Menu
CEMAL ŞAKAR'LA SÖYLEŞİ...
Haberler • CEMAL ŞAKAR'LA SÖYLEŞİ...

CEMAL ŞAKAR'LA SÖYLEŞİ...

Sel gider, zaman geçer öyküler kalır…

Geçen yıl Hikâyât ve Sular Tutuştuğunda isimli iki öykü kitabı yayınlanan Cemal Şakar, ilk dört öykü kitabını Sel ve Kum adıyla topluca yayınladı. Şakar ile 20 yıla uzanan öykü macerasını konuştuk.

SİNAN KAPLAN  /  İSTANBUL

Edebİyat mesaisini öyküye adamış bir yazar Cemal Şakar. Şimdiye dek yedi öykü kitabına imza atan Şakar’ın ilk dört hikâye kitabını “Sel ve Kum” adıyla bir arada yayınlaması yazdıklarına toplu bir bakışı zaruri kıldı. Hem biçime hem de içeriğe önem veren ve edebiyatın özel, ayrıcalıklı bir saha olmadığını vurgulayan Cemal Şakar’ın yazı dünyasına yakından bakmak istedik.

-İlk dört öykü kitabınızı “Sel ve Kum” adıyla bir araya getirdiniz. Geriye dönüp baktığınızda ilk kitaplarınıza nasıl bakıyorsunuz? Sel ve Kum öykü hayatınızda nasıl bir durağa karşılık geliyor?

-Yazarın kendi kitapları üzerine konuşması, onları açıklamaya çalışması bana hep garip gelmiştir. Ancak ilk öykülerimi neredeyse kılına dokunmadan yeniden yayınlıyor olmam, aşikardır ki yıllar sonra da onları onayladığım, arkasında durduğum anlamına gelir. Oysa ilk kitaplar, yazarları genellikle mahcup eder; hatta kimileri hiç yayınlamamış olmayı ister. Bu bakımdan Sel ve Kum yirmi yıllık bir öykü hayatıma denk geliyor. İlk heyecanlarımdan tutun da, kalemimin kağıt üzerinde titrek titrek akışına kadar her şey, geri planda hâlâ kanlı-canlı olarak duruyor.

-Niçin Sel ve Kum adını tercih ettiniz?

-Benim niçin o ismi vermiş olmamdan daha önemlisi okuyanın ona ne anlamlar yükleyeceğidir.Öykülerim genellikle açık uçlu olsun isterim; çok katmanlılık, çok anlamlılık hep gözettiğim ilkelerdir. Bu bakımdan metinle okur arasındaki ilişkinin mahrem olduğuna inanırım. Yazarın dahi gölge etmemesi gereken özel bir ilişkidir söz konusu olan. Zaten yayınlandıktan sonra metin karşısında yazar da sadece bir okurdur diyenler var. Sel ve Kum’un öncelikle birinci anlam düzeyi ıskalanmamalı, sel geçer kum kalır; bakalım benim öykülerimden bir şeyler kalacak mı!

-Sel ve Kum’dan sonraki öykü kitaplarınız da benzer bir şekilde ortak ciltte buluşacak mı?

-Niyet öyle. Şimdilik Hayalperdesi, Hikâyât ve Sular Tutuştuğunda bağımsız öykü kitapları olarak elimizde var. Bunların ikisi daha yeni yayınlandı. Dolayısıyla ikinci cilt için biraz bekleyeceğiz.

-Bundan sonrası için neler yazmayı/yayınlamayı planlıyorsunuz? Tezgâhta neler var?

-Öykü hep birinci planda olsun istiyorum; yarın öldüğümde öykücü olarak anılmak isterim. Öykü dışındakileri iki başlık altında toplamak mümkündür: Birincisi öykünün ne olduğu, imkanlarının nerelere kadar uzanabileceğine dair daha çok kuramsal arayışlar, sorgulamalar. İkincisiyse bir Müslüman olarak sorularımın peşinden koşmamla ilgili, Kur’an hayatımda hep merkezi bir yerde oldu; sanatı, öyküyü bile -elbette anlayabildiğim kadarıyla- hep onun beyanlarına göre konumlandırmaya çalıştım. Sanırım sonbaharda Edebiyatın Sırça Kulesi adını verdiğim, daha çok edebiyat kuramına ilişkin denemelerim yayınlanacak. Sonra da kavramlara yönelik sorgulamalarımı sürdürdüğüm bir başka kitap sırada.

Okur modernistlere bıyık altından güldü

-“Öykü yazmayı her zaman eylemlerimden bir eylem, amellerimden bir amel olarak gördüm.” diyorsunuz. Biraz açıklar mısınız?

-Malumunuz modernist tutum edebiyatı hak etmediği ölçüde yüceltti, ulvileştirdi. Aslında böyle yapmakla sanatçıya da yüksek bir statü de verilmiş oldu; yaratıcı dendi, onun yarattıklarına özgün dendi; beraberinde intihal tartışmaları doğdu filan. Modernist sanatçı eseri karşısında hep bir ‘budalalar güruhu’ olduğunu varsaydı; anlaşılmamayı estetik bir ölçü olarak sanata dayattı. Beğeninin vasat okurdan geçtiği, vasat okurun iyi şeylerden anlayacağı unutuldu, inkar edildi. Üstelik bu rüzgara kimi Müslüman sanatçılar da kapıldı. Öyküler kasten kapatıldı, muğlaklaştırıldı; istendi ki okur metne giremedikçe ‘büyük bir eser’le yüz yüze geldiğini sansın; ama edebiyat okuru bu zokayı yutmadı ve bu çabalara bıyık altından güldü. Bu bağlamda benim öyküye bakışım, insanın elinden çıkma bir ameliye olduğudur. Yeteneği inkar etmiyorum ama çoğu emek ve cehttir. İnsan elinden çıkmış olmaklığıyla insana dair sıfatlarla da maluldür. İşin bir başka yanı da amellerinden sorumlu olma