Güz sonlarıydı. Havalar iyice soğumaya başlamıştı. Kış kapıdaydı.
Kışlık yakacağını ta yazın başında sağlardı, Topal Salih.Öteden beri alışkındı buna. Baba evinde böyle görmüştü; evlendikten sonra da aynı alışkanlığını sürdürüyordu.
Bekarlığında, babasıyla birlikte, dağlardan meşe-palamut kütükleri köklerken ve yaşlı ağaçlardan odun keserken babası öğüt verirdi. “Oğlum” derdi. “Şunu unutma! Aklının bir köşesine yaz: Kış kışlığını, puşt puştluğunu yapar. Yarın evlenince, ilk işin kışlık odununu yazdan temin etmek olsun. İnsan küçükken nasıl alışırsa, büyüyünce de aynısını yapar.” Küçüklüğünden beri bunu kulağına küpe edindi Topal Salih. O yıl da, kışlık yakacağını yazın başında bin bir güçlükle sağladı. Bin bir güçlükle sağladı, çünkü yaşlıydı artık. Yetmişine merdiven dayamıştı. Eskisi gibi takati yoktu. Önceden böyle miydi? Baltayı kaptığı gibi soluğu dağlarda, kırlarda alırdı. Kağnılar dolusu kütük ve odunları evinin önüne harman gibi yığardı.O zamanlar hem gençti, hem de güçlüydü. Avuçlarını tükürükleyip, baltayı eline aldı mı dur durak
bilmezdi... Gün yarılanıncaya dek, kağnı dolusu palamut ve meşe kütüklerini sökerdi. Yeterli kütük bulamadığında, kurumuş palamut ve meşe ağaçlarından dakeserdi. O günler gerilerde, çok gerilerde kalmıştı. Artık felek eşeğine çüş demişti.
Topal Salih’in evinin önündeki palamut kütükleri, son günlerde beklenilenden daha çok azalmaya başlamıştı. Kendisi de bunun farkına vardı. Çalanın kim olduğunu bulabilmek için birkaç gün takip etti; ama sonuç alamadı. Zoruna gidiyordu, hem de çok.
Gençliğinde zorlu bir avrat olan eşi:
-Ah be Salih, dedi. Atalarımız boşuna dememiş. ‘Kurt kocayınca köpeğin maskarası olur.’ Bunca yıldır böyle bir şey gelmedi başımıza. Demek ki bu günleri de görecekmişiz.
Topal yarı öfkeli:
-Anlaşılan o ki, dedi. Son oğlanı da şehre uğurlayınca, arkasız kaldığımızı anladılar.
Ondan yaptılar bunu. Şimdiye kadar niye böyle bir şey olmadı? Çünkü o zamanlar kalabalıktık, güçlüydük. Neyse, ben ne yapacağımı bilirim. Hele bir aklımı başıma toplayayım... Benim adım da Topal’sa, onlara kolay kolay pabuç bırakmam.
O yıl, karakış erken bastırdı. Lapa lapa kar yağdı. Aşırı yağan kar yüzünden yollar kapandı. Yaşam durma noktasına geldi; insanlar evlere, hayvanlar damlara hapis oldu. Evlerin bacalarından dumanlar gece gündüz tüttü. Nasıl tütmesin? Soğuğa katlanılacak gibi değildi. Bu kez, bacalardan ateş eksik edilmeyince, evlerin önlerindeki yakacak yığınları günden güne hızla tüketiliyordu. Topal Salih’inki ise herkesinkinden daha hızlı tükeniyordu. Çünkü, onun gizli bir tüketicisi daha vardı. Böyle giderse, bu kış kıyamette yakacaksız kalacaktı. Endişesi bundandı.
Topal Salih, o günden sonra doğru dürüst uyuyamadı. Günlerce uykusuz kaldı... Uzun kış gecelerinde sık sık kalkıp, kütüklerine baktı. Acaba çalanları yakalayabilir miyim umuduyla. Ama nerde? Bir türlü denk getirip, yakalayamadı hırsızı.
Üç gündür aralıksız yağan kar kesildi, ardından kış güneşi merhaba dedi. Dedi; ama yine de arada bir naza çekiyordu kendini. Buna da razı oldu köylüler. Hiç yoktan iyidir dediler. Bu fırsatı değerlendirdiler: Diz boyunu geçen karları küremek için paçaları sıvadılar. Küreğini kapan sokağa fırladı... Topal Salih ve karısı da bunlardan biriydiler. Karı koca küreklerini kaptılar, önce merdivenden başladılar karları küremeye. Bir kişinin geçebileceği kadar yol açarak ilerlediler. Sonunda, evin önündeki kütüklere ulaştılar. Evlerin önlerindeki yakacak yığınları, üstleri karlarla kaplı küçücük bir dağ görünümündeydiler.
Yorulmuşlardı. Nefes nefese idiler. En çok da Topal Salih yorulmuştu. Burnundan soluyordu:
-Ulan avrat! dedi. Kollarım koptu, kollarım!
Elindeki küreği yere fırlattı. Kürek karın içine gömüldü gitti. Zaten asabi biriydi. En küçük bir şeye bile hemen kızardı. Şerrinden ve kalleşliğinden çoğu kişi çekinirdi. Karısının veçocuklarının, yıllarca elinden çektiğini köyde duymayan, bilmeyen kalmamıştı. Çocuklarını geç; elli yıllık evli karısı bile hâlâ kendisinden tırsardı. Karısı ve çocukları çoğu zaman alttan alırlar, suyuna giderlerdi. Karısı her zaman olduğu gibi yine alttan aldı:
-E be Salih, elbette yorulacaksın. Kolay mı? Yaşın yetmişi geçti. Buna da şükür de. Ayaktasın bak! Yatağa düşmek de var.
