Menu
GECE VE YABANCI
Öykü • GECE VE YABANCI

GECE VE YABANCI

Aylardan mart, dışarıda soğuk vardı. İnsanın kanını donduruyordu. İliklerine varıncaya kadar donduruyor, hareketsiz bırakıyor belki de ölümün soğuk kucağına atıyordu. Dışarıda kalmak, ölmek demekti.
Kadın pencerenin püsküllü perdesini azıcık araladı. Korkak gözlerle dışarıya baktı. Ürpertiyordu. Ürkek bir kuş gibi bakarak dışarıda olmamayı arzu ederek perdeyi kapattı ve gürül gürül yanan sobanın yanın döndü. İçinden “Allah hiç kimseyi bu havada dışarıda bırakmasın.” diye dua etti. Haberlerde duymuştu soğuktan donup ölen insanları. Zaten dışarıda da kimsecikler görünmüyordu. Bu havada bırakın yürümeyi, göz açıp bakabilmek bile mümkün görünmüyordu.
Akşam olmuş, hava sakinleşip durulmak yerine daha da öfkelenmiş, öfke kusuyor, öfke kokuyor, öfke korkutuyordu...
Nerden geldiği belli olmayan kar tanecikleri, fırtınanın etkisiyle hedefi olmayan kurşunlar gibi yön gözetmeksizin, delicesine sağa sola savruluyor, bulduğu en küçük deliklerden bile girerek üşütecek, donduracak bir canlı, bir hedef arıyordu kendine.
İnsanlar bunu bildikleri için evlerden, bulundukları yerden çıkmıyorlar, çıkamıyorlardı. Bu fırtınanın sakinleşmesini, öfkesine hâkim olmasını ve beyaz ölümün beyaz düşe dönüşmesini bekliyorlardı.
Beyazdı, temizdi, güzeldi, duygusallıktı, ahenkti, belki de birazcık da gizemdi. Kar yağarken sakin sakin, seyretmek ne güzeldi! Kar, farklı duyguları yaşatıyordu insana. Saflıktı, masumluktu, tabiilikti aynı zamanda. Ama öfkesini kustuğu anda tehlikeliydi, yıkıcı, dondurucu ve ürkütücü...
Akşamüstü hava her zamankinden daha önce kararmıştı. Dışarıda görülen karanlık, karın beyazlığı ile farklı bir armoni oluşturmuştu. Dışarıdaki sokak lambaları her zamankinden önce yanmıştı.
Evin kadını sanki birini bekliyormuşçasına, arada bir pencereye gidiyor, yine dilinden aynı duayı bırakmıyordu.
İçindeki sıkıntıyı anlatamıyordu. Belki de ifade edemiyordu. Düşünceleri altüst, karmakarışıktı. Evin erkeği hanımına kızdı. İkide bir pencereye yönelmesinin, perdeyi aralayıp dışarıya bakmasının anlamsızlığını birkaç kez ifade etti. Kadın, “içinden geldiğini, kendini engelleyemediğini, duygularını tutamadığını” söyledi. Erkek, artık bir şey demekten vazgeçti, yorulmuştu.
Akşam ezanı okunalı nice zaman olmuştu. Dışarıdaki kar fırtınası devam ediyordu. Kadın bir kez daha baktı dışarıya. Sokak lambasının ışığında hareket eden bir karaltı vardı. Dikkatle izledi birkaç dakika. Bir kadındı. Her tarafı sarmalanmış, gözleri bile nerdeyse açık değildi. Kucağındaki çocuk, sımsıkı sarılmış üzeri sıkıca örtülmüştü. Kadın, ne yapacağını bilmez bir şekilde, bir o yana bir bu yana kararsız, umutsuz ve çaresizlik içinde gidip geliyordu.
Kafasında birçok düşünce oluşuverdi birden. Bu kadını kocası mı dışarı koymuştu? Eğer öyleyse barbardı, canavardı. Bu hava da dışarı konmak, ölmek demekti. Veya yolunu kaybetmişti. Evini bulmamıştı...
Kadın, “İçeri alalım!” dedi kocasının gözlerinin içine bakarak. Yalvarırcasına bir kez daha yineledi az önceki söylediklerini. Adam, “olmaz” dedi kesin bir karalılıkla.
Adam konuşmasına devam etti:
-Daha dündü terör saldırısında ölen tanıdıklarımız. Ya terörist ise? O zaman ne yapacağız biz?
Kadın bu cümlelerle biraz rahatladı. Olabilir, düşüncesi zihninden akıp geçti. Ve sessizliğe gömüldü.
Perdenin aralığından dışarıya bakmaya devam etti.
Kadın çaresizdi, kadın bitkindi, kadın umutsuzdu. Kadın şaşkındı, kadın ne yapacağını bilemiyordu. Bir karaltı, bir kuytu arıyordu kendisine, daha çok çocuğuna. Çocuğuna daha çok sarılmıştı. Daha çok sıkmıştı kucağında. Belli ki çocuk soğuktan üşümüştü ve ağlıyordu.
Kadının aklına tekrar düştü dışarıdaki soğukta üşüyen kadın ve aciz çocuğu.
İçinden “Ne olursa olsun.” dedi. Almalıyız içeriye.
Dışarıda donmalarına razı olamazdı. Kocasına döndü:
-Olamaz, olmaz. Biz sıcakta otururken onu dışarıda bırakamayız. Ne olursa olsun, almalıyız içeriye. Sonra Allah kerim...
