Kültürün Halleri
Popüler kültür kavramı etrafında geniş bir literatür oluşmasına karşın şimdiye kadar ortak bir tanımda buluşulamamıştır. Popüler kelimesinin Latince karşılığı halk olduğuna göre ilk bakışta halka ait, yaygın olarak beğenilen, tüketilen anlamları önceliklidir. Halk’ın genellikle yüzeysellikle özdeşleştirilmesi nedeniyle popüler kültür zımnen yüzeysel kültürü gösterir. Yüzeyselin karşısında derin ya da yüksek kültür kendiliğinden var olur. Zaten Batıda kültür yüksek-seçkin şeklinde ayrışmıştır. Gerçi Doğudaki havas-avam ayrımını da bu noktada hatırlamak gerekir.
Popüler kültür için geniş anlamıyla gündelik hayat kültürüdür denilebilir. Kökleri halkın inançlarına kadar uzanır; bu inançtan doğan gelenekleri, pratikleri ve buna bağlı olarak üretilen nesneleri, eşyanın düzenlenişini içerir. Daha çok oyun, eğlence, haz ve coşkunun doyumu gibi alanlarda tebarüz eder.
Popüler kültür, halk arasında hem yaygın hem de etkin olması nedeniyle kültür endüstrisinin dikkatini her zaman üzerine çekmiştir. Çünkü kültür endüstrisi malzemesini yaşamın kendisinden alır. Halkın bağlı olduğu gelenekler, ürettiği pratikler ve elde ettiği deneyimler kapitalistlerin iştihanı kabartır. Popüler olandan devşirilerek üretilen metaların müşteri garantisi vardır. Tam bu noktada medyanın üretip halka aktardığı içerik, popüler kültürle kültür endüstrisi arasındaki ilişkiyi apaçık gösterir. Orada her şey ‘halk böyle istediği için’ üretilir, her şey ‘halka göre’dir. Başta televizyon olmak üzere, radyo, sinema, gazete, dergi, bilboard gibi mecralar popüler kültür için en uygun araçlardır. Bu yüzden de popüler kültür dendiğinde akla daha çok yerel ve etnik değerlerden ziyade büyük sermaye kontrolündeki ana akım medyada yer bulan kültürel unsurlar gelmektedir. Çünkü halk arasında yaygın ve etkin olana medya bigane kalamaz. Ama burada diyalojik bir ilişki söz konusudur; medya bir yandan halka ait olanı kendisine taşıyıp yeniden halkla buluştururken, malzemesini önceden belirlenmiş kurallara göre yeniden şekillendirip imal eder ve halka takdim ettiği de değiştirip dönüştürdüğüdür. Medya halka ait olanı, halka iade ederken sadece aracılık etmez, onu yeniden inşa eder.
Kitlenin üretilmesinde başat rol oynayan medya, popüler kültürün imalinde ve dağıtımında böylesi bir rolü üstlenince ortaya kitle kültürü çıkar. Medya, halk-kitle ve popüler kültür-kitle kültürünün buluştuğu bir kavşaktır. Popüler kültür halkın geleneklerinden, pratiklerinden doğarken; kitle kültürü yapay, sentetik, imal edilmiş bir kültürü temsil eder. Halk belli inançlara, geleneklere, değerlere ve etnik kimliklere bağlı ve bu bağlarından kültür üreten bir yapıyken; kitle tek tip, edilgen, manipülasyona ve etkiye açık bir kalabalık olarak tanımlanır. Kitle medyanın imal ettiği bir kalabalıktır denilebilir. Aslında bu kalabalık sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Hızla büyüyen kentlere çalışmak için gelen insanların yaşadığı kültür şokuyla birlikte insana has sıkı bağların zayıflaması, fabrikalaşmanın yarattığı monotonluk, ahlaki değerlerin değişmesine ve yeni bir toplum yapısına yol açmıştır. Yeni oluşan sanayi toplumunun tek tip olduğu düşünülen kültür yapısına ise kitle kültürü adı verilmiştir.