-Ne o? Tehdit mi?
-Haşa! Onu nerden çıkardın. Aklımın ucundan geçmedi öyle bir şey.
-Geçmediyse, o lâf ne öyle?
- Aman be adam, sana da iyi bişey söylemeye gelmez.
- Tamam! Kes sesini.
Kadın, kocasının huyunu bildiği için sesini çıkarmadı; çıkarsaydı, aralarında tatsızlık çıkacağını biliyordu. O nedenle sustu.
Birkaç dakika sonra öfkesi geçen Topal Salih, küreği fırlattığı karın içinden geri aldı. Önündeki yakacak harmanından kütük almak için üstündeki karları küremeye başladı. İlk ortaya çıkan kütüğe ulaşınca, küremeyi bıraktı. Koca kütüğü kaptığı gibi kucakladı... O anda aklına bir şeytanlık geldi. Planınıkarısına bile açmadı. Çünkü, o da biliyordu ki, birden fazla kişi arasında bilinen şey, sır olmaktan çıkardı. Sır, ancak kişinin kendisi tarafından gizlendiği sürece sır olma özelliğini korurdu. Atalarımız boşuna dememişler: “Söyleme sırrını dostuna, o da söyler dostunun dostuna.” Bu uygulamaya koyacağı planınıkimse bilmiyordu, bundan sonra da bilmeyecekti.
Kucağındaki kütükle yekine yekine evin yolunu tuttu. Elindeki ıslak kütüğü, ocakta tükenmeye yüz tutan kütüğün üstüne koydu; Islak kütük ateşi görünce cazır cazır etmeye başladı... İçinden: ”Kütükleri aşırıp, yakmak nasıl oluyormuş, göstereceğim ben sana. Çıtır çıtır yakarken sevineceksin; ama sevincin kısa sürecek. Barutlar patlayıp, ocağın ve bacan yıkılınca ‘Eyvah! Ben ne yaptım?’ diyeceksin; ama iş işten geçmiş olacak. Ulan aptal, bir düşünsene. Sen kiminle aşık atıyorsun? Kimin kütüklerini alıp, yakıyorsun? Benim adım Topal Salih. Malıma zarar verenin, çalanın burnundan fitil fitil getiririm...”
Bir hafta sonra hava günlük güneşlik oldu. Kütüklerin üstündeki karlar eridi.
Topal Salih, karısının işi anlamaması için evden uzaklaşmasını bekledi. Ertesi gün hava açık olunca karısı dünürlerinin yanına ziyarete gitti. O gidince hemen planını uygulamaya koydu. Silindir şeklinde, ağzı kapalı teneke kabın içinde, çiftesi için sakladığı barutları söküp çıkardı. Yüklüğün altındaki kapaklı yere koyduğu el matkabını da aldı. Doğru kütüklerin yanına gitti. Başladı kütükleri el matkabıyla delmeye. Bir taraftan deliyor, bir taraftan da içlerini barutla dolduruyor, sonra da çıkan talaşlarla üstünü sıkıştırarak kapatıyordu. Teneke kutudaki barutları bitirinceye dek doldurma işini sürdürdü. Kütüklerin barutlarla doldurulduğu hiç belli olmuyordu. Çünkü, kütükler yosunlu, talaşlıydı. O gün, Topal Salih’i uzaktan görenler, kütükparçalamakla uğraştığını sanıyorlardı.
O günden sonra, Topal Salih beklemeye koyuldu...
Kütüklerin barutla doldurulduğunun ikinci günüydü. O gece, komşusu Hilmi, barutlu kütüklerden el arabasına doldurup, sessizce evinin önündeki odunların yanına attı. Ertesi gün, ikindiden sonra , komşusu Hilmi’lerin evinde büyük bir patlama oldu. Ocak çöktü, odanın içinde yangın çıktı, baca yıkıldı. Gümbürtüyü duyan konu komşu, önce silah atıldığını sandılar; sonra olayın aslını öğrenince şaşırdılar.
Başta Hilmi olmak üzere karısı ve çocukları önce neye uğradıklarını şaşırdılar. Kısa bir şoka girdiler. Kendilerine geldiklerinde telaşa düştüler. Olayı duyan konu komşu, akrabaları soluğu orada aldılar. Ortalıkta bir koşuşturmacadır gidiyordu. Kimi tutuşan eşyaları söndürmeye çalışıyor, kimi dışarı atıyordu...
Topal Salih, kalabalığın üstüne geldiğinde yangın söndürülmüş, baca yıkıntıları temizleniyordu. Gülmemek için kendini zor tuttu. Hilmi’ye, patlamanın nedenini bilmiyormuş gibi safça:
-Geçmiş olsun, dedi.
Hilmi dileği kabul edip etmemek için ilkin duraksadı, sonra gözünün içine bakarak:
-Sağ ol, dedi.
Başka bir şey söylemedi. Sinirinden eli ayağı titriyordu. Topal Salih’e tekme tokat girişmemek için kendini zor tutuyordu...
Topal Salih ise, gelebilecek tepkilere karşı hazırlıklıydı. Hilmi’’den bir hareket gelirse, meskeninde falan demeyip, göz kırpmadan girişecekti. Çünkü, Hilmi’nin böyle bir şey yapacağını aklının köşesinden geçirmemişti.
Topal Salih evine dönerken yolda kendi kendine: “Ulan Deyyus, kütüklerin ateşinde keyif çatarken iyi miydi?...” diye söyleniyordu.
(Kasım 2006, Çiğli/İzmir)