FİLM

KISA FİLM

Bir kış günü… Mezarlık…

Çam ağaçlarının dallarına tünemiş birkaç tembel güvercin, meraklı bakışlarla etrafı gözetliyor. Ağaçların arasında münzevi bir ruh gibi dolaşan poyraz, sessizliğe adeta meydan okuyor. Bütün sesler, sanki bilinmeyen bir diyara göç etmiş; sadece poyraz…

Ama… Durun! Bir saniye…

Bir ses.. ağlama.. bir kadın…

Mezarlığın köşesinde, yaşlı bir kadın; önündeki mezarın mermer kaidelerinin üzerine diz çökmüş.

Kameramızla kadına doğru biraz daha zum yapıyoruz.

Dün akşam kalp krizi geçirerek vefat eden ve öğlen namazına müteakip toprağa verilen Necmettin Bey’in annesi. Bir yandan yanaklarından süzülen gözyaşlarını başörtüsünün ucuyla silerken; bir yandan da, oğlunun yitip giden sıcaklığını hissetmek istercesine nemli, yumuşak toprağı avuçluyor. Çaresizce…

Ünlü bir iş adamıydı Necmettin Bey. Sahibi olduğu şirketin iş dünyasında muteber bir yeri vardı; bulunduğu noktaya gelebilmek için bir hayli didinmişti. Önce babadan kalma bağı bahçeyi satıp küçük çaplı alım-satım işleri yapmış; sonra arkadaşı Kemal’le işleri biraz daha büyütmüş; konfeksiyon .. gıda.. ihracat.. derken bu günlere gelmişti. Yani film gibi bir hayat yaşamıştı. Ancak biz filmin tamamına değil, sadece cenaze merasiminin yapıldığı küçük bir kısmına bakmak istiyoruz.

Bu yüzden filmin bandını biraz geriye sarıyoruz.

Mezarlıktaki kalabalığın dağılmaya başladığı an…

Hayır, biraz daha geriye…

Cenazenin mezarlığa getirildiği an…

Tamam, burada kalalım.

Etrafta hatırı sayılır bir kalabalık… Mezarlığın girişine sıralanmış son model arabalar…

Kalabalığa biraz daha yaklaşıyoruz.

Önde, mütevekkil bir eda ile yürüyen imam; arkada, omuzlarda taşınan tabut… Siyah takım elbiseli beyler, bakımlı hanımefendiler… Ve cenaze merasiminin vazgeçilmez aksesuarı, siyah gözlükler… Gözlükleri, ağladıklarını göstermemek için değil de ağla–ya-madıklarını göstermemek için takmışlar sanki. Üzerlerine ölümün ürkütücü ağırlığı çöken topluluk yavaş hareketlerle ilerliyor.

Şimdi, kalabalığa iyice odaklanıyoruz ve filmimizi daha da zenginleştirmek için ön sıralardan rastgele belirlediğimiz bir iki kişiye şöyle bir göz atıyoruz.

Nermin Hanım:

Necmettin Bey’in eşi… Henüz otuz beşinde. Bu yaşta dul kalacağı hiç aklına gelmezdi. Bir yandan hafif hıçkırıklarla ağlamaya devam ederken; bir yandan da etraftakilerin “başınız sağ olsun’larını” kabul ediyor nazik baş hareketleriyle. Gözyaşlarının makyajını bozmaması için elindeki mendille ikide bir gözlerini kuruluyor. Biraz sonra eşini koyacakları çukurluğun itici soğukluğu, havanın kuru ayazıyla birleşince iliklerine kadar ürperdiğini hissediyor.

“…İki metrelik bir çukurda; buz gibi toprakla koyun koyuna; bir hiç gibi; yaşamamış gibi… Yokluk… Kat kat karanlıklar; daracık; tek başına… Öl-mek… Aman tanrım!  On sene boyunca ben; yani yaşayan; yani kalbi durmamış, gözlerine toprak dolmamış ben; bu adamla; şu tabutun içinde külçe gibi yatan cesetle mi yaşadım? Yaşıyorum ( muyum?) Öl-mek… Ne zaman geldi, yapıştı yakamıza? Yoksa… Hiç gitmemiş miydi? Devamlı ense köküm-üz-de… Sanki aram-ız-da aşılmaz duvarlar var-dı. Sanki! Keşke son olmasaydı! Yoksa ( imama bakarak)  son değil mi?”

Cenaze, kabre ağır ağır indiriliyor. Defin işlemleriyle uğraşanların kılık kıyafeti kalabalıkla hiç de uyumlu değil; galiba belediye işçileri… Etraftakiler uzak bakışlarla cenazenin, toprağın altında yavaş yavaş kayboluşunu izliyor. Ünlü iş adamı Necmettin Bey’in hayat hikâyesi; namına yaraşır bir şekilde, gösterişli bir cenaze töreniyle, en kaliteli mermerden yapılmış bu kabirde son buluyor.

İmam ahenkli, içli sesiyle Kur’an okumaya başlıyor. Yüzyıllar öncesinden gelen kelimeler, imamın dudaklarından bereketli yağmur taneleri gibi dökülüyor; ancak muhatabını bulamayınca sağa sola rasgele savrulup gidiyor.

Biz yine kalabalığa dönelim. Örneğin imamın arkasında, çam ağacının altında, şişman adamın yanında, defin işlemini izleyen şu beyefendi:

Kemal Bey:

Necmettin Bey’in ortağı… İki de bir, kimseye çaktırmadan saatine bakıyor. Böyle merasimleri pek sevmez. Necmettin Bey’le olan münasebetleri her zaman sıkı bir ortaklık çerçevesinde kaldı.

“ …Ne kadar da kalabalık böyle… İtile kakıla pestile döndüm. Yarınki ihale de tam zamanına denk geldi! Gel de çık şimdi işlerin içinden. Necmettin… Bu işlerin püf noktasını iyi bilirdi. Keşke… Bir de karşılıksız çeklerin faturası bana kalırsa… Üff! Bu gidişle yakında ben de kara toprağı boylarım…”

Kalabalığın durumu bu minval üzere.

Filmin bandını tekrar ileri sarıyoruz.

Necmettin Bey’in annesi halen mezarlığın başında… Annesinin bir tanesi Necmettin’ini burada tek başına bırakmak istemiyor. Buruşuk yanaklarından süzülen gözyaşları taze toprağa damlıyor.

“Oğlum!” diyor hırıltılı sesiyle.

“Mekânın cennet olsun oğlum… Mekânın…”

Hıçkırıklar boğazına düğümleniyor.

Daha sonra ümitsizce ve yüreğinde hiç dinmeyecek bir sızıyla evinin yolunu tutuyor.

“Bunu kısa film yarışmasına mı göndereceksiniz?”

“Evet abi. Güzel olmamış mı?”

(OCAK 2011)

İSMAİL

1983, Kayseri-Develi doğumlu. Selçuk Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden 2005’te mezun oldu. Öyküleri Muhayyel, İtibar, Post Öykü, Aşkar, Temmuz, Hece Öykü, Mahalle Mektebi, Yumuşak G dergilerinde yayınlandı.Eserleri:Öykü: Gergin Bir Yay(2014), Sonrası(2015), Deliliğin Evrensel Tarihi(2019)Roman: Ölüm Kadar Güzel(2017)

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları