“Bu çocuk sakat doğacak, istersen onu öldürebilirsin.” Bebeğim sakat mı? Deli bu doktor. Eminim! Duvardaki tablodan belli deli olduğu. Şu ölüyü inceledikleri tablo! Ölü de kim? Orda upuzun yatan. Etrafında toplananlar? Hepsi doktor. Şu siyah pelerinli, siyah şapkalı, elinde makas tutan? O da doktor ama dersi o anlatıyor. Ne dersi? Anotomi dersi. Ölüyü niçin inceliyorlar? Birini nasıl öldüreceklerini öğrenmek için. Ne biçim bir tablo bu? Onu bir ressam yapmış olamaz. Yoksa.... Buldum! Onu elinde makas tutan siyah pelerinli doktor yaptı. Ölünün sol kolu neden parça parça? İnceliyorlar. Sağdan farkı ne sol kolun? O kol sakattı. Onun için mi öldürdüler adamı? Bilinmez fakat onu sırf bu dersi yapabilmek için bile öldürmüş olabilirler. Belki de bu doktor da şu makas tutanın öğrencisi. Buraya nasıl geldi? Tablodan düştü. Tablodan düşen kahve içiyor. Bir yudum, bir yudum daha... Kahvesi dökülsün üstüne, gömleği simsiyah olsun. Beyaz konuşmayan beyaz giymesin. Şuraya yazıyorum, bu doktor mutlaka tablodan düştü. O da ölü inceleyicisi. Yoksa bebeğimi… “Bu çocuk sakat doğacak, istersen onu öldürebilirsin? Eğer doğurursan pişman olursun.” Masanın üstündeki, çerçeveden gülümseyen kız çocuğu kim? İki beyaz kurdele. Sarı saç. Saçları ne zaman uzamış bebeğimin? Her zaman, şimdi bile uzuyor. Kim sarışın bizim ailede? Babam. “Saçlarımı kesme, Saçlarımı çöpe atma!” Kim? Ben mi senin saçlarını kesip çöpe atmak istiyorum bebeğim? Sakatların saçı var mı? Ayşe’nin var. Saçı varsa niye sakat? Ayakları yok. Ayaklarını göremiyorum, nerde ayakların? Niçin çerçevenin içinde değil? “Ayaklarım var, sadece sen göremiyorsun onları.” Görmek istiyorum ayaklarını. Elini, kolunu hatta her yerini! Saklarsam? Saklarsan sır olur. Sır ne? Senin bilmediğin. Ben de gizli olan. Kimse bilmesin öyleyse sırrımızı. Tablodan düşen doktor? O da. Elindeki makas? Hazırlık! İstersem...“Bu çocuk sakat istersen onu öldürebilirsin. Eğer doğurursan pişman olursun. Bu çocuk iki kere iki dört ettiğini bilmeyecek.” Bizim sınıfımızda iki kere ikinin dört ettiğini bilemeyen vardı, onu niye öldürmediler? İki kere iki: Dört. Beş olsa? Olmaz. Biri dört dedi, herkes dört diyecek. Elmalar kırmızı olacak ayvalar sarı. Tabloda sapsarı yatıyor ölü. Bir ölüden ne öğrenilebilir ki? Şimdi onu ellerinizle kesiyorsunuz. Peki, az sonra ne olacak? O ellerinizle çay içeceksiniz. Ya ölünün donmuş kanı tırnaklarınızın arsında kalmışsa? Olamaz mı? Yüzünüzdeki balmumu renk nereden geliyor biliyor musunuz? Işığınız ölüden yansıyor da ondan! İki kere iki dört diyemeyenler ne yapsın? Kadavra olsun. Ya kadavra olmayanlar ne yapsın? Keşke kadavra olsaydım desin? Demesin. Sarı saçlı kızın örgüleri beline kadar uzansın. Nasıl tararım ben o kadar uzun saçı, kessem olmaz mı? ”Saçlarımı çöpe atma” Tablodan düşen doktor? Onun tırnaklarının dibi kan dolu. Benim tırnaklarım? Henüz değil. Henüz değil ne demek? İstemene bağlı? Ne demek istemene bağlı, ben ölüye dokunamam ki. Gerek yok. Sen kendi kanına dokunursun. Kendi kanım mı? “Bu çocuk sakat doğacak, istersen onu öldürebilirsin!”