Arkadaşıyla şehrin kalabalık caddelerinde bir ırmak gibi akıp giden insan selinin içinde (çoklukta, yokluk ve varlığın yaşandığı bir günde) yürüyordu. Her sokağın, sokak köşelerinin, kaldırımların, park kenarlarının farklı insanlar tarafından tutulduğunu gördü.
Arifeydi. Bir gün sonrası bayram.
Bayram telaşıydı yaşanan. Her yerde bayrama hazırlık yaşanıyordu. Seyyar satıcılar müşteri kapma yarışındaydı sanki. Baloncular, kazakçılar, topaç satanlar… Pamuk şekercilerden, bayram şekeri satanlara, elbisecilerden telefon satanlara kadar…
Arkadaşının teklifiydi namazı Selçuklulardan bu yana ayakta kalan, tarih kokan camide kılmak. Onun için caddede yürüyorlardı. Her adım başı yardım toplayanların çokluğu dikkatlerinden kaçmadı. Kimisi “Allah rızası için bir yardım!” diyor, kimisi sessizce sadece avucunu açıyor… Kimisinin yüzü yerde, yaptığı işin yanlışlığının farkında, bir diğerinin yüzsüzlük yüzünden dökülüyor, pervasızca kurduğu cümlelerle yardım istiyordu.
Birden durdu. Bir kadındı onu durduran. Kucağında çocuk, elbisesi pejmürde, çocuk bakımsız, yüzü güneşten kararmış, ihtiyaç sahibi olduğu hemen anlaşılıyordu.
Arkadaşına döndü.
-Biraz yardım edelim de cebimizin bereketi artsın, dedi.
Elini cebine attığında parası olmadığını hatırladı. İçi burkuldu. Yardım yapamadığı için üzüldü. En sonunda yeleğinin cebinde iki lira buldu. Biraz utanarak kadının avucuna bırakıverdi. Niyeti yardım etmekti, cebinden çıkan da buydu.
Yanındaki arkadaşı cebindeki son iki lirayı bereketini artırmak için veren arkadaşından dolayı çok sevindi. Ne güzel arkadaş, dedi. Sonra da cebindeki parayı vermediğinden dolayı çok utandı. Bunca bolluğun içinde yokluğu düşünememesinden dolayı kendine kızdı. İçinde bulunduğu utançtan sıyrılmak, rahatlamak, vurdumduymazlığının verdiği duyarsızlıktan kurtulmak, aymazlığının vicdan soğukluğundan uzaklaşmak düşüncesiyle yavaşça arkadaşının kulağına fısıldadı:
-Ne ihtiyacı var ki, dedi.
Arkadaşı gayet sakin, olgun bir tavırla:
-Soralım, dedi.
Kadın utangaçtı, kadın çekingendi, kadın sessiz kaldı…
-Kardeş ne ihtiyacın var, diye ısrar edince cevabı kesin, keskin ve kısa bir cümle oldu:
-Çocuklarımın elbiseleri, dedi.
Adam, cebine elini attı. Birkaç tane yüzlük saydı. Elinin içinde sıkıştırdığı parayı kadına uzattı:
-Bayramınız mübarek olsun, dedi.
İçinde bir mutluluktu yaşadığı. Arkadaşının söylediği sözler gönlüne nakış nakış işlendi. “Cebimin bereketi arttı.” diye söylenirken yüzü gülümsedi. Paranın birinin işine yaraması ne kadar güzelmiş, diye iç geçirdi.
Kadın artık yardım istemekten vazgeçip sevinçle yürüdü. İçinden gerçekten ihtiyacı varmış, yoksa gitmez istemeye devam ederdi, diye düşündü.
Arkadaşı Nazif’in yaptığı bu davranış hoşuna gitti. Sadece “Allah kabul etsin.” dedi.
Yolda huzur dolu yürüyüşe arkadaşının anlattıkları eşlik etti:
-Peygamberimizin arkadaşlarından birinin anlattığı olay bir hayli ilginç, dedi ve sahabenin anlattıklarını paylaştı: “Allahın elçisi Hazreti Muhammed, Elhâkümü't-tekâsür sûresini okurken yanına geldim. Bana: İnsanoğlu malım malım, der. Hâlbuki âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? Gerisini ölümle terk eder ve insanlara bırakır.”
Nazif, konuşmasını sürdürdü.
-Peygamber (s.a.v): “Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyun.” demiştir. Hal böyle iken bize düşen görev de bellidir. Onların hayatları böyleydi. Dünya için mal biriktirmek yerine dünyada hayat sürebilmek için çalışırlardı. Diğer kalanları da sadaka olarak dağıtmayı önerirlerdi. Malın sadaka ile eksilmeyeceğini de söylemiştir.
Arkadaşı duydukları karşısında çakıldı kaldı. Cimrilik yaptığını düşündü. Utandı. Kafasında yapması gerekenler sıralandı. En yakınlarından başlamalıydı. İhtiyaçlarını öğrenmeliydi…
Ezan bitmek üzereydi. Adımlarını sıklaştırdılar. Nazif, konunun eksik kaldığını düşünüyordu. Bütünleyecek sözleri içinde kalmamalıydı.
-Ha bir şey daha, diye devam etti konuşmasına. Allah, isteyeni (dileneni) de azarlayıp-çıkışma! diyor. Eğer yardım edebilirseniz yardım edin. Eğer yardım edemezseniz yumuşak sözle ve nezaketle özür dileyin.
Ezan bitmiş kapıdan içeri adım atacaklarında kapıda duran dilenciye baktı. Dilenci olduğunu bilerek cebindeki bozukları avucuna bıraktı.
Yeni bir pencereden hayata baktığını düşündü. Sanki daha huzurluydu.