Çocuklar uyanmadan kendimize gelmeliyiz canım hadi!..Gel!.. Artık sitem etme! Şimdi koyabilirsin başını göğsüme. Buz tutmuş gibi soğuk olsa da yanağın, gel! Saçlarından başka hiçbir şey değmesin tenime. Ne olur sadece bir kere... Lütfen bir kerecik daha olsun, başını kaldır ve yine bak gözlerime. Görüyorsun işte! Vallahi dökecek yaş kalmadı artık gözlerimde.
Ah yine üşümüş bak ellerin! Benim masum meleğim. Uzat suçlu ellerimin arasına. Şu soğuk, katılaşmış parmaklarını avuçlarımda tutup koynumda ısıtayım. İncitmeyeceğim bir daha inan bana! Yalvarırım korkma! Çünkü kızmayacağım! Kızgın olmayacağım bir daha sana asla!
Bak gözlerimin içine, yalvarırım lütfen bırakıp gitme ve beni son bir kez daha bağışla! Terk etme kaderime!
Yüzün soldu, göz altların morarmış. Gözlerini kapa! Biraz uyumalısın. Dudaklarından pıhtı pıhtı kan sızıyor. Bastır yaşmağını, kanı durdurmalısın!
Sana kaç kez söyledim, saçlarını bir daha böyle bağlama diye?! Geri zekalı mısın nesin? Şu köylülüklerinden ne zaman vazgeçeceksin? Babam köyden getirdiğinden beri neysen, on senedir öylesin! Hiç mi değişmezsin, hiç mi dinlemezsin! Kızarsam keseceğimi adın gibi bile bile yine örmüş, ucunu lastikle birleştirmişsin! Allah’ın cezası mısın nesin?
Yok, yok dur!.. Bekle! Bu kez incitmeyeceğim, hemen tedirgin olma! Bırak kalsın ellerin, hemen çekme! Bakma öyle sitemlice gözlerime!.. Kulağına en sevdiğin türküyü fısıldayarak çözeceğim saçlarını şimdi kendi ellerimle.
Ne kadar yumuşaklar. Dokundukça parmaklarımın arasından kayıp duruyorlar. Dalga dalga göğsüme vurdukça saçlarının kokusunu duyuyorum. Kokunla birlikte varlığının sindiğini hissediyorum üstüme başıma, yüzüme gözüme, tüm zamanlarıma ve her zerreme!..
Kızgın değilim sana şu an korkma! Sokul hadi, daha bir sokul kucağıma. Lütfen, bağırsam bile çekip gitme, dur!.. Sonsuza dek kal böyle kollarımın arasında! Böyle uzak, böyle soğuk, böyle kaskatı, böyle yabancı değil ama, en istekli, en kadınsı, en aşık halinle... hadi dön, sımsıkı sarıl bana!..
Kokun... Yine gül kokulusun... Gül mü koydun göğüslerinin arasına? Ah canım, sanki seni hiç böyle sarmamış, böyle koklamamışım! Saçlarına, yüzüne böyle dokunmamışım.
Meğer sarı saçlarını deli gönlüme ne sıkı bağlamışsın. Geceden sabaha kadar çözmek için uğraşsam da çözemiyorum... Yüreğime ve parmaklarımın arasına dolanan saçlarını.
İhtiyacın vardı değil mi? Okşayışlarıma aç olduğunu hissediyorum!.. Duvağını çözdüğüm ilk geceki gibi; tedirgin ama teslimsin yine de. Yüzünde en hırçın zamanlarımın ürküntüsü. İfadelerine sinmiş korku izleri, ağıt. Burnundan gömleğime damlayan pıhtılaşmış kanlar kadar koyu bakışların. Işıltısız, bulanık, donuk, siyah.
Hatırlıyor musun? Ne kadar masum, ne kadar çocuksuydun odana girdiğimde. Gözümün önünden bir türlü gitmiyor ilk geceki o çocuksu halin.
Gözlerinin altında morluklar oluşmamıştı o zamanlar. Saçların öfkemin rüzgarında henüz dağılmamıştı. Şimdi, şu parmaklarımın arasına dolanmış saçlar hiç yolunmamıştı evet, tutam tutam kopmamıştı.
Ha bir de... Küpelerin vardı, koyu sarı. Her baktıkça bana babaannemi hatırlatır, midemi bulandırırdı. Kopup dağılmamışlar şimdi kanayan kulağından.
Duvağını çözdüğümde taktığım kolyen duruyor ama. Boynuna takıp, seni kollarıma aldığım zaman!.. O zamandan bu güne kalabilen tek sağlam eşyan!
Ne kadar da güzeldin. Değmemişti öfkemin izi, o körpecik yüzüne. Korkunun izi bile yoktu, ne yüzünde ne de güzel gözlerinde. Korkmamış, hırpalanmamıştın. Kan oturmamıştı kaşının üzerine. Ve öpülesi dudaklarının üstüne patlamamıştı öfkem. Kırılmamıştı dişlerin, yumruk yumruğa yüzüne vurduğum dün geceki gibi.