Erol Mutlu, S. Hall ve P. Whannel’den mülhem olarak kitle kültürü eleştirilerini şöyle özetler: “Bir avuç insanın elinde toplanan iktidar kitle kültürünün inceltilmiş manipülasyon teknikleriyle sürdürülmektedir; kitle kültürü kitlesel olarak bir formüle göre üretilen ve yaratıcılığa yer vermeyen bir süreçtir; insanlar bu kültür nedeniyle toplumun katılımcıları yerine, başkalarının ürettiklerinin edilgin tüketicileri haline gelmişlerdir; kitle kültüründe medya bize yapay bir dünya görünümü sunar ve gerçeklik duygumuzu tanımlar, yaşantımızı basmakalıp yargılar şeklinde düzenler; kitle kültürü bizi birbirimize benzer hale getirir; kitle kültürü halk sanatını yok eder, popüler sanatın kökünü kurutur ve yüksek sanatı tehdit eder; medya kitle kültüründe gereksinimlerimizi ve arzularımızı tatmin etmektense sömürür; kitle kültürü vasatlığı överek sıradanlığı yüceltir; kitle kültürünün tanımlayıcı bir unsuru da kişilik kültüdür ve kitle kamusal toplulukları yerinden ettikçe, hakiki bireyin yerini de kişilik kültü (insanın ne olduğunun, ne yapmış olduğunun değil, imajının, görünen yüzünün vurgulanması) alır; kitle kültürü ürünleri insanların gerçeklikten kaçmalarına imkan verir.” (Erol Mutlu, Popüler Kültürü Eleştirmek, Doğu-Batı Dergisi, sayı 15, 2001, s. 24.)
Aynı yazının izini sürerek medyanın kitle insanını nasıl yarattığını görebiliriz: “Medya kitle insanına kim olduğunu anlatır –ona kimlik kazandırır. Medya kitle insanına ne olmadığını anlatır –ona hırs, beklenti ve tutkular kazandırır. Medya kitle insanına buna nasıl ulaşacağını anlatır –ona tekniği kazandırır. Medya kitle insanına öyle olmadığı halde öyle olduğunu nasıl düşüneceğini anlatır –ona kaçış imkanı verir” (s. 24).
Popüler kültür eleştirmenleri onu halk kültüründen ayırırlar. Popüler kültür her ne kadar halkın geleneklerinden, göreneklerinden, pratik ve deneyimlerinden doğarsa doğsun, medyayla buluşması nedeniyle kendi kökünden kopar. Zira medya daha önce de söylediğimiz gibi kültürü önceden belirlenmiş kurallara göre yeniden inşa ederler. Bu bağlamda popüler kültür yazılı kültürle, halk kültürü de sözlü kültürle ilişkilendirilebilir. Medya tarafından taşınan ve aktarılana popüler kültürün formel veçhesi; halk arasında kulaktan kulağa taşınan kısmını da informel veçhesi diyebiliriz.
Kültüre dair bütün bölünmeler modernizmle birlikte ortaya çıkmıştır. Özellikle üst kültür-alt kültür ayrımı yapılan ayrımların en belirginidir ve belli bir anlayışın omurgasını teşkil eder. Üst kültür has sanata beşiklik eder ve içerdiği metafizik nedeniyle gündelik olanı aşar; alt kültürse gündelik, gelip geçici olana bağlıdır ve beşiği halk ya da kitledir. Kitle kültürüyle popüler kültür arasında ince bir fark vardır ve bu farkın en belirginleştiği yer kitle kültürünün öncelikle ticari amaçla üretilmiş; popüler kültürünse ticari/siyasi manipülasyonlara açık olmakla birlikte halkın yöneliminden, kendi tercihinden doğmuş olmasıdır. Popüler kültür her zaman insanı hedef alır; onu kendince değiştirip dönüştürmek bir anlamda kültürlendirmek ister.