Dışarıdaki kadın, perdenin aralığından kendinin izlendiğini hissetmişçesine kapının zilini çaldı.
İçerdekiler heyecanla, o kadının kapının zilini çaldığını düşündü.
Adam:
-İşte bela geliyor, dedi. Sonumuz geldi.
Kadın ısrar etti:
-Almalıyız içeriye. Donmalarına izin veremeyiz. Ölümlerine ortak olamayız. Çocuk var kucağında.
Erkek:
-Çocuk değilse, dedi.
Kadın her şeyi göze almıştı:
-Çocuk değilse; almayız içeriye olur biter.
Bu düşünce erkeği biraz rahatlattı:
-Tamam, dedi. Çocuk değilse almayacağız.
Birlikte yürüdüler kapıya. Karşılarında bitkin, ayakları üzerinde zor duran, soğuktan donmak üzere olan, zor konuşan bir kadın vardı. Kucağındaki örtünün altından da gücü bitmek üzere olan bir çocuğun sesi geliyordu. Kadın ve erkek birbirlerinin yüzüne baktılar. Dışarıdaki kadın yalvarıyordu durmadan:
-Allah rızası için beni içeriye alın. Çocuğum donmak üzere...
Kapıyı sonuna kadar araladılar. Kadın içeriye girdi. Ayakkabılarını çıkarmada zorlandı. Evin hanımı yardım etti ayakkabılarını çıkarması için. Odaya geçtiklerinde buzdan adam gibi görünen haline acıyarak baktılar. Kadın ilk önce çocuğunu ısıtmaya çalışıyordu. Çocuk ve annesi, yabancı duygularla, yaban durdular istemeden.
Adam, hâla şüphelenmeye devam ediyordu. Terördü bu, nasıl geleceği, nasıl davranacağı belli olmazdı. Sonra kendini hedef almış olabilirlerdi. Sadece şüpheci gözlerle izledi olan biteni.
Kadın, başından geçenleri anlattı. Olur mu böyle şey, dedirtecek cinstendi mazereti. Bir önceki ilde istasyonda inmesi gerekirken inmemiş, uyuyakalmıştı. Zorunlu olarak da buralara kadar gelmişti. Hepsi buydu olayın. Erkeğe pek inandırıcı gelmedi. Kadın, inanmak istiyordu olan bitene. Acımıştı kadına ve çocuğa.
Erkek ve kadın sabaha kadar uyumadı. Diğer odada dinlenen kadın, sabah olduğunda daha iyiydi. Daha canlı ve daha dinlenmişti. Çocuğun gözleri de daha canlıydı, daha sevecen ve daha hayat doluydu.
Sabah kahvaltısını yaptıklarında, kadın gitmek istedi. Dışarıda hava sakinleşmiş. Her yer pırıl pırıl güneşti.
Erkek ve kadın, gece eve aldıkları bu yabancı kadını, zaten evlerinin önünde olan istasyona götürdüler..
Biletini alıp trene bindirdiler. Kadın:
-Allah razı olsun sizden, dedi. Allah ne muradınız varsa versin.
Ev sahibi kadın, duygulandı gözünden iki damla yaş süzüldü:
-Allah’ın rızası kapıyı açtırdı, dedi sessizce.
Kadın, trenden el salladı kalanlara. Çocuk, trenin penceresinin camına resim çektirircesine yapıştı. Gülümsüyordu hayata, evlerine alan adamlara ve güzelliklere, güzel duygulara, güzel duygulu insanlara...
Eve döndüklerinde rahatlamışlardı. Çok önemli bir iş yapmanın dayanılmaz mutluluğuydu gözlerinde beliren. Erkek, kadına anlamlı, minnet duygularıyla baktı. Merhametin güzelliği ile odaya dolan rahmet ikliminde soluklandılar.
Bir yıl sonrasıydı...
Kadının erkek kardeşi askere gitti. Yer İstanbul. Soğuk bir kış günü. İstanbul’un soğuğu bellidir hani. Askere gelen genç gidecek bir yer bulamadı. Kalacak bir yer bulmak için dolaşıp duruyordu. Hava kararmış, sokaklar kimsesizlere, evsizlere, yurtsuzlara, kopuklara, sapıklara kalmıştı...
Şaşkınlık içinde dolaşıp duruyordu. Çaresizlik iliklerine kadar işlemişti. Ne yapacağını bilemiyordu. Bir kuytu arıyordu donmayacağı.
Sabahın olmasını bekleyeceği bir karaltı aradı. Bulamadı işte, yoktu.
Bir adam belirdi karanlıklar içinden:
-Gidecek yerin yok mu? dedi, gizemli bir şekilde.
Genç sevinçten diyecek bir şey bulamadı. Çaresizdi.
-Yok, dedi.
Adam:
-Beni takip et, dedi. Evine götürdü.
Evet bu soğukta ölmekten kurtulmuştu.
Adam eve girdiğinde herkese selam verdi ve ekledi:
-Bugün bir misafirimiz var. Tanrı misafiri. Sıcacık ortamda, sıcacık yemekler yendi.
Genç, hikâyesini anlattı. Herkes sessizce dinledi. Genç, kendine verilen odada rahatça uyudu.
Sabah olunca soğuk caddelerde adımlarken, ablasının bir kış gününde çocuğu ile annesini bütün tehlikeye rağmen eve almasını hatırladı. Gözleri doldu. Ağladı. İçi ısındı. Şükretti sayısızca. Şükretti.
Teşekkür etti ablasına...

Diğer Yazıları