Ben çocuktum. Babam gençti. Ben ona ne söylersem beni anlıyordu. Ama ben onun söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. Başka lisanlardı konuştuğumuz. Bu sebeple onunla konuşabilmek için onun lisanını öğrenmeye karar verdim. Hemen başladım çalışmaya. Çok meşakkatli oldu. Yıllar sürdü. Ama sonunda onun lisanını öğrendim. Geçtim babamın karşısına. Onun lisanıyla konuştum. Beni anladı. Ve bana cevap verdi. Tuhaftı. Lisanı değişmişti onu yine anlamıyordum.
“Baba,” dedim, “yıllarca uğraştım senin lisanını öğrenmek için. Çabaladım. Yıllar geçti. Genç bir adam oldum. Ve sonunda öğrendim lisanını ama sen neden bu lisanı terkettin. Oyun mu oynuyorsun benimle?”
Cevap verdi bana. Saçlarına hafiften aklar düşmüştü, gözlerinin kenarlarında ince çizgiler belirmişti. Dudakları… ağzından dökülenler… hiçbir şey anlamadım. Söyledikleri anlamsız kelime yığınları olarak kulaklarıma girdi ve çıktı. Sinirlendim. Dur dedim, yine yapacağım dedim, bu lisanı da öğreneceğim. Yıllar sürdü yine. Ama sonunda yaptım, öğrendim lisanını babamın. Bu arada evlendim, ilk çocuğumu kucağıma aldım, ona agu agu bile yaptım. Sevdim. Mutlu oldum. Babamın karşısına geçtim.
“Şimdi konuşacağız işte seninle baba,” dedim. Gülümsedi. Bir şeyler söyledi bana. Usul usul… İhtiyar bir adamdı artık, yavaş ve tane tane konuşuyordu. Saçı dökülmüş, boynu eğrilmişti. Dili dönüyor ve bana bir şeyler söylüyordu. Usul usul. Buna rağmen söylediklerinden tek kelime anlamadım. Çok sinirlendim. Ama azmettim. Bu lisanı da öğreneceğim dedim ve hemen çalışmaya başladım hep yaptığım gibi. Yine yıllar sürdü çabalamam. Yıllarımı aldı. Ama bu sırada babam öldü. Onu toprağa verdim. Çocuğum büyüdü. Okullara gitti, okullar bitirdi. Babamla konuşmaya olan hasretimi oğlumla konuşarak gidereyim dedim ve oğlumu karşıma aldım.
Anlattım ona.
Beni anlamadı.
“Dilini anlamıyorum baba,” dedi. Ben onun bana dediklerini anlıyordum halbuki. Ama bir zamanlar çok iyi bildiğim o lisanı anlasam da artık konuşamıyordum, bunu anladım. O zaman oğlumun benim konuştuğum lisanı öğrenmek için yıllarca çaba göstereceğini de anladım tıpkı bir zamanlar benim yaptığım gibi. O zaman tebessüm ettim oğluma.
“Oğul,” dedim.
“Şimdi benim lisanımı öğrenmek için çalışmaya başlayacaksın ve biz buna hayat diyeceğiz,” dedim.
Oğlum baktı yüzüme boş boş. Sinirlendi ve kalkıp gitti.
Güray Süngü, 1976 yılında İstanbul Kadırga'da doğmuştur. İlk eserlerini Hece Edebiyat Dergisinde yayımlamıştır. Daha sonraki yıllarında Hece Öykü, Vio Edebiyat, Kaçak Yayın Özgür Edebiyat gibi dergilerde kısa öyküler yazmıştır.Güray Süngü, öykülerinde en fazla ölüm, yalnızlık ve yabancılaşma temalarını işlemektedir. Çoğunlukla zihin bölümleri ile gelişen kurgu ağırlıklı öyküleri tercih etmektedir.
Güray Süngü, Düş Kesiği adlı romanını 2010 yılında yayımlamıştır. Roman Oğuz Atay roman ödülünü kazanmıştır. Yazarın son romanı olan Kış Bahçesi 2011 Türkiye Yazarlar Birliği roman ödülüne layık görülmüştür.