Popüler kültür, kitle kültürü ve kültür endüstrisinin organik bir bağla birbirlerine bağlı olduklarını söylemiştik. Kitlenin bir kültür içinde hazır kıta hale gelmesi elbette kapitalistlerin dikkatini çeker. İşte bu dikkat kültür endüstrisini doğurmuştur. Adorno ve Horkheimer kültür endüstrisi kavramını, kültürün her şeye benzerlik bulaştırması olarak kullanırlar. “Film, radyo ve dergiler bir sistem meydana getirirler. Her bir dal kendi içinde ve hep birlikte söz birliği içindedir. Siyasal karşıtlıkların estetik ifadeleri bile aynı şekilde bu çelikten ritmin övgüsünü ilan ederler.” (T. W. Adorno – M. Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği, çev. N. Ülner – E. Ö. Karadoğan, Kabalcı Yay. İst. 2010, s. 162). İki yazara göre, kültür endüstrisinin her tezahürü kaçınılmaz olarak insanları, bütünün onları dönüştürdüğü biçimde yeniden üretir. Eğlence sektörü kültür endüstrisinin şahikasıdır. Eğlence endüstrilerinin profesyonel işletmeler olarak yükselmesi, kültürel biçimlerin standartlaşmasıyla ve kitle kültürünün yaygınlaşmasıyla sonuçlanmıştır. “Kültür endüstrisinin asıl getirdiği yenilik kültürün uzlaşmaz iki öğesini, sanat ile eğlenceyi amaç kavramına, yani tek bir yanlış formüle, kültür endüstrisinin bütünselliğine tabi kılmış olmasıdır” (s. 182). Frankfurt Okulu, özellikle kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte kültürün kendisinin de bir sanayiye dönüştüğünün altını çizmiştir. Kültür endüstrisi tarafından üretilen kültürel ürünler, doğal olarak egemenlerin isteklerine hizmet eder ve toplumsal kontrol için birer araç vazifesi görür.
Günümüzde birçok eleştirmen popüler kültürü Amerikan kültürüyle özdeş kullanmaktan yanadır. Daima güçlü kültürler bir vakum etkisi yaparak zayıf olanları üzerine çeker. Özellikle küreselleşen bir dünyada bu durum daha kuvvetlenmiştir. Amerikan kültür endüstrisinin yarattığı sinema, pop müzik ve yaşam tarzı gibi popüler kültüre ait unsurlar bugün bütün dünyada zayıf kültürleri kendine benzetmektedir. Yeni Dünya Düzeni adı verilen küreselleşmede sermaye, teknoloji ve kültür sınır tanımaz bir şekilde serbestçe dolaşmaktadır. Hollywood ve McDonald’s küreselleşmiş kültürün en önemli göstergelerindendir. Gittikleri her yere Amerikan popüler kültürünü taşırlar ve yerel unsurları ezerek, dönüştürürler. Çünkü uluslararası medya holdingleri bir merkezde toplanarak devasa bir yapıya bürünmüşlerdir. Bu durumda medya merkeziyetçi bir hale gelmiştir. Çoğu Amerika’da bulunan dev medya şirketleri artık ulusal değil uluslararası üretim ve dağıtım modeline yönelmişlerdir. İşte bu yönelim yerel kültürleri Amerikan kültürüyle çerçeveler. Açıkça görüleceği üzere bu birleştirici bir kültür değil, teslim alıcıdır. Karşısındaki kültürden tam bir teslimiyet beklemektedir; teslim olmayanları rahatlıkla düşman ilan edebilmektedir. Amerika’nın çerçevelediği, biçimlendirdiği bir çerçevede kendi olarak kalmak ne kadar mümkünse yerel kültürel unsurlar ancak o kadar kendidir. Postmodernlikle birlikte gündeme gelen yerellik vurguları da hep bu çerçeve içinde düşünülmelidir.
Nasıl Anımsarız
Toplumların ‘neden anımsadıkları’ sorusunun yanıtı çoğu zaman aynıdır. Ayinler, kutlamalar, festivaller, ritüeller yılın belirli zamanlarında hep tekrarlanarak toplumsal hafıza tazelenir ve insanlar hem kendilerine yönelik sorularına hem de beraber yaşamanın nedenlerine cevap bulurlar. Tarih boyunca toplumlar anımsamaktan hiç vazgeçmemişlerdir. Ancak ‘nasıl anımsadıkları’ değişen dönemlerle birlikte değişmiştir.
