Menu
SİMURG
Haberler • SİMURG

SİMURG


Her yazının bir hikâyesi vardır. Kal ehli olanlar, yani sözü sevenler içindir bu. Moğol askerleri sekiz yüz yıl önce şehirleri yağmalayıp, bozkırları talan ettiğinde, her askerin kısmetine bir esir düşerdi. Gariban bir askerin eline ise, yaşlı bir adam geçti. Bu hikâyede gariban olan, yaşlı adam değil, askerdi.
Yaşlı adamın adı, Attar’dı. Çok zaman önce Kuşların Yolculuğu hikâyesini yazmıştı:
Herkesin şahı var, biz de şahımızı bulalım, diye yola çıkan milyonlarca kuşun hikâyesiydi bu. Kuşların şahının adı Simurg’tu. Yaşadığı yer, Kaf Dağı’nın ardındaydı. Simurg’a kavuşmak için yola çıkan kuşlar yedi vadi geçtiler. Her vadide ölüler bıraktılar ve zorluklara dayanamayıp geri dönenler oldu. Kaf Dağı’na vardıklarında yalnız otuz kuş kalmıştı. Ama orada, Simurg diye bir kuş bulamadılar. Buldukları tek şey, kendileriydi. Kendilerinin Simurg (otuz kuş) olduğunu anladılar.
Bu hikâyeyi bilmeyen Moğol askeri, elindeki esiri kaça olursa olsun satmaya çalışıyordu. Attar yaşlı olsa da, onun tanıyanlar, çok sayıda altın teklif ediyorlardı. Asker buna memnundu, ama Attar her seferinde itiraz ediyor ve “Ben daha fazla ederim, sakın beni bu kadar ucuza satma,” diyordu.
Yıllar önce, Attar inzivada kendi başına yaşarken, bir gün (Mevlânâ’nın babası) Bahaeddin Veled onu ziyarete gelmişti. Birbirlerinin ününü duyup, uzaktan uzağa dost olan bu iki yaşlı bilgin, ilk kez karşılaştıklarında, bütün gün yan yana oturmakla yetindiler. Tek kelime konuşmadılar. Varlıklarının bir arada olması yeterdi. Simurg’tu onlar. Akşam olup, Bahaeddin Veled ebedi gurbet yoluna devam ederken, iki yaşlı adam bir daha görüşemeyeceklerini biliyorlardı.
Bu yüzden, Attar, bir kitabını çıkardı, ama ne Bahaeddin’e ne de onun büyük oğluna verdi. Kitabı, ergenlik çağındaki küçük oğul Mevlânâ’ya verdi. Kimse bundaki hikmeti anlamadı. Ve Mevlânâ, ömrü boyunca sır dolu o kitabı yanından hiç ayırmadı.
Modern çağ düşünürlerinden Annemarie Schimmel, Mevlânâ’nın eserlerini övmekle beraber, onun Attar’ın düzeyine erişemediğini söyler. Mevlânâ kendisi de, bir tevazu örneği göstererek bunu ifade etmişti: “Attar, hikmetin yedi vadisini geçti, biz daha birinci vadideyiz.” Ustalara saygının, bir erdem olduğu zamanlardı.
Günümüzde, fırtınalı vadilerin yanından dahi geçmemiş insanların, büyük ermiş edasıyla, etraflarına tahammülsüzlük yaymaları, zamanımızın ruhuyla ilgili olmalı. Şair Sezai Karakoç’un “Bir karınca kadar sabrı yok, velilik taslıyor” diye dert ettiği mesele.
O Moğol askeri bir gün sabrının sonuna geldi. Yanında yaşlı Attar ile giderlerken, bir köylü yaklaşıp, “Bu esiri bana sat,” dedi. “Karşılığında ne vereceksin?” diye sordu asker. Köylünün sadece bir çuval samanı vardı. “Bu samanı veririm.” dedi. Attar, “Hemen kabul et, ben daha fazla etmem.” dedi.
Buna kızan asker, kılıcını çekip orada Attar’ın canını aldı.
Asker, bir garibandı, çünkü aradığı bir Simurg’u yoktu. Attar huzur içinde öldü.
Bu hikâyeden geriye, Simurg’unu arayan gönül ehli insanlar için bir rüzgâr kaldı.


(BİRGÜN, 27 MAYIS 2010)

Diğer Yazıları