Meczup, dedi kendi kendine.
Böyle hikâyeleri çok dinlemişti büyüklerinden. Kafasında oluşan düşünceler şüphe üzerine kuruluydu.
Ya gerçekten meczupsa, diye defalarca sordu kendine. İşin aslı, korktu da. Arkadaşı Numan’a baktı. Numan’ın da aynı duyguları yaşadığı gözlerinden anlaşılıyordu. Çaresizlik vardı bakışlarında.
Sıcakta sanayi sokaklarında adımlarken arkalarından sessizce yaklaşmış, kollarından tutmuş, yüzlerine ürkütücü bir şekilde bakmış, bakışlarıyla onları olduğu yere çivilemişti:
-Bana para verin!
Abdullah ve Numan sadaka vermek düşüncesiyle ellerini ceplerine atarken uyarıcı bir cümle daha geldi meczuptan:
-Demir para değil, kâğıt isterim ha!
Anlamsız bakışları, karşılarında meydan okuyan, herkesin “deli” olarak tanıdığı gencin gözlerinde boğularak kayboldu. Ne yapacakları konusunda karmaşa vardı sadece. Numan’a baktı. Bir müddet sustular. Abdullah duramadı:
-Vermezsek? dedi gencin davranışlarını kınayan tavırla.
Genç sustu, cevap vermedi. Abdullah’ın ayrılmayı düşündüğünü sezince işi biraz daha ciddileştirmek istercesine kendince bombayı patlattı:
-Beddua ederim size.
Abdullah ve Numan birbirine bir kez daha baktı. Ne yapacakları konusunda yine kararsızdılar. İşin içinde beddua vardı. Deli miydi, değil miydi konusunda netlik kazanmamış düşünceler, onları korkuyla karışık inançlara sürükledi. Çekip gitmeyi göze almadılar. Bozuk parayı kabul etmiyordu. Ne yapacaklardı bilmiyorlardı. Ya gerçekten meczupsa ve bedduası tutarsa; atamalar yapılacaktı, atama isteğinde bulunacaklardı bir gün sonra, gelecek planlarında bu çok önemliydi…
Atama kapısını açacak bir imkân, ya da engel olabilir miydi? diye düşünmekten geri kalmadılar
Yıllar öncesinde babasının anlattığı olayı hatırladı. “Deli” denen bir adam köy köy gezer, köy odalarında kalır, verilen yemekleri yer, kendine yardımcı olanlara dualar edermiş. Herkes onun duasını alabilmek için ikramda yarışırmış. Herkes onun ermiş bir insan olduğuna inanır, onun dünyalık peşinde olmadığını düşünür, gönül deryasının ulaşılmaz ufuklara uzandığını söylermiş.
Onun deli olduğuna inananlar sadece çocuklarmış. Arkasından koşturup “deli deli tepeli kulakları küpeli” diye bağırmaları onu öfkelendirmeye yetermiş. Bağıranlar çocuk olduğu için beddua etmez, büyüklere dua edermiş. Onun duasıyla birinin çocuğu olmuş, diğeri zengin olmuş…”
Pek inanmadığı bu hikâyelerin etkisinden kurtulamayan Abdullah, tehdit edilmesine kızarak korkudan uzak olamamakla birlikte “vermiyorum” diyerek yürüdü. Birkaç adım atınca kararsız olan Numan da arkasından yürüdü.
Deli arkalarından baktı kaldı. Tehditkâr tavrının sonuç vermediğini görüp, gideceklerini anlayınca bağırdı:
-Tamam, dedi.
Abdullah ve Numan oldukları yerde kalakaldılar. Delinin ne diyeceğini beklediler:
-Demir para da olur.
Birbirine bakan Abdullah’la Numan bedduadan kurtulmuş olmanın rahatlığı ile geri döndüler.
Deliye birer lira verdiler. Verdikleri paralar, az önce yaşadıklarıyla oluşan kötümser duyguları alıp götürdü. “Ya meczupsa?” düşüncesinden kaynaklanan sıkıntılar bertaraf oldu. İçlerinde oluşan acaba duygusu silinip kayboldu.
Deli parayı aldığı gibi sokaktaki yolculuğuna devam etti.
Yeni avlar peşinde olacak, yeni sözlerle insanların duygularından yararlanacak, para toplamaya devam edecek, hayatında bir değişiklik olmayacak, topladığı paraları çarçur edecek, varsa onun bu durumundan istifade edenler, akşam ilk iş olarak cebindeki paraları alacak, ertesi gün için başka sokaklar, başka caddeler, başka mekânlar gösterecek. Yeni yüzlerden para istemeye devam edecek…
Gülüştüler.