Bir dönem ebedi dönüşe uygun olarak anımsayan toplumlar için modern zamanla birlikte ebedi dönüş çevrimi kırılmış ve modern zaman içinde şaşakalmışlardır. Artık zamanı âlemlerin çevrimine göre değil de belirlenmiş, sabitlenmiş, saatin kadranında ve takvimlerde gösterilmiş bir aynılık içinde bilir olmuşlardır. Bu bağlamda mevlit kandillerinin ebedi dönüşe; Kutlu Doğum etkinliklerinin de modern zamana uygun bir anımsama biçimi olduğunu söyleyebiliriz.
Modern zamanlarda yapılan etkinliklerin topluma duyurulmasında ve iletilmesinde medya çok etkin olduğu için vazgeçilmez değerdedir. Etkinliklerin medyayla buluşması popülerleşme yolunda atılan ilk adımdır. Popülerleşme yolunda atılan ilk adımdır, zira daha önce de belirttiğimiz gibi medyanın kendi dili ve mantığı vardır; ele aldığı konuyu kendi diline dönüştürerek topluma aktarır. Yazımız boyunca tartışmaya çalıştığımız sorun da buradan doğar. Çünkü medyanın birincil koşulu göstermek, görünür hale getirmektir; işte bu nedenle medyanın takdim ettiği konuların sadece gösteri değeri vardır. Ele aldığı konular, onun pırıltılı yüzeyinde görünürlüğe kavuşur.
Modernliğin görsel bir âlem meydana getirdiği söylenegelmiştir. Bu görsel çağda, görünürlük var olmanın tek yolu olmaya başlamıştır; artık göründüğümüz kadar varız. Bu nedenle Hz. Peygamberi sürekli olarak bu görünürler alanına dahil etmeye çalışıyoruz. Bir anlamda onu unutuşun kör karanlığından korumaya çalışıyoruz. Çünkü unutulmamak, artık göz önünde olmakla ilgilidir. Ama günümüzde görünürü medyanın kurguladığını ve ancak ekran içinde var ettiğini unutmamak gerekir. Bugün medya, gerçekliği, gerçekliğin görsel, sessel, yazısal temsilini ekranına/sayfalarına konu etmez; onu değiştirir, dönüştürür; bizler için yeni bir gerçeklik üretir. Medyanın bize sunduğu temsil, sadece medya vasıtasıyla haberdar olabileceğimiz; medyanın kendisi için ürettiği temsildir. Ancak ekranda var olabilen temsil, gerçeklikten, aslından kopmuş, stüdyoda sadece kendisini göstermek üzere kurgulanmıştır. Böylece ekran giderek bir perdeye dönüşür. Temsilin sadece aslından kopması değil, dahası sadece ekranda kendisini göstermek için kurgulanmasıyla dünyada olup bitenle aramıza bir perde çekilir. Temsil, bakışı kendi üzerinde toplar, herhangi bir çağrışımı ya da göndermesi yoktur. Temsil ekranda giderek aslının yerini almaya başlar, sadece ekrana yaslanır, oradan doğar ve yine orayı besler.
Temsilin ikinci boyutu, gören, izleyen boyutudur. Çünkü temsil ancak, onu gören biri olunca tamamlanır. Temsil göze, kulağa sunulan olunca, süreç ancak gözde, kulakta tamamlanır. Sürecin gözde, kulakta tamamlanması temsilin gerçekliğidir. Temsil kendini bakışa, duyuşa sunduğu için, onun arzusuna, taleplerine, beklentilerine boyun eğer.
