“Bir Avuç Toprak,” Tatar Edebiyatı’nın önde gelen yazarlarından Ayaz Gıylecev’in vatan hasretini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seren psiko-sosyolojik bir eseridir. Fatih Kutlu’nun mükemmel çevirisi ile Türk okuyucusun beğenisine sunulan bu eserde, Mirveli ve karısı Şemsigiyan’ın doğduğu toprakları terk ettikten sonraki yaşama tutunma çabaları anlatılır.
Bir AvuçToprak, iç içe geçmiş bir ana, bir de alt öyküden oluşur. Ana öykü, Şemsigiyan’ın tren yolculuğu esnasında hastalanmasıyla başlar, trenden indirilip bir köy hastanesine götürülmesiyle devam eder ve orada öldükten sonra vatan toprağına gömülmesiyle son bulur. Bu kurgu, hikayede beş günlük bir zaman dilimini kapsar.
Alt öykü ise, Şemsigiyan’ın ölümünden hemen sonra, kocası Mirveli’nin yaşadığı ruhsal çözülme sonucu, zihninden geçenleri bir iç konuşma şeklinde anlatarak geçmişe bakmasıyla başlar ve o andan itibaren geriye giderek elli sekiz yıllık bir zaman dilimini kapsar. Önemli itiraflar, iç hesaplaşmalar ve pişmanlıkların konu edildiği bu kurgu, öykünün sonunda ana öyküyle birleşerek son bulur.
Bir Avuç Toprak’ta Başkarakterler Mirveli ve karısı Şemsigiyan’dır, yan karakterler ise Mirveli’nin babası, trendeki yolcular ve köylülerdir. Hikaye ağırlıklı olarak Mirveli ve Şemsigiyan’ın çevresinde geçer. Yan karakterler akışa yardım etmek için figüran olarak kullanılır.
Hikaye ve roman gibi kurgusal metinlerde genellikle yazar, karakterlerini anlatının ilk bölümlerinde uzun uzun tasvir eder. Anlatı boyunca da karakterlerini bu tasvire göre hareket ettirir. Bir Avuç Toprak’ta durum böyle değildir. Karakterler hikayenin başında tam olarak tanıtılmaz. Hikaye boyunca, kurgu için ne kadar gerekliyse o kadar tanıtılırlar. Bu, yazarın karakterlerini serbestçe geliştirmesine yardım ettiği gibi okuyucunun da merakını diri tutar ve kahramanları öykünün sonuna kadar dikkatle takip etmesini sağlar.
Bir Avuç Toprak’ta, karakterleri göstermek kadar onlara hayat vermekte önemlidir. Bu nedenle hikayede karekterler durağan tasvir edilmezler; eylemle, doğayla, ruhsal durumla harmanlanarak canlı, hareketli o anki gelişmenin bir parçası olarak tasvir edilirler.
“Burçak resimli, süslü gömlek giyen genç kızın fincan gibi kocaman gözlerinden iri iri damlalar dökülüyordu…”
“Şemsigiyan sessiz yatıyor, kırdan esen rüzgar onun saçlarını dalgalandırıyor; balmumuna çalan yüzünü azıcık açıyor, tekrar kapatıyordu...”
Bir Avuç Toprak’ta dil anlatım biçimlerine uygun üsluptadır. Yazar vermek istediği bilgiyi vermesi gereken sırada, miktarda ve zamanda vermiştir. Kurgu oluşturulurken seçilen bazı söz ve söz öbeklerinden yazarın kültürel birikimi ve düşünsel yapısı hissedilmektedir.
Akıcı ve sade bir dille kaleme alınan öyküde zaman zaman şiirsel bir anlatım da göze çarpmaktadır.
“Mirveli ölmedi, yaşıyor diye haykırasım geldi.”
“Yumruğumla alev alev yanan bağrımı dövesim geldi.”
“Avazım çıktığı kadar bağırasım geldi.”
Hikayenin bir anlatıcısı vardır. Bu üçüncü tekil şahıstır. Anlatıcı her şeyi gören, bilen, anlayan fakat taraf tutmayan birisidir. Onun bu yaklaşımı okuyucunun kendi değerlerine göre öyküyü algılamasını ve yorumlamasını sağlar.
