Birkaç köşe yazarının duyarlılığı da olmasa, göçük altında kalan 19 işçinin ölümünü unuttuk, unutacağız. Onlardan önce, peyderpey beşer onar iş kazasına kurban giden yüzlercesini unuttuğumuz gibi… Buna "iyi" taraf denmesi bile iç acıtıcı ama, en azından yazar kalemlerinde, ortak toplumsal vicdanda anlık kıpırdanmalara sebebiyet verebiliyor "ölümler.." Yoksa "sömürü"den de, "sosyal adaletsizlik"ten de sözetmek artık demode.
Sadece küresel kapitalizmin her şeyi silindir gibi ezip geçen şaşaası değil mesele Türkiye ölçeğinde. Çünkü, bu "ilgisizliği", iktidarda muhafazakar bir hükümetin bulunması ve dindar kitlelerin eskisine oranla daha etkin ekonomik konumuna bağlayarak "İslam bu derece adaletsiz olabilir mi?" sorusunu soranlar var ki, bence sapına kadar haklılar.
Hatta, bu memlekette yıllardır her ama her sebepten haksızlığa uğrayabilen, haksızlığın doruğu olarak kötü çalışma koşullarından ölen/ölebilen işçiler konusundaki mutabakat haline gelmiş iç genişliğini, dindarlığa/muhafazakarlığa hamledenler de var ve onlar da haksız sayılmazlar.
Doğrusu, dindar kesimin işçi hakları ve benzeri işleri " mızmız solcu ezberi" telakki edip, bu netameli konulara her daim serin durmuş oldukları bir vakıa. Dindarların, 'devlet-i ali'ye karşı, ama baskılar, ama kendi seçimleri nedeniyle bir itiraz kültürü geliştirememiş olması bu durumun nedenlerinden biri ve ayrı bir tartışma konusu. Ama bu duyarsızlıkta, sendikaların, işçi örgütlenmelerinin öteden bu yana "sol" kesimin elinde bulunmasının ve dindarlar tarafından "anarşik" nehirlerin yatağı olarak görülmesinin de bir parça payı var sanırım.
Gerçi bu böyleydiyse bile, kendine dindar diyen; dininin "işçinin hakkını teri kurumadan ödenmesi"ni emrettiğini bilen; hak teslimini bunca ivedilikle önemseyen bir dinin aynı işçiye adaletsizlik, haksızlık edilmesine sıcak bakmayacağına da akletme yoluyla ulaşabilen herkes, çalışanların sorunlarına duyarlı olmak zorundaydı.
Çünkü sendikalar hakkındaki çatışma kuramı doğru (Coser, Dahrendorf): Sendikalar, çatışmacı bir toplum yapısında örgütlü kesimlerin baskı gücü olarak toplumsal kalkınmaya ve demokratikleşmeye önemli katkılar sağlayan yapılanmalar olduğu gibi, bu işlevleriyle kitlesel başkaldırıların önünde duran hava yastıklarıydı. Dindar kesimin milliyetçi-muhafazakarlarla paylaştığı ortak ülkünün; "devlet bekasının" emniyet sübabı yani…
Elbette örgütlenmenin kendisini bir "bozgunculuk, fesat ve nifak tohumu" olarak gören, en hafifinden "geçimsizlik" telakki eden dindar kesimin bunu anlaması mümkün olamadı. Oysa bu tür yapılanmalar; bugün ülkemize gelsin diye badire üstüne badire atlattığımız demokrasinin varoluş bileşenlerinden biriydi.
Alt-orta sınıf dindarın "Devletim-milletim-memleketim" şeklindeki görece "manevi ögeler" içeren gerekçesi varlıklı dindar kesim sözkonusu olduğunda yani işin içine para girdiğinde değişiyordu. Bakıyordunuz, işçisini en kötü şartlarda çalıştıran da, zaten üç kuruş olan maaşını haftalarca geciktiren de, Şener Şen'in o ünlü repliğiyle "sataram haaa" diye tehdit ettiği "maraba"lardan farklı görmediği işçisinin en ufak itiraz ve talep teşebbüsüne "kovaram haa" şeklindeki gözdağıyla mukabele eden adaletsiz patronların en azılıları da hep dindar kesimin sırtı kalınları arasından çıkıyordu. İnananlar arasındaki benzerlik duygusuymuş, Kur'ani ahlakmış gibi uhrevi olanları geçtim, "insan olma", "vicdanlı olma" gibi ortalama seküleri bile imana getirebilecek bir itici güç bulunmadı.
Bunu, Türkiye'deki dindarlığın ontolojisinin büyük ölçüde "devletçi bir muhafazakarlık"la iç içe olageldiği gerçeğiyle bir açıklama getirmeye çalışmak mevcut durumu "açıklasa" da, "anlaşılabilir" kılmaya yetmiyor…
Çünkü alt orta sınıfların büyük çoğunluğunun, dindar, milliyetçi-muhafazakar kesimlerden müteşekkil olduğunu, yani "işçisin sen işçi kal" şarkısını dinleyen asıl büyük kitlelerin dindar-muhafazakarlar olduğu göz önüne alındığında. Otomatikman, sosyal adaletsizliğe, sömürülere en çok karşı çıkması gereken kesimi de oluşturuyorlar demektir.
Her ne kadar rejim 85 yıldır, dindar kesimin vatan-millet-devlet düşmanı olduğu sanrısıyla yaşıyor olsa da…
(YENİ ŞAFAK, 22 ARALIK 2009)