Kutlu Doğum Haftası bağlamında baktığımızda üretilen imgeler, simgeler ve peygamber tasavvurları oldukça masumanedir. Niyet halisanedir; Hz. Peygamber tüm insanlığa anlatılacaktır. Buradaki sorun aracın mesajı belirlemesidir. Anlatmayı seçtiğimiz araç bize bir form sunar, dahası formu dayatır, ne yapacaksanız bu form içinde yapacaksınızdır. İşte bu zorunluluk nedeniyle sürekli olarak imgeler, simgeler üretiriz. Çağımızda yaşadığımız sorulara, sorunlara cevap üretebilmek için çeşitli peygamber tasavvurları üretiriz. Gerek anlatmayı seçtiğimiz aracın dayattığı form, gerekse soru, sorun karşısında kurduğumuz tasavvur aslında sınır kere sınır demektir. Öncelikle peygamberliği insanların gündeminde tutabilmek için görünürlüğü seçmek, seçtiğimiz ifade aracının formu ve insanların beklentisi, kurduğumuz peygamber tasavvurunun sınırlarını belirler. Bu durum peygamberin imgeleştirilmesini zorunlu kılar. Biz onu imge marifetiyle görünürlüğe sunarız ve imge vasıtasıyla bilen ancak imgenin bildirdiği kadarıyla bilebilir ki, bu durumda imgenin hep daha fazla görünme istediği onu yüzeyselleştirir, popülerleştirir. Zaten görünmemek, saklı kalmak, sadece ilgilisine kendisini açmak üzere bir imge kurulmaz. Popülerleşen imge, kendini popüler olanın düzeyine göre kurar, giderek kendisinden yine kendisini üreterek aslını saklar, gizler. Çünkü görünmeyen bir imge düşünülemez, görünür olan, daha fazla görünürlük kazanmaya çalışan imge giderek aslının yerini alır.
İmgeler üretmek, bu vasıtayla peygamberi anlatmaya, yeni pencereler açmaya yaramaz, tersine, imgeler kendileri aracılığıyla pencereleri kapatmaya, her şeyi kendi üzerinde toplamaya hizmet ederler. Popüler imgeler, seçtikleri iletişim düzeyleri nedeniyle popüler olana itaat ederler, onun taleplerini karşılamayı hedeflerler. Mesaj alabildiğine basittir, yalınkattır. Bu durum imgenin mesajının görselliğin kendi metafiziğine ram olması ve popüler olanın ihtiyaçlarına itaat etmesi demektir. Bu da her şeyin medyada temsil edilebilir olmasını kabul etmek demektir. Görülebilir ve bilinebilir olan her şey ekranda olup bitmektedir, ancak verilen ve alınan sadece stüdyolarda kurgulanandır. Ekranın dışında olan biten hiçbir şey yoktur.
İmgenin geniş halk kitleleri arasında şöhret bulması, yaygınlık kazanması imgeyle imgelediğinin tam bir denklik haline gelmesi demektir. Bu durumda imgeyi aşan hiçbir şey yoktur, imgelenen de imgenin gösterdiği kadardır. Buna imgenin hükümferma olması da diyebiliriz, imgenin egemenliği de. Bu durumda zihnimizi, algımızı imge hapseder; imgeler hapishanesine mahkum oluruz. Gerçeklikten, asıldan bir sürgün gibi.
İmge görünürlükle ilgili olduğu için Peygamberimizin imgeleştirilmesi onu görünürlük alanına indirgemek demektir. İmge marifetiyle onu görünmezden görünüre indirgeyerek, insanların dikkati ona çekilmek istenir.
İmge yoluyla göstermeyi, anlatmayı seçmek demek, aslında medya vasıtasıyla görünürlüğün kullanılması demektir.
