Menu
GÖZLERİM YOLDAYDI
Öykü • GÖZLERİM YOLDAYDI

GÖZLERİM YOLDAYDI

Sabah ezanı yeni okunuyordu.
Gökyüzü lacivert bulutlarla kaplıydı. Gece yarısına dek yıldırımlar çakıp gürlemiş; sabaha karşı ise gözyaşı dökmeye başlamıştı. Hem de ne gözyaşı...
Yatağımdan kalkıp, acele giyindim... Elimde şemsiye. Evden çıkarken, mahallenin genç imamı ezanın “essalât-û hayr-ül minen nevm” kısmını söylüyordu. O an aklıma “Sabah uykusu rızka engeldir,” Hadis-i Şerif’i geldi. Sabahın bu yağmurlu saatinde, in cin top atıyordu sokakta. Köşeyi döndüğümde, yağmur yine hızlanmıştı. Rüzgârla karışık savuruyordu bu kez. Koşar adımla yürüyordum. Şemsiyem ters dönmesin diye de sırtını rüzgâra veriyordum. Pazaryerine geldiğimde ortalık biraz daha kararmıştı.
Pazar yerindeki dükkan sahiplerinden o saatte gelenler, ışıklarını yakmış, tezgahlarına yığmış oldukları malları düzenliyorlardı. Yalnız üstleri kapalı tezgahlardaki esnaflar ise, dükkan sahiplerine göre daha zor durumdaydılar. Bir kez, mal yüklü araçlarını tezgahlarının önüne dek getiremiyorlardı. Tezgah aralarına araçlarla girmek bir dertti, çıkmak bin. Birçoğunun elinde pilli fener. Biri feneri tutuyor, diğeri el arabasında yüklü bulunan malları tezgâha boşaltıyordu. Bazıları ise lükslerini yakıp, tezgahlarının üstüne asmışlardı. Bunun ışığından yararlanarak arabalardaki mallarını çıkarıp tezgâhlarının üstüne yığıyorlardı.
Çalıştığım yere yaklaşınca dükkanın önündeki tezgahı fark ettim. İçimden “Tahir Abi benden önce gelmiş, tezgahı kurmuş.” dedim.
Ben o zamanlar on dokuzundan gün alıyordum, Tahir Abi otuzundan. Kendisi orta boylu, hafif göbekli, kumral, yakışıklı biriydi. Ortaokul mezunuydu. Beş yıllık evliydi ve bu evlilikten bir oğlu vardı.
Dükkanın önüne geldiğimde sağımızdaki ve solumuzdaki komşularımıza selam verdim. Onlar da tezgahlarını düzenleme telaşı içindeydiler. Telaşlarının arasında selâmlarımı almakta kusur etmediler. Benim çalışacağım tezgahın üstü boştu; önünde ve arkasında kimse yoktu. İki tezgahın arasından geçip, dükkanın içine daldım. Tahir Abi, o küçük dükkanda tezgaha çıkarılacak malları ayarlıyordu. O’na da selam verip, kolay gelsin dedim. İçerisi bakliyat çuvallarıyla, gıda ve temizlik maddeleriyle dolu olduğu için adım atmakta güçlük çekiliyordu.
Tahir Abi:
-Ben de seni bekliyordum. Önce şu brandayı açıp, gerelim.
Yorucu bir uğraştan sonra tezgâhın üstünü branda beziyle örtük.
Ardından:
-Sen şimdi şu bezleri al. Tezgahın üstüne ser, dedi.
Şeker çuvallarından yapılmış bezleri, tezgahın üstüne boydan boya döşedim.
Sonra malları dışarı çıkarıp, tezgahı düzenlemeye başladık. Tahir Abi tezgahın üstüne döktüğü bakliyat çeşitleriyle uğraşıyor, ben de ambalajlı gıda ve temizlik maddelerini dükkanın yan duvarlarındaki tahta raflara sıralıyordum.
Tahir Abi tezgâhı benden önce düzenleyip, içeri girdi. Malların çoğu dışarı çıkarılınca içerisi rahatlamıştı. Çuvalların boşaldığı yerlerdeki tahta ızgaraların altlarını temizliyordu. Bu arada ben raflara mal koyma işini bitirince yanına gidip:
- Abi, o iş tamam. Ver ben süpüreyim, dedim.
Elinden süpürgeyi aldım, dükkanın içini temizlerken o da bir taraftan içerde kalan malları elden geçiriyordu. Dükkanın içindeki işimizi bitirince tezgâha döndük. Tahir Abi ellerini beline koyup, tezgahı söyle bir gözden geçirdi... Terazinin olmadığını görünce, bana dönerek:
-Teraziyi de çıkar, dedi.
Dediğini yaptım.
Artık mallar satışa hazırdı.
Yağmurun hızı kesilmişti; ama yine de iyiden iyiye çiseliyordu.
Ortalık ışıyınca el-ayak artmaya başladı.
Bu arada Tahir Abi:
-Hadi bakalım! Müşteriler bastırmadan karnımızı da doyuralım.
-Tamam abi.
Para kasası olarak kullandığımız, tenekeden yapılmış bisküvi kutusundan bir kağıt beşlik uzatarak:
-Şu köşedeki bakkaldan iki ekmek, geriye kalan parayla da zeytin peynir al gel.
