Menu
AZİZİYE
Öykü • AZİZİYE

AZİZİYE

Hava soğuk. İnsanın iliklerine işliyor. Ellerini birkaç defa sıcak nefes üfledi. Defalarca birbirine sürdü hızlıca.

Evden çıkarken aldığı abdest için sevindi. Bu soğukta buz gibi suda abdest almanın soğukluğu içini titretti.

Ezan okunalı bir hayli olmuştu. Derhal namazını kılmalıydı, yoksa bütün gün aklının ucunda duracak, hiçbir işten zevk alamayacaktı.

En yakın camiye yürüdü. Cami muhteşemdi. Anlatacak ifade bulmada zorlandı. Çok farklıydı. Birkaç kez minarenin alemine kadar gözleri indi çıktı.

Caminin bir benzerini görmemişti. Osmanlı dönemine ait olmalı, düşüncesi aklından akıp geçti. Diğer camilere göre gösterişliydi. Kesme düz taşlar çok düzdü, çok düzenliydi…

Pencereler çok büyük, diye iç geçirdi. O dönemde nasıl ısıtıyorlardı sorusu belli belirsiz zihninden geçti.

Hızlıca kapıdan içeri girdi. Cami sıcacıktı. Ortasına kadar yürüdü. Etrafına bakındı. Defalarca namaz kılmıştı burada. Bugün biraz daha duygusaldı. Her şeyin ölümlü olduğu duygusu onun çok yumuşatmıştı. Dünyanın anlamsızlığı ve anlamlılığı konusunda kafasındaki soruların cevabını defalarca düşündü. Yıllar, yüzyıllar öncesindeki insanların eseri olan bu cami ayakta ama hani nerede onlar, dedi yok işte.

Tekbir aldığında huzurlu bir yolculuktu yaptığı sonsuzluğa. Duvarlara, mihraba, minbere, kubbeye nüfuz eden düşünceleri, duygularının eşliğinde uzadı ve uzun bir yolculuk yapıyor gibi çarşılara, sokaklara, dükkânlarla dolu bedestenlere daldı…

Başında sarık, üstünde gömlek, ayağındaki şalvar ile karşılaştıklarına selam veriyordu. Dükkânına girmeden yan komşusu olan dükkânın kapısını açıp “Esselamü aleyküm, sabahı şerifleriniz hayrolsun efendim, Allah hayırlı kazançlar ihsan eylesin…” dualarına mukabil güzel dualar alarak besmele ile dükkânını açtı. Kapısının önüne çıkarması gerekenleri taşıdı hızlıca.

İlk müşterisi geldi az sonra. “Kapıdan girince yan komşunuz gönderdi, sizde varmış.” dedi.

Müşterinin söylediklerine şaşırdı. Aslında alışıktı. Ama aynı malı dün birlikte almışlardı. Komşusunda var olduğundan emindi. Buna rağmen kendisine göndermişti müşteriyi.

Herhalde siftah yapmıştı komşusu. Bunu zaman zaman kendisinin de yaptığı olurdu. Komşusuyla konuştukları gibi paraya ihtiyacı vardı. Onun için de göndermiş olabilirdi…

İkindi ezanı okunuyordu. Caminin karşısındaki dükkânını kilitlemeden, dışarıdaki mallarının üzerine bir bez parçası atıp camiye yürüdü. Namaz vakitlerinde alışveriş yapılmazdı.

Camiye girdiğinde her şeyi unuturdu. Huzur dolardı içi. Kalbi dışarıda kalan mallardan ve dükkânından uzaklarda çözülmesi zor duyguları yaşardı.

Etrafına bakındı. Herkes aynıydı sanki. Dalmıştı deryalara. Selam vermiş, dua için ellerini kaldırmış, niyazda bulunmuş ve rahatlamıştı.

Dışardan gelen bağırtılar kulağına çalındı. Garip seslerdi. Kulakları tırmalıyordu. Caminin kalın duvarlarını delip caminin içini dolduruyordu.

Balıkçıların sesi, diye düşündü. Oturduğu yerden kalktı. Kapıdan dışarıya adım attığında gerçeklerle ve soğukla yüz yüze geldi.

İnsanların bağırtılarına ağızdan çıkan dumanlar eşlik ediyordu. Seyyar satıcılar bağırarak ısınıyordu sanki.

Caddenin karşısındaki dükkândaki esnaflar kapılarda, dükkândan taşmış, soğuğa rağmen müşteri avına çıkmıştı. Gelip geçenlerin gözünün içine bakıyor, adeta gözleriyle yiyorlardı. Müşteri çalmak da neydi? Allah herkesin rızkını verirdi, düşüncesi de biraz önceki zaman diliminde kalmıştı sanki.

Lokantaların önünden geçerken kapıda duran genç bir adam, nerdeyse elinden tutup içeri çekiyordu. Ne dediği anlaşılmayan ama “ buyur abi, döner, tavuk, et…” dediğini tahmin ettiği sesle irkildi. İki adım ötede de bir genç çığlık çığlığa bağırıyordu. Komşular müşteri çekmek için kaldırımdan geçen insanlara asılıyordu.

Cadde üzerinde yüksek binaların küçülttüğü cüssesi ile güneşten yoksun kaldırımlarda yürürken genzini yakan kirli hava ile harmanlanmış sis ciğerlerini yakıyordu.

Ve insanlar akıyordu caddelerden. Telaş, hırs, heves, aç gözlülük ve doymazlık şehrin karakteri olmuştu sanki.

Neden? dedi kendine birkaç kez.

Plazma televizyonlar, yüzlerce çeşidiyle elektronik eşyalar sergileniyordu: cep telefonları, garip ışık ve sesler çıkaran ne olduğunu anlayamadığı aletler sergileniyordu.

Tek katlı, bahçeli, temiz havalı, müşteriye saygılı, siftah felsefesini anlayanlar mı?

Onlar eskilerdeydi… Aziziye’deydi…

Diğer Yazıları