Görünür olan, algımızın menzili kadardır; menzilimize girenlerle kurduğumuz ilişki de birikimimiz kadardır. Dolayısıyla popüler imge her zaman geniş kitlelere ulaşmak hedefinde olduğu için kendini kitlenin birikimine göre kurar. Hiçbir popüler imge bu bayağılıktan kaçınamaz, aksi halde popülerleşemez zaten. Hz. Peygamberi imgeleştirmek, görünürlüğe sunmak, yani ona bir suret kazandırmak daima bu tezada mahkumdur. Bir yandan o örnek bir şahsiyet olarak kılına zarar gelmeden yaşatılmak, hafızalarda tazelenmek istenir; ama bu çaba aynı zamanda onun sunulan kitlenin tasavvuruna indirgenmesine yol açar. Bu tür imgelerde asıl-suret ilişkisi alabildiğine gevşektir, imgenin aslıyla arasındaki bağlar zayıftır. İmgenin imlediğiyle ilişkisini daha çok seyircinin kendi birikimine uygun olarak doldurması beklenir. Bir anlamda seyirci gevşek ilişkinin verdiği rahatlıkla imgeden asıla doğru dilediğince gidebilir, imgeye dilediği değeri ve anlamı atfedebilir. Bir anlamda imge giderek öznelleşir, seyirci kendileştirdiği bu imgede, imgeleneni değil kendini bulur, kendini tanır. Böylesi imgeler izleyicinin beklentilerini, hayallerini, tasavvurlarını fazlasıyla karşıladığı için etkindir, yaygındır.
Hz. Peygamberi görünür (hilyeler, şemailler de buna dahildir) alana dahil etmeye mecbur kalışla birlikte, dinin bütün mümkün anlamları, çağrışımları onun siretinde toplanır; onun sireti de belli bir imge etrafında somutlanmaya çalışılır. Böylece görünmez olan, görünürün sahasına çekilmek istenir. Görünmez görünür kılınırken, aynı zamanda görünür olanlara da derinlik kazandırılmış olur.
Neden Anımsarız
Hz. Peygamberi tekrar tekrar anlatma çabasının altında biraz da onu yeni zamanlara ya da zamanın ruhuna uygun bir şekilde anlatma ihtiyacı yatmaktadır. Her yeniden anlatma çabası beraberinde yeniden inşa etmeyi de getirir. Zamanın ruhuna uygun yeniden anlatma çabalarında, farklı zamanlarda anlatılmış başka peygamber tasavvurlarını da Kutlu Doğum etkinlikleri etrafında bir araya getirmekten söz edebiliriz. Çünkü zamanın ruhu dediğimiz şey bu tür anlatılar için yeni bir ortak payda oluşturur; bu aynı zamanda tasavvurun oturtulduğu yeni bir bağlam anlamına gelir. Her yıl tekrar edilen etkinlikler bu anlamda yeni bir bağlamdır. Hz. Peygamber bir yıl merhamet bağlamında anlatılırken, ertesi yıl da eminlik, adillik sıfatıyla anlatılır. Burada aslında yapılan o yıl ülkenin ya da daha genel anlamda Müslüman dünyanın genel sorunları etrafında ele almaktır.
Hz. Peygamber tasavvurunu her yıl yeni bir bağlama oturtma gayreti zamanla bağlamların bütünden koparak kendi içine kapanmasıyla sonuçlanır. Her şeyi bölüp parçalayan modern aklın refleksi olan bu kompartımanlaştırma edimi, zaman içinde parçalanmış bir peygamber tasavvurunun doğmasına yol açar. Bu alabildiğine parçalanmış bir peygamber tasavvuru demektir. Örneğin kimilerine göre Hz. Peygamber merhametin timsalidir, kimilerine göre adaletin, kimilerine göre eminliğin.
Her türlü anlatı dilin içinde kurulur ve dil her zaman iktidarların demir pençesinin altında şekillenir. İktidarların yaslandığı paradigma dilin de meşruiyet kaynağı olur. Örneğin adalet ve zulüm ya da fetih ve işgal söz konusu paradigmaya göre içerik kazanır. Egemen paradigma değiştikçe dil de değişir ve yeni kuşaklar değişen dil içinde anlatıları yeniden kurarlar. Değişen dönemlerde peygamber anlatıları da dönemin dil dünyasına uygun olarak kurgulanır. Örneğin bir dönem merhametin faziletlerinden söz eden hadisler, başka bir dönem de birlikte yaşama öne çıkarılır. İktidarın belirlediği dilsel atmosferdeki her anlatı aslında halkın homojenleştirilmesine yöneliktir; halkı giderek kitleye dönüştürme çabasıdır. Bir yandan böylesine ‘meşru bir dil’in kullanılması diğer yandan da Hz. Peygamberi etkinlikler vasıtasıyla tek bir paydada toplama gayreti farklı anlatıları masseder.
