Menu
'HÜLYA KIZLARI' NE YAPSIN?
Haberler • 'HÜLYA KIZLARI' NE YAPSIN?

'HÜLYA KIZLARI' NE YAPSIN?


Geçen hafta, Tanpınar'ın 'Antalyalı Genç Kıza Mektup'undaki bir cümleden hareketle, edebiyata meftun erkeklerin gitgide bir 'hülya adamı' olup çıktığını, o meşhur beceriksizliğin buradan geldiğini ve mümkünse hoş görülmesi gerektiğini yazmıştım.

Tahmin edebileceğiniz gibi yazar ve şair camiasından hayli güzel sözler işittim. Öyle ya, dertlerine tercüman olmuştum! Fakat bir okurum, yazmak isteyen bir genç kız, çok anlamlı bir tepki verdi: "Peki, hülya kızları ne yapacak?"

Affına sığınarak, imlasına pek dokunmadan mektubunu özetleyeceğim: "Hayal adamı olup çıkmak mümkün ama hayal kızı niye olunamıyor? Sözün büyüsüne kapılmış yaşamaya çalışmak bayanların önünde kocaman bir duvar gibi. 19 yaşına yeni vardım ve kaç kere, erkek olsaydım belki yazmak bu kadar dert olmazdı diye söylediğimi saymadım hiç. Bütün şairlerin, yazarların erkek olması yazan bir bayanı kaldırabilecek genişliğe sahip erkeklerin bulunmamasından mı kaynaklanıyor? Peki o zaman, hayal kızı olmak hiç mümkün olmayacak mı? Şöyle doya doya beceriksizliği yaşamak için illa erkek olmak lüzumu mu var?"

Asıl sorulması gereken soru buydu. Biz erkekler yazmak istediğimizde, yeteneğimiz varsa engellemelerle karşılaşmıyor hatta saygı görüyoruz. Fakat kadınlar, genç kızlar yazmaya durduklarında en azından alaycı bakışlarla karşılanıyor. Türkiye'de geçmişi bir asırdan geriye giden bu 'derin' tartışma belli çevrelerde aşılmış olsa da hâlâ sıcaklığını yitirmiş değil. Yalnız yazmak mı; sinema, müzik, resim gibi sanatlarla ilgilenmek, engelli bir koşuyu göze almak anlamına geliyor kadınlar için.

O genç okurumun mektubunu okuduktan sonra elime geçen bir öykü kitabı, tam da bu meselelere kafa yoruyordu. Yıldız Ramazanoğlu, yeni kitabı 'Angelika'da (Timaş Yayınları) şiir yazan, yazıyla var olmak isteyen, senaryo ve sinemayla ilgilenen kadınların, genç kızların dünyasından gerçek hayat sahneleri çıkarıp getiriyor. Bu yüzden, yazıyı Ramazanoğlu'nun hikâyeleriyle paralel sürdürmek, işimi hayli kolaylaştıracak.

İşin doğrusu hepimiz, toplumun kadına ve erkeğe biçtiği rollerin içine doğduk. 'Hülya adamı', 'beceriksiz' erkeklerin gözünde kadınlar, evin meleğiydi. Dokundukları her şeyi güzelleştiren bir melek... Kimi 'vefalı' erkeklerin, kitaplarının ilk sayfalarında yer bulan (bazen adlarını da anmadan) 'sevgili eşime...' ithafı dışında, varlıklarından haberdar olmadığımız meçhul kadınlardı o melekler.

Onlar için ideal hayat çok önceden belirlenmişti. Evlilik, ardından bir bebek ve güzel bir hayat yaşamak... Fakat yazmak istediklerinde, bu arzu, içlerinde bir sızı olarak kalmaya mahkûmdu. Kadınların, eğer anlayışlı ve ekonomik sorunlarını aşmış ailelerde yetişmemişlerse, yazmalarının hoş görülmesi, yazacak zaman bulmaları, hele Virginia Woolf'un meşhur deyişiyle 'kendine ait bir oda'ya sahip olmaları için hayli örseleyici sınavları göze almaları gerekir. Bugün ortada eserleriyle duran çoğu kadın yazarın ödediği bedelleri hatırdan çıkarmamalı.

Yıldız Ramazanoğlu'nun 'Sinemacı Kadınlar' öyküsündeki kahramanlardan Hilal, şöyle diyor: "Yazmak isteyen erkek olduğunda çocukların, misafirlerin, mutfağın, evdeki ahvalin, arasından özür dilemeye pek gerek görmeden sıyrılıp çıkması, bir odaya kapanıp kapıyı herkesin ve her şeyin üzerine kapatması ne kadar gizemli, saygı uyandıran, kutsanacak bir şeyse, kadındaki o kadar hastalık belirtisi, endişe uyandıran bir muamma." Bir başkası tamamlıyor arkadaşının sözünü: "Mabedine doğru yürüyen bir keşiş gibi kendinden emin adımlarla girer odasına yazacak adam." Diğer arkadaşları, Sema, söze girip vicdanın sesi oluyor: "Ne alaka? Evi kim geçindirecek, faturaları kim ödeyecek? Yazarlara bakın, nerede yaşamını sadece yazmaya adayabilen bahtiyar erkekler!.." Ve o son cümlesi Sema'nın... Aslında hayatın kadın-erkek gözetmediğini, maişet motorunun dönerken hepimize büyük bedeller ödettiğini söylüyor: "Yazmak herkes için aristokratça bir iş, bunu unutmamak lazım."

Biliyorum, bu yazı bizim 'hülya adamları'nın pek hoşuna gitmeyecek; ama bir yerlerde, yazarak var olmak isteyen 'hülya kızları'nın da olduğunu, hatta bunların kendi eşleri, kardeşleri ve kızları olabileceğini bilmeleri gerekiyor. O 'hülya kızları'na ne diyebilirim? Yeteneğin cinsiyeti yok. İyi şeyler yazabiliyorsanız, önünüzde hiçbir engel duramaz. Bunun için öykü ve şiir antolojilerine bakmanız yeterli. Bir şartla, yeteneğiniz kadar, yazmanın vereceği evrensel acılara tahammül gücünüz de olmalı.

(ZAMAN, 20 MART 2010)