Tam bir yıldır her sabah yanağımda klavye izleri, gözaltlarımda biriken yorgun kelime torbalarıyla uyanmaktan sıkılmıştım. Sabahları ayna karşısına geçip sinir bozucu kepek taneleri gibi omzuma saçılmış imge kırıntılarını, saçıma başıma bulaşan aksak kurguları silkelemeye artık katlanamıyordum. Katlanamıyordum çünkü bir yıldır bitirebildiğim, övünülecek tek bir hikâye bile yazamamıştım. İlhamın kesildiğinden, ihsanın benden alındığından artık emindim. Yeni bir hayata başlamam gerektiğini bilsem de o iflah olmaz tutkuyla baş edemiyordum işte.
Bir umut…
Bir ilk cümle, diyordum her yenilgiyle biraz daha büyüyüp genişleyen, beni yutan ahşap çalışma masamın başına otururken, ihtiyacım olan gerçek bir ilk cümle, kendisinden sonrasını muştulayan, kuvvetli, bereketli…
Cümlemi bitiremiyordum, bunu bile…
Göğsümden vurulmuş halde yerde yatarken yüreğim ışıyıp o ilk cümle içime doğuverdiğinde, ne onu bir kâğıda yazacak kadar dermanım ne de zamanım kalmıştı.
Son nefesimde; neden ve kimin tarafından öldürüldüğümü, bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmesi gereken hayatımı düşünecek halde değildim. Tek düşünebildiğim; katilimin o tek cümleyi doğru duyup duymadığı, unutup unutmayacağı ve cümlenin katilimin ellerinde nasıl bir hikâyeye dönüşeceğiydi.