Ben bakkaldan gelinceye dek Tahir Abi de tahta ambalaj kasalarından birinin üstüne sofrayı hazırlamış...
Kahvaltı sırasında gezmekten, eğlenmekten söz açılınca Tahir Abi:
-Evlenmek için acele etmemek lazımmış.
-Neden be Tahir Abi.
-Yahu bizim zamanımızda, kızlar böyle değildi. Pek öyle dışarılara çıkamazlardı. Erkeklerle kolay konuşamazlardı, gören duyan olur diye. Şimdi bakıyorum, alış-veriş ayağına gençlerle fingirdeyenler çoğalmaya başladı. Öyle değil mi?
Sustum.
İçimden “Geçen hafta, kıza özel ilgi gösterdiğim için acaba bana mı taş atıyor” dedim.
Yüzüme baktı.
Yorum yok anlamında boynumu sola kırıp, ellerimi yana açtım.
Kahvaltımızı bitirip, tam keyif çayımızı içeceğimiz sırada ilk müşterimiz damladı. Ardından tezgah kalabalıklaştı. Bir taraftan tartıyor, bir taraftan hesaplıyor, bir taraftan da para alıp veriyorduk. Bir ara, o telaş arasında aklımdan “Şimdi çıkıp gelse, ne yaparım?” diye geçirdim. Sonra hemen “ Kalabalıkta gelmesin, istemem. Şöyle tenhayken veya kimse yokken gelsin. Hem özel ilgilenir, hem de pusulayı daha rahat verme olanağım olur.” diye geçirdim.
Müşteriler gittikten sonra, dörde katladığım pusulayı cebimden çıkarıp çekmeceye koydum. O gelince, para üstü verirken onu da kağıt paranın arasına koyup verecektim.
Tezgâhın başında, gözlerim yoldaydı. Gelip geçenleri tarıyordum çaktırmadan. “Acaba” diyordum. “kalabalığın arasında gözümden kaçırır mıyım?” Üç haftadır saat 10-11 arası geliyordu alış-verişe. O anda saatime baktım: 11.05’i gösteriyordu. “Eyvah! Şimdi gelir. Bu kez geç bile kaldı.” Heyecanlıydım o an. Yerimde duramıyordum. Belli etmemek için önümdeki bakliyat yığınlarını harman yaparak düzeltiyordum sözde. Saniyeler, dakikalar ilerliyordu. Gözlerim yıldırım hızıyla gelip geçenleri tarıyordu. Yoktu! Henüz görünürlerde yoktu. Heyecan ve moral bozukluğunu birlikte yaşıyordum. “Ya gelmezse...” diyordum. Nedense aklıma böyle şeyler geliyordu o an. Silip atmak istiyordum, beynimdeki bu düşünceyi; ama silinmiyordu. Bu arada, Tahir Abi durumumla ilgili bir şeyler sezinleyecek diye de çekiniyordum. Bir ara göz ucuyla ona baktım. Neşesi yerindeydi. Bitişiğindeki komşusuyla laflıyordu. “Çok şükür. İşi anlamamış.” dedim içimden.
Pazar iyice hareketleniyordu.
Çoğunlukla yolun sol tarafını gözlüyordum; çünkü üç haftadır o taraftan geliyordu tezgâha. Gözüm oradaydı. Gelen giden yoktu o taraftan.
Bir kez de karşı yola bakayım dedim. İşte, ne olduysa tam o anda oldu! Karşıdaki ara yoldan gelirken gördüm onu. Oradan geleceğini pek düşünmemiştim. Donakaldım. Hayret! Yanında küçük kardeşi de yoktu bu kez. Yalnızdı. Buna da çok sevindim. Daha rahat konuşup, daha rahat göz göze gelebilecektim.
Geçen hafta olduğu gibi, bu hafta da ayağında yine siyah deri çizme, bacağında siyah kadife pantolon, üstünde kemik beyazı boğazlı kazak, sırtında siyah yünlü kaban vardı. Hafif dalgalı siyah saçları, uzun kirpikleri ve boncuk gibi parlayan kara gözleriyle alımlı biriydi.
Tezgâhın önüne geldiğinde:
-Hoş geldiniz.
-Hoş bulduk, dedi gülümseyerek.
İsteklerini sıraladı. Hazırlayıp verdim. Hesabını yaptım. Cüzdanından bir yirmilik uzattı. Parayı alırken göz göze geldik. Paranın üstünü verirken cebimden çıkardığım zarfsız, iyice küçültülerek katlanmış pusulayı kağıt paraların arasına koydum. Ustaya çaktırmadan, metal paralarla birlikte avucuna uzattım. Kendisi pusulayı paranın arasına koyduğumu fark etti; ama belli etmeden aldı.
Ok yaydan çıkmıştı bir kez. İyi mi kötü mü ettiğimi bilemiyordum artık.
Satın aldığı bakliyatları çantasına doldururken yardım ettim. Sonra gülümseyerek “Allahaısmarladık!” deyip, çekip gitti.
Ertesi hafta bekledim, hem de gün boyunca. Gelmedi. Gözüm yollarda kaldı. Saatler geçmek bilmedi. Gün uzayıp, yüz yıl oldu sanki.

