Menu
üstü kaldı Hamit Abi...
Haberler • üstü kaldı Hamit Abi...

üstü kaldı Hamit Abi...


"İyiler erken ölür" şeklindeki o savsöze şimdiye dek hep seküler hurafe muamelesi çektim.

İyiliğin, hepimizin bir yerlerinde bulunduğu yeryüzü serüvenimizle ilişiğini kesmek, güzel olan her şeyi ahiret alemine ait kılmak gibi bir gizli ajandası vardı bence o cümlenin.

Oysa, "öteki taraf" dünyada yapıp etmelerimizin sonuçlarına "gebeydi" sadece. Dahası değil. Cennet ya da cehennem biletlerimizi tayin ve tespit eden amel defterlerimiz, burada yapmayı ve yapmamayı seçtiklerimizle dolardı. Hem, iyiler erken ölür cümlesi, yeryüzünden umudunu kesmek anlamına gelmez miydi? İyiler erken ölür sözü bence kesinkes, kötülüğün galibiyetini maç bitmeden ilan etmekti.

Ama anladım. İnadım sona erdi, iyiler erken gidiyor gerçekten, inandım.

Bir yurtdışı gezisi arefesinde Nusret Ağabey'in (Özcan) ölüm haberini, dizlerimin bağı çözülüp havaalanının banklarından birine çökercesine otururken öğrendiğim gibi öğrendim Hamit Can'ın vefatını da...

Daha yakınlarda, yüzüne bir kez baktığınızda hayatı boyunca hiç kimseyi incitmediğini, tek kötü bir cümle kurmadığını düşünebileceğiniz kadar "temiz" görünen, göründüğü gibi de olan, ikinci dereceden bir yakınımın kanser olduğunu, 6 aylık ömrü kaldığını öğrenmişken... İlk ikisi genceciktiler daha, 40'larında... Üçüncüsünün de ellisine daha çok uzun yıllar var...

İyiler erken mi göçüyor gerçekten?

Bilmiyorum. Bildiğim şu ki; hepimizin borcu var Hamit Abi'ye. Sürekli kendini silerek yaşamış bir adamdı o. Işıltıya dönen gözler gibi, kendine çevrilmesin dikkatler diye çok çaba sarfetti. Dünyevi aklın algı kapasitesinin dışına çıkabilmekti tüm dileği, O, manevi olanın itibarına talipti.

Varsa yani böyle bir sıfat, onunki çilecilikti. Uhrevi bir şeydi Hamit Abi'ninki, gözle görülemeyen, aynı "aks"a geçmeden sırrına erilemeyen, sınırları kestirilemeyen bir alem. Bu alemdeki varlığının giderek silikleştirme, görünmez kılma çabası belki de işte bu yüzden...

O bizim yüzümüze bakar bakmaz içimizi gören; gördüğü ama bilmediği açık yaralarımıza merhem cümleler sürebilen biriydi. Belki neyi iyileştirdiğini bile bilmezdi, ama şifası şifaydı. Sanki bir haksızlığa maruz kalmış gibi...

Sanki işlemediği bir suçun, sanki o suç kendisine hiç isnat edilmemiş bile olsa, sanki ille de bedelini ödemek istermiş gibi.. Sanki Stephen King'in Yeşil Yol'undaki John Coffey benzeri, masum ve tedavi edici...

Sezai Bey'in (Karakoç) sohbetinde mi bulunmak istiyor birisi, ille de paratoner niyetine Hamit Abi seçilirdi. Ya da belki de, huzura O'nunla çıkmanın bir nevi ayrıcalık olduğu kestirilirdi.

Güzel atlara binip, neden erken gider güzel adamlar peki? Kötülere hayat neden 'hem şoför mahalli, hem elli kuruş'tur da; iyilerin "vermeyince mabud, ne yapsın Mahmut?" kıvamındadır muaccel ömürleri? Sanırım, bu bizim seküler adalet anlayışımızla vakıf olabileceğimiz bir sır değil. Belki de, uzun yaşam fetişizmi denilebilecek modern çağ hastalığına, insan egosunun sonsuz hırsı ve özgüvenine nanik yaparak 'ibret' görevini sessizce ifa eden 'seçkinler' bu erkenciler..

Bize düşen, dua etmek, görülmüş-görülmemiş tüm hesapları her şeyin yaratıcısı olanın merhametine havale etmek ve susmak.

Karşılaşmış olmaktan memnuniyet duyduğum biriydi Hamit Abi ve en son Gün Doğmadan belgeselinin galasında karşılaşmıştık. Ölüm bir son değil ama. Umuyorum yine karşılaşacağız...

(YENİ ŞAFAK, 13 ŞUBAT 2010)