Kızgın bir çift el, dünyayı avcunun içine almış, hınçla buruşturuyordu adeta. Odada keskin bir limon kokusu hakimdi. Keskin, çürük, yakıcı... Duvardaki çatlaklardan, etrafına üşüşen kadınların soluklarından, ağlayan çocukların hıçkırıklarından, huşuyla kıpırdayan dudaklardan aynı dayanılmaz, iç bayıltıcı koku yükseliyordu.
Birbirine çarpıp duran omuzlar ve başların arasındaki boşluktan duvar saatini gördü; -giderken almıştı, “döndüğümde onu duvardan indirip unutacağız” demişti- akreple yelkovan durmuş, saniyeyi gösteren o ince, kıl gibi ibre durmakla hareket etmek arasında kalmıştı. İlerlemeye çalışıyor, yekiniyor ama her seferinde başarısız oluyordu.
Komşusu Gülendam, bileklerini ovuyordu. Kendine geldiğini farkedince yemenisini omzundan geriye doğru savurup, “su getirin, su” dedi. Bir çift ayak mutfağa doğru koşturdu. Diğer yanında fısıltıyla Kur’an okuyan Ayşe Abla, sesini yükseltti. “Elemneşrahleke sadrak, ve veda’na anke vizrak...”
Kızgın bir çift el, dünyayı avcunun içine almış hınçla buruşturuyordu adeta. Sesler, birbirine karışıyordu; bozulmuş saatin tiktakları, Ayşe Abla’nın duası, kime ait olduğunu ayrımsayamadığı vahlar, hıçkırıklar, çocuk ağlamaları, evin içinde koşturan başka çocuklar…
Su geldi, Gülendam bardağı dudaklarına yaklaştırdı; “Hadi canım iç şunu, rahatlarsın”
Kendi hıçkırık sesine yabancılaşmıştı. Ağlayışını dinledi. Göğsü sıkışıyordu; ateş…
Oda buruşuyordu, ev, şehir, dünya buruşuyordu. Gömleğinin yakalarından tutup iki yana doğru asıldı, kollarında güç kalmamıştı. Ellerini tuttu başka eller. Yumruklarını açmaya çalıştılar. Direndi. Tırnaklarını etine geçirdi. Kolonyayla ovdular, dua okudular, su getirdiler, vah çektiler, nasihat ettiler, açmadı avcunu.
Ateş, her soluğunda biraz daha büyüyor, daha fazla yakıcı oluyordu. Göğsü alev alevdi. Kısık sesli, titrek bir “ah” çekti usulca. Bir çift kızgın el, dünyayı avcunun içine almış hınçla buruşturuyordu adeta.
Gözleri kapanıyordu yeniden, uyanmak istemediğini düşündü. Karanlığın kollarına bıraktı kendini. Sesleri duymamaya , kokuyu hissetmemeye çalıştı. Son duyduğu, erkek kardeşinin tok sesi oldu;
“Ambulans geldi. Kapının önünde!”
Bir çift kızgın el, dünyayı…
Yumruk yaptığı elleri yavaşça açıldı. Kâğıt, kucağına düştü. Sağlık görevlileri sedyeyle içeri girerken Gülendam, kaybolmasın diye kâğıdı alıp masanın üzerine koydu.
Kara kara harflerle dolu kâğıdın son paragrafındaki iki kelime, gittikçe büyüyor; önce diğer harfleri, kelimeleri, isimleri yutuyor; büyüdükçe büyüyor büyüyor; masayı sonra evi, yas tutanları, gittikçe tüm ülkeyi yutup canavarlaşıyordu:
“Vatan Sağolsun”