Şimdi yüzüne dokundukça anlıyorum. Meğer umursamışım, aman Allah’ım! Dalından koparıp hırpaladığım çiçek!..
Öpülesi dudakların seni aldığım ilk günkü gibi; “ey uçurum çiçeği!” Kısa ömürlü ama sonsuz bir özgürlük taşıyan o içkin masumiyetiyle. Dokundukça insanın parmak uçlarına kadifemsi bir safiyet bırakan koparılmış olsan bile. Kırılası ellerim, kırılası ellerim; ben kendimi nasıl, nasıl affederim? Dalga dalga göğsüme vurup dağılan şu güzelliğe karşılık gelecek kaç kadın var dünyada? Nasıl vazgeçerim? Nasıl dayanırım yokluğuna?
Kahretsin!.. Bu kadar masum olmak zorunda mıydın bilmiyorum. “Allah’ım, dayanamayıp şuracıkta boğacağım!” dediğimde bile yine elsiz, yine masumca bakıyordun. Geberiyordum her gece kafa çekmekten! Bu evde sevdiğim kadınla yaşamak istiyordum. Sırf babam istedi diye seninle evlenmek zorunda kalmaktan nefret ediyor, gücüm bir sana yettiğinden hıncımı senden çıkartıyordum.
Hiç mi şeref, haysiyet duygusu hissetmezdin be kadın erkeğine karşı? Gelmişine geçmişine sövdüğüm zamanlarda olsun ne olurdu karşılık verseydin. Her seferinde bayılıncaya kadar döverdim. Sen ise her defasında seccadene sığınır, benim için Allah’tan merhamet dilenirdin... Nasıl gözümün önünden gidecek, bu yaşananları nasıl hiç farz edeceğim?
“Sevmiyorum seni” diye ittiğim zamanlarda başını önüne eğip sakinleşmemi bekleyişin... Küstüğüm zamanlarda göz göze gelmek için onca didinişin... Her bakıştığımızda gülümseyişin... Beni sevmişsin meğer, her şeye rağmen beni ne çok sevmişsin.
Hatırlıyor musun?.. Sen her “Allah iyi etsin!..” dediğinde, “İstemem, benim için bir daha kimseye dilenme” derdim. Yüzüne isyanımın gölgesi düşerdi. Sen hüzünlenirdin, ben içerdim. “Sus” der gibi yüzünü ekşittikçe ben “Hatta kötü etsin! Kötü etsin de şuracıkta alayım; şu baş belası kafanı kopartarak canını çıkartayım!” der, elime geçeni üstüne fırlatır, işlemediğin suç için af dileyinceye kadar öfkeyle döverdim. Bazen seni kendinden geçinceye kadar incitir, sonra çeker giderdim. Günlerce eve gelmez, geldiğimde de ya sızar ya da sabahlara kadar sana küfrederdim.
Edemedim işte, “Yetti artık, sevmiyorum, istemiyorum bu kadını!” dediğimde her defasında herkesin senden yana çıkmasına tahammül edemedim. Ben, başka bir kızı istiyordum ama sen her seferinde çocukları öne sürerek buna izin vermedin.
“Çocuklarmış!.. Zaten hepsi bir bela! Gömeceğim onları da şu manyak karıyla aynı mezara!”diye naralar attığımda keşke çekip gitseydin. “ Dur!.. Bu şişe de bitsin, göreceksin!” dediğimde seccadenin üstüne diz çöküp boynunu bükmeseydin. “Bu gece son gecendir” demiştim ve buna rağmen işte buradaydın, gitmemiştin!.. Gidecek bir yerin mi vardı sanki? Keşke gidebilseydin.
On sekizimden beri hayatımı seninle geçirmiştim. Yetmez miydi? Sevdiğim birini isteyemez miydim? Neden her şeyi mahvettin! Niçin benden korkup çekip gitmedin, söyle niçin?
Dur dediğimde durmasaydın! Ne bileyim ben?.. En azından çıksaydın şu lanet olası odadan, kaçsaydın! Her zamanki gibi çocukların odasına sığınıp kapıyı kapasaydın. Defolup banyoya gitseydin ya da! Kapıyı kapayıp ben kapıyı tekmelerken komşu teyzeden yardım isteyip her zamanki gibi beni hacı amcayla hanımının kolunda dışarı attırsaydın.
Söyle, dün gece neden öyle vazgeçtin? Neden bıraktın yaşama tutunan ellerini? Neden boyun eğdin? Yüzünde beliren o ifade de neydi öyle bakınca gözlerime? Neydi daha az önce selam verip seccadenin üzerine geri gönderen şey seni öyle? Daha demin, beş dakika önce günlüğüne bir not karalıyordun. Keşke o günlüğü şimdi değil de o anda okusaydım! Bir kerecik olsun açıp ne var diye baksaydım! Allah’ım ben sana ne yapmışım? Okudukça resmen çıldıracağım.
