Kadim dostum Fazıl Sağıroğlu’na…
Hücre…
Üç adım…
Bir-iki-üç; duvar… Bir-iki-üç; duvar…
“Konuş” diyorlar! Ne söyleyeyim?
Burada insan adını bile unutuyor.
Elektrik vermeden önce parmağımı kesiyorlar. Böylece, daha uzun süre ölmeden acı çekebileceğim. Ceryan vücudumda geziniyor; kesik parmağımdan kanla birlikte fışkırıyor. Ben acıyla bağırıyorum, onlar gülüyor.
Acı… Acı… Acı…
Artık eskisi gibi canım yanmıyor aslında. Çıplaklığımdan da utanmıyorum. Anlamsız bir kelimeye dönüşüyor acı.
İşkence, hücre… Kısılıp kaldım. İnsan, bu yapılanlara dayanabiliyorsa başka nasıl ölüyor ki!
Umutlanıyorum.
Gece mi, gündüz mü! Ayıramıyorum. Hep karanlık? Bir martı çığlığı duyuyorum. Kanatları yüzümü yalayıp geçiyor. İyot kokusu genzimi yakıyor.
Martı, soğuk taş yatağımın üstünden süzülüp giderken peşine düşüveriyorum. Her seferinde aynı. Başıma gelecekleri biliyorum. Kendimi tutamıyorum. Dursam? Gitmesem. Ama nasıl? Bir çığlık ki; hep çağıran, gel diyen. Gitmeliyim. Duramam. Hele kanatları yüzümü yalayıp geçince, Şükran’ın saçları savruluyor sanki. İşte o zaman kaybediyorum kendimi. Şükran gel ediyor. Hep o günbatımına doğru yürüyüşü geliyor aklıma. Üstümüzde martılar uçarken, o dönüp bana bakıyor. Sonra günbatımına doğru yürüyor. Güneşin kızıllığı, Şükran’ın saçlarına vuruyor. Göğsümde, incir ve zeytin ağaçları boy atıyor. İçim içime sığmıyor. Martı olup uçsam…
“Voltajı yükseltin.”
Kanadımı kırıyorlar hemen. Ama ben umutlanıyorum.
Gece mi, gündüz mü! Ayıramıyorum. Hep karanlık? Bir martı çığlığı duyuyorum. Kanatları yüzümü yalayıp geçiyor. İyot kokusu genzimi yakıyor.
Şükran, martı oluyor. Günbatımına doğru uçuyor, uçuyor. Nasıl dururum? Gitmeliyim.
Martının peşine düşüyorum; bir-iki-üç… Küt! Alnım duvarı delemiyor… Hep böyle oluyor.
Hücre…
Bir-iki-üç; duvar…
Martı çekip gidiyor. Bir türlü tutamıyorum.
“Konuş!”
“Anlat! ” “Devleti devireceksiniz, ha; altında kalmayı hiç düşünmeden? Kimin için çalışıyorsun?”
Martı diyorum, umut dolu bir çığlıktır. Acı içinde kasılıp kalıyorum. Ne güzel insanlar ne de Şükran; her şey ne kadar uzak artık; burada ölürken.
Akif Hasan KAYA: 1977 Balıkesir doğumludur. Öykü ve denemeleri Aşkar, Post Öykü, Muhayyel, İtibar, Yediiklim, Ğ, Hece Öykü dergilerinde yayımlandı. İlk kitabı Islak Kibritler ile 2012’de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Yılın Hikâyecisi ödülüne layık görüldü. Bazı kitapları Arnavutça’ya çevrildi. Kitapları: Islak Kibritler (Öykü, Okur Kitaplığı, 2012, İz Yayıncılık, 2017)Ölmüş Oyuncaklar müzesi (Öykü, İz Yayıncılık, 2014)Uzun ve Lacivert Günler (Öykü, İz Yayıncılık, 2015)Bu Bir Aşk Hikayesi Değildir (Öykü, İz Yayıncılık, 2017)