Farkları silikleştiren anlatılar aynı zamanda çağdaş mitlerin üretilmesine de yarar. Üretilen çağdaş mitler sayesinde toplum ortak hedefler, ortak arzular, ortak hayaller etrafında bir arada tutulur. Ortaklıklar toplumun inşasında en önemli yapı taşlarıdır. İnsanlar yapı taşlarıyla bildiklerini yeniden anımsarken, bazı şeyleri yeniden düşünürler ve kendilerini mitlere ait hissederler. Toplumlar ve insanlar kriz anlarında mitlere atıf yaparak krizi çözmeye çalışırlar. Böylesi zamanlarda rüya en işlevsel yollardan birisidir; rüyalar sayesinde Hz. Peygamber bugüne taşınır, bugünde yaşar ve bugünün sorunlarına çözümler üretir. Rüyayı kimin gördüğünün, ne zaman, nerede gördüğünün bir önemi yoktur. Çünkü çağdaş mit üretiminde herkes hikaye anlatıcısıdır, mitler ortak bir muhayyileden doğar ve anlatıla anlatıla yeniden ortak muhayyileyi besler. Kimse hikayenin kaynağını, niteliğini, niceliğini sorgulamaz; herkes yeniden anlattığı için hikayeyi kendi krizine göre değiştirir; hikayeye kendince inanılabilir bir içerik kazandırır.
Çağdaş mitler dönemden döneme, insandan insana değişerek anlatıldığı için hep ‘çağdaş’tırlar. Bu çağdaşlıkları sayesinde toplumsal hafıza sürekli olarak tazelenir ve insanları diğer insanlarla ortak anıları olduğuna ikna eder. Ortak anılar, ortak bellek, ortak muhayyile kimliğin de temelini oluşturur, insanları özelde mikro cemaatlere, genelde de birlikte üretilen büyük anlatıya bağlar. Yılın belirli günlerinde, belirli nedenlerle düzenlenen anma törenleri, sözünü ettiğimiz ortak belleğin sürdürülebilir olması için elzemdir.
Olmayan Kültür Endüstrisi
Hz. Peygamberin çeşitli vesilelerle ve çeşitli araçlarla anlatımı aynı zamanda ona dair tasavvurun kültürelleşmesine yol açar. Aslında her toplum onu anlatırken, kendi kültürel kodlarını kullanır. Kültürel kodlar vasıtasıyla toplum giderek onu içselleştirir, değiştirir, dönüştürür ve kendine benzetir. Zaten kültüre ait unsurlar ancak bu işlemden sonra popülerleşir. Popülerleşen kültürel unsurlar da bu sayede halk arasında yaygınlık ve etkinlik kazanır.
Popüler kültürün bugün için Amerikan kültürüyle özdeşleştiğinden söz etmiştik. Amerikan kültürü bir üst bağlam gibi, yerel unsurları kuşatır ve tanımlar. Örneğin bu üst bağlamdan, önce doğum gününü kutlamayı öğreniriz; sonra da Kutlu Doğumu bu bağlama oturturuz. ‘Happy birthday’, ‘iyi ki doğdun güllerin efendisi’ne dönüşür. Pasta bu ritüelin vazgeçilmezidir ve gerek evlerdeki gerekse toplu kutlamalarda ortaya getirilir ve ilahiler eşliğinde kesilir. Popüler kültür bağlamında Kutlu Doğumun bugün geldiği noktayı görebilmek için, internet arama motorlarına ‘kutlu doğum hediyeleri’, ‘kutlu doğum haftası’ gibi ibareleri girmek yeterli olacaktır. Akıl almaz çeşitlilikte ürünler karşısında insanın aklı şaşar; sadece bu ürünleri pazarlamak için kurulan sitelerin çokluğu bile söz konusu popülerleşmeyi göstermektedir.