“Kolundan tutup kaldırdığımda eğilip bebeğin yanağına dokunuşun... Biliyor muydun?.. Belki de olacakları seziyordun. Yok nasıl hissedebilirsin ki? Ne planladığımı sevdiğim kadına bile söylemiyordum.
Niçin yalvarır gibi bakıyordun çocukların odasında? Niçin merhamet dilenir gibi içlice dönüp dokundun yeniden kızının saçlarına? Seccadeni neden katiline arkanı dönüp serdin? Hiç hak etmediğim halde bana nasıl, niçin güvendin?
Ellerim titriyordu, sen seccadeni seriyordun. Yüzüme bile bakmadın, elimi boynuma götürmüş namaza durmanı bekliyordum. Birinci rekatı kılışını durup öylece seyrettim, terliyordum. Ben sinsice sana doğru yaklaşırken ve sen gölgem de düştüğü halde seccadenin üzerine, üstelik baş belası ayyaş bir herifin tekiyken hele, huşuyla namaza devam ediyordun.
Sen son secdedeyken boynumdaki kravatı çözmek üzereydim. Selam verirken göz göze geldik hatta! Hüzünlüceydin. Başını diğer tarafa çevirirken tuhaf belki ama mutlu hissetmiştim. Gözlerimin içine bakıyorken o kıravatı boynuna asla geçiremezdim.
Omuzlarına dokununca korkuyla titredin. Elime yumuşakça dokundun hemen sonrasında, gülümsedin. Dönmeye çalıştın, kendince karşılık verecek, yüzüme bakacaktın. “Canım” ya da onun gibi bir şeyler mırıldandın. İzin versem belki de aylardır yüzüne bakmayan bu ayyaşa yine kadınlık yapacaktın.
Kravatı boynuna sardığımda birden kapıya baktın. Neden, kimin gelmesini bekliyordun, niçin umutlandın? Kimin kurtarmasını?.. Kim bilir belki de... Hemen her gece çığlık seslerinle uyanan kızımızın ayaklarıma kapanıp senin için yalvarmasını diliyordun.
Lanet olsun!.. Çocuklara gizlice uyku ilacı içirdiğimi bilmiyordun! “Baba zorla şurup” verdi dedikleri neydi? Neden bir kez olsun benden kuşku duymuyordun? Neden, söyle bana neden ölümünün benim gibi birinin elinden geleceğini beklemiyordun?
Tüm kuvvetimle kravatı gırtlağına saplarken kaskatı kesilip ellerime kenetlendin. Ne çırpındın, ne de elimi yüzümü tırmaladın. Gözlerimin içine bakarken ilk anda niçin gülümsedin? Sonra yalvarır gibi ama her halinle kendini teslim ettin. Ne kolay bir kurbandın öyle ne sessiz, ne sakindi can verişin.
Boğulurken bile berrak bir su gibi dingin baktı gözlerin. Ama bir an, sanki her şeyinle başka bir şeye baktığını hissederek ürperdim. Dönüp baktım, içeri ansızın kızımız girecek ve beni suçüstü yakalayacak sandım. Korkmuştum. Sonra pencereden sızan ay ışığının duvardaki fotoğrafa yansıdığının farkına vardım.
Çocuklarımız, o çerçeveden bize bakıyordu. Katil babalarının, masum analarını her gece hırpaladığı gibi bu gece de canını teslim aldığına tanık oluyorlardı. Ellerim gevşedi kendiliğinden. Kravatı gevşettim birden, kendimden tiksinmiştim. Gözlerine baktım. Çoktan can vermiştin.
Sen, uzun zamandır ilk kez kollarımın arasındasın, kokunu duyuyorum. Gittikçe soğuyan teninin sıcaklığını... Kollarımın arasından kayıp giden sevgili! Tutmak istiyorum seni sonsuza dek kollarımın arasında sıkarak. Ağlıyorum... Ama sen gidiyorsun ve ben seni ilk kez bu kadar yanımda istiyorum. Sen gidiyorsun ve ben daha şimdiden seni deliler gibi özlüyorum. Bakışlarını duvardaki çocuklarından ayıramayan bu hüzünlü kadını...
Bu yüzden gitme işte! Diriyken hiç okşayamadığım saçların, parmaklarımın arasından kayıp kayıp giderken gitme böyle. Gitme!.. Bırakma beni. Hadi sabah oldu! Uyandılar çocuklar. “Anne” diye seni çağırıyorlar!
(MEHTAP YILMAZ, DİCLE SIZISI, SELİS YAYINLARI, İSTANBUL 2007)