***

O gün hava yağmurlu değildi; fakat çok soğuktu. Tahir Abi üşüdüğü zaman ara sıra dükkana giriyor, elektrikli sobada ısınıp geliyordu. Oysa ben, onun yolunu gözlemekten, onu düşünmekten üşümeyi falan unutmuştum. “Acaba” diyordum, “Hava çok soğuk olduğu için mi çıkmak istemedi pazara? Yoksa hastalandı mı?” Bir türlü kesin bir şey söyleyemiyordum; ama gönlümden geçen ikincisiydi.
Gelecek haftayı sabırsızlıkla bekliyordum. Günler geçmek bilmiyordu bir türlü.
O hafta içinde, her gün okuldan çıkınca sık sık çarşıda dolaşmaya başladım. Belki bir iş için çarşıya çıkar da görürüm diye. Ama olmadı. Beş gün boyunca bir türlü karşılaşmadık. Nedense cumartesiye umutsuzdum. Artık son umudum pazar günüydü. Bakalım, bu hafta alış-veriş için pazara çıkacak mıydı?
Cumartesi günleri üç dersimiz olduğu için okuldan erken çıkıyorduk. O gün, araçta gelirken içimden bir his “Bugün hava güneşli ve ılık. Belki çarşıya çıkar, karşılaşırsın.” diyordu. Kalbimin sesine kulak verip, çarşıda indim. Boynumdan kravatımı çıkarıp, kitabımın arasına koydum. Kitaplarımı da koltuğumun arasına kıstırdım. Ne de olsa öğrenci olduğumu belli etmek istemiyordum. Çarşıda tur atmaya başladım. İlkin ana cadde üzerinde, şöyle bir boydan boya gidip geldim. Karşılaşmadım. Sonra ara sokakları dolaşmaya başladım. Bir türlü karşıma çıkmadı, çıkmadı, çıkmadı. Canım sıkıldı, moralim bozuldu. İçimden “Amma da şanssız insanmışım.
Kalabalıkta yılgın ve yorgun bir şekilde yürürken aniden karşıma çıktı. Elim ayağım dolaştı. Şaşkınlaştım. Hemen kendimi toparlayıp:
-Merhaba! dedim.
O da:
-Merhaba, dedi gülümseyen gözleriyle.
Ardından:
- Kenara çekilelim. Gelip geçenlere engel olmayalım, dedi.
Uygun bir yere çekildik.
Benden önce söze atıldı:
-Ne seni, ne de mektubunun cevabını unutmuş değilim. Geçen hafta çok hastalandım, o nedenle pazara dahi çıkamadım. Daha pazartesi gününden mektubunun cevabını yazdım; ama getirip vermek nasip olmadı. Dur, şimdi vereyim.
Bu arada, sol omzundaki çantasını omuz hareketiyle önüne çekip, içinden çıkardığı mektubu uzattı. Sevinçle aldım. Teşekkür ettim.
-Mektubu okuyunca n’olur üzülme.
Birden şaşırdım. O tepkiyle:
-Üzmek istemiyorsan, neden öyle yazdın? demiş bulundum.
-Fazla konuşmak istemiyorum.
-Sebep?
-Lütfen! Sorma.
Gözleri nemlenmeye başladı.
Şaşkınlık içindeydim.
Gözlerinin nemini sildikten sonra:
-Bana müsaade.
-Bu hafta pazara geleceksin değil mi?
-Pazara geleceğim; ama yanına... deyip sustu.
Sonra aniden, elini dahi uzatmadan:
-Allahaısmarladık, dedi.
Çekip gitti.
Arkasından bakakaldım.
Koca çarşı başıma yıkıldı sanki. Duvara dayandım. Gözlerimi kapadım. Bir süre öylece durdum. Kendime gelince tenha bir yere çekildim. Titreyen ellerimle, hemen zarfı açtım. İçinden mektubu çıkarıp, su gibi içercesine okumaya başladım... İki aylık nişanlı olduğunu ve nişanlısının bir ay önce askere alındığını öğrenince şaşkına döndüm...
Birden aklıma “Mektubu okuyunca n’olur üzülme.” tümcesi geldi.

Diğer Yazıları