Kültürel unsurlar popülerleştikçe yavanlaşır, sığlaşır, sıradanlaşır ve giderek birer kiçe dönüşür. Hatta kimileri kiçin bile estetik değeri olabileceğini iddia ettiğine göre, bunlar sadece ‘hap yap para kap’ türünden şark kurnazlığının basit göstergeleridir. Basittirler çünkü bu nesnelere en azından kiç niteliğini kazandıracak taklit becerisinden yoksundurlar. Ayrıca ürettiklerinden bir kültür endüstrisi yaratacak donanıma da sahip değillerdir. Kültür endüstrisini yolu çok güçlü, merkezileşmiş medyadan geçer ve şimdilik bu ürünleri medyaya taşıyacak mekanizmalara uzaktırlar. Zaten hitap ettikleri kitle daha çok dindar kesim olduğu için cami, türbe etrafındaki örgütlenmeleri şimdilik kitleye ulaşmak için yeterlidir.
Popüler kültürün eşya düzenini de belirlediğini söylemiştik, üretilen bu bayağı eşyalara aktarılan kutsallık sayesinde toplumsal bellek görünürlük, somutluk kazanır. Üretilen çağdaş mitler sayesinde toplumsal hafızaya ait ortak anılar eşyada da yaşar. Birer hikaye anlatıcısı olan insan, bu eşyalar sayesinde hem kişisel hikayesine hem de katıldığı büyük hikayeye somutluk kazandırır ve eşya onun anımsamasına yardımcı olur, vesile olur.
Ne Yapmamalı
Ne kadar halisane niyetlerle olursa olsun düzenlenen etkinliklerin toplum arasında yaygınlaşması için her aracı kullanmanın sonuçları vardır. Sonuçları gözetilmeyen niyetler her zaman tartışmaya açıktır.
Belki de şu iki kolye, iki gösterge üzerinden düşünmek geldiğimiz noktayı göstermek bakımından yeterlidir.
1962 yılında Gönen/Balıkesir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini aynı ilde tamamladı (1979). Gazi Üniversitesinde işletme okudu (1983). Beyaz Gömlek isimli ilk öyküsü 1982 yılında Güldeste Dergisinde yayımlandı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Kayıtlar, Hece, Hece Öykü ve Muhayyel’in çıkışında yer aldı. Portakal Bahçeleri ve Pencere Arnavutçaya, Pencere ve Utanç Farsçaya; bazı öyküleri Korece ve Azericeye çevrildi. Esenlik Zamanları 1999 yılında TYB; Mürekkep 2012 yılında ESKADER ve Ömer Seyfettin öykü ödülünü aldı. Cemal Şakar 2016 yılında Dede Korkut Edebiyat; 2019 yılında da Necip Fazıl Hikaye-Roman ödülüne layık görüldü. Eserleri: Öyküler: Gidenler Gidenler, 1990; Yol Düşleri, 1996; Esenlik Zamanları, 1999; Pencere, 2003; Hayalperdesi, 2008; Hikâyât, 2010; Sular Tutuştuğunda, 2010; Mürekkep, 2012; Portakal Bahçeleri, 2014; Kara, 2016; Adı Leyla Olsun, 2018; Utanç, 2020; Bir Avuç Dünya, (toplu öyküler) 2022. Deneme-İnceleme: Yazı Bilinci, 2006; Yazının Gizledikleri, 2010; Edebiyatın Sırça Kulesi, 2011; İmge, Gerçeklik ve Kültür, 2012; Edebiyat Ne Söyler, 2014; Hasan Aycın’ın Çizgi’si, 2016; Edebiyatın Doğası, 2019; Satır Arasındaki Anlam, 2020; Fragmanlar-Gerçeklikten Koparılmış İmge, 2022; Sanatın Kendiliği, 2024.Söyleşi: Dile Kolay, 2017.Edisyonlar: Sessiz Harfler, 2013; 40 Soruda Türk Öyküsü, 2018; Dilsiz’in Dile Gelişi, 2021; Kurmacanın Grameri (Ed.), 2021.