Anlatıcı hikayeye sona yakın bir yerden başlar ve ilk üç bölümde öyküyü kronolojik olarak anlatır. Bu bölümlerde hikaye etme ve gösterme teknikleri uygulanır, diğer anlatım şekillerine hemen hemen hiç yer verilmez. Sadece bir iki yerde geriye dönüş tekniği uygulanır ki onlar da geriye dönüşten çok geriye bakışa benzeyen hatırlatmalardır. Bu bölümler Şemsigiyan’ın hastalanmasından ölmesine kadar olan bölümlerdir.
Şemsigiyan’ın ölümünden sonraki bölümlerde hikaye farklı bir boyut kazanır. Hikayenin içinde ikinci bir hikaye başlar ve bundan sonra iki hikaye iç içe devam eder.
“Elli sekiz kilometre” ki bu anlatıda Şemsigiyan’ın öldüğü hastanenin bulunduğu köyle doğduğu köy olan Karaçura arasındaki mesafedir ve ikinci hikayede önemli bir yere sahiptir. Mirveli’ye kendisinin ve Şemsigiyan’ın ömrünü hatırlatır. Karı koca ikisi de elli sekiz yaşındadır.
Yazar hikayenin birkaç yerinde “elli sekiz yıl” sembolünü çağrışım amaçlı kullanarak geriye dönüş yapar ve bu geriye dönüşte bilinç altı, bilinç akışı tekniklerini uygular, Mirveli’ye iç konuşma yaptırır ve böylece kahramanlarının geçmişlerini tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer.
Hikayede iç içe iki öykü olmasına rağmen öyküde olağanüstü bir bütünlük hakimdir. Bunun nedeni, bağlantı ve geçişlerin iyi kurgulanmasıdır. Yazar bu bağlantı ve geçişlerde sembollerden ve çağrışımlardan yararlanmış, üstelik bunu öyle ustaca yapmıştır ki okuyucu bu geçişlerde adeta bir ruhsal durumdan diğerine savrulmuştur.
Bir Avuç Toprak’ta doğa tasvirleri de önemli yer tutar. Yazar doğayı tasvir ederken onu sadece göstermemiş; eylem ve şahıslarla bütünleştirerek canlı olmasını da sağlamıştır.
“Çimenlerin, papatyaların, yoncaların olduğu at arabasına uzanmış, yumuşacık gözleriyle, doğduğu toprakların mavimsi kırmızı gökyüzüne bakarak Şemsigiyan’ın ölüsü yatıyor…”
“Ceset taşıdığını hissetmişçesine kırat toynağıyla yeri eşeliyor, küçük küçük toprak parçacıkları, ayaklarının altından çil yavrusu gibi dağılıyor…”
“Mirveleli Şemsigiyan’ın ölüsünü taşıyan arabaya iki eliyle tutunmuş tek başına yürüyor…”
“Yemyeşil, yumuşacık çayıra dizilmiş bembeyaz kazların üzerinden Mirveli’nin kocaman gölgesi geçip gidiyor…”
Bir Avuç Toprak’ta vurguyu güçlendirmede semboller önemli yer tutar. “Şemsigiyan’ın şalı” koruma kollamayı, “menekşe” çocuk özlemini, “işlemeli mendil” sıla hasretini, “sarı bülbül” ise Şemsigiyan’ı öylesine etkileyici bir şekilde sembolize etmiştir ki her bir sembol okuyucunun yüreğinin derinliklerinde silinmez izler bırakmıştır.
Yazar hikayesini kurgularken benzetmelerden de yararlanmıştır. Şemsigiyan’ın öldüğü hastanenin bulunduğu köyle gömüleceği köy olan Karaçura arasındaki yolu (ki öykünün hemen hemen tamamı burada geçer) Mirveli ve karısının yaşamlarına benzetmiştir.
“Yol karmakarışık, sıkıntılı ve uzun, tıpkı hayatımız gibi.”
Mirveli bu yolda karısının ölüsüyle tek başınadır ve kendisiyle yüzleşmektedir. Karısı doğduğu topraklara gömülmesini vasiyet etmiştir. Mirveli onu götürmek zorundadır. Fakat köylüleri ona kırgındır. Belki de sırf bu yüzden onları köye kabul etmeyecekler ve Şemsigiyan’a bir avuç toprağı çok göreceklerdir.
“Karaçura’ya dönme güneşin battığı yöne gitme gibi karanlık.”
Yazar hikayesini kurgularken, ülkesinin kültürünü yansıtan söyleyiş biçimlerini de öykünün içine büyük bir ustalıkla harmanlamıştır. Genelde atasözleri, özdeyiş, deyim kullanılarak yapılan bu harmanlamada asla göze batma ve didaktiklik yoktur.
“Beyaz martının bile gölgesi siyah düşer.”
“Yalnız ağacı rüzgar kolay devirir.”
“Zenginlik bir anlık insanlık bir ömürlük.”
“Ömrünün bir saplamalık iplik gibi kısaldığını hissetmek”
“Saban toyları, saban turgayı, Sığırcık boranları, talak boşanma, kulak zengini...”
Yazar hikayede Türk kültürüne ait değerleri de büyük bir başarıyla verir. Bunların arasında yardımlaşma, paylaşma, sadakat, bağışlama gibi değerler vardır. Hikayede yazar özellikle bağışlamaya vurgu yapmış bunu Mirveli’nin öyküsü üzerinden vermiştir. Her şeyini yakıp yıkıp köyünden kaçan Mirveli’yi, otuz yıl sonra geri döndüğünde köylüler affetmiş ve onu bağırlarına basmışlardır.
Hikaye, sıradan iki kişinin yaşamları üzerinden birçok sosyal olguyu gözler önüne seren, mükemmel kurgulanmış bir metindir. Yazar bu kurguyu yaparken asla taraf tutmamış, olgu hakkında verilmesi gereken bilgiyi tüm çıplaklığıyla, abartmadan ve okuyucuyu rahatsız etmeden vermiştir.
Bu sosyal olguların başında Mirveli’nin ve Şemşigiyan’ın hayatlarını altüst eden olay olan Mirveli’nin babasından miras kalan topraklara dönemin Sovyet hükümeti tarafından el konulması gelir ki Mirveli bu eyleme dayanamaz ve babasından kalan tüm malı mülkü yağmaladıktan sonra karısını da yanına alıp memleketini terk eder.
Yazar, Mirveli ve Şemsigiyan’ın doğdukları toprakları terk ettikten sonra yaşadıkları duygusal travmayı (ki bu Şemsigiyan’ı ölüme götürür) tüm gerçekçiliği ile gözler önüne serer ve yorum hakkını okuyucuya bırakır.
Yazarın hikayedeki dikkat çekici yaklaşımlarından biri de Mirveli’nin babasından miras kalan topraklara kolhoz yönetimi tarafından el konulmasına yaklaşımıdır ki yazar bunu hikayede vurgulamak istemiş ve Şemsigiyan’ı konuşturarak tüm açıklığıyla vermiştir.
“Bu servet bizim neyimize? Alın terimizle mi kazandık biz bunları? Ne kadar çok kişinin kanlı yaşlar döküp biriktirdiği haram mal bunlar... hepsini bırakıp çıkalım bu evden. Kolhoz idaresi doğru düşünmüş.”
Bir Avuç Toprak’ta yazar, bütün bu sosyal olayların insan üzerindeki psikolojik yansımalarını verirken Kahramanı Mirveli’yi, hiçlik sınırına kadar taşıyıp öyküye felsefi bir boyut da kazandırmıştır.
“Ölmüş olsaydım! Hep bunu düşünüp durdum! Ben ölmüş de olsam hayat böyle akmaya devam ederdi. Bütün köylü eskisi gibi yaşar, güler, oynar, işlerine bakardı. Demek ki ben basit ehemmiyetsiz biriyim! Öyleyse ben bu dünyada neden varım.”
Sonuç olarak “Bir Avuç Toprak” bağrında onlarca yaşamsal deneyimi barındırarak temelde vatan hasretini çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer. Öyle ki otuz yıllık bu hasret, sonunda, Şemsigiyan’ın içinde habis ur olur, büyür, Şemsigiyan’ı öldürür. Mirveli bu otuz yılı hiç yaşamaz ve “bir avuç toprak hasreti” Mirveli’yi daha yaşarken öldürür. Yazar Ayaz Gıylecev de bu hikayesiyle “Bir avuç toprak dediğin nedir ki... Biz onu her yerde buluruz!” diyenleri bir kez daha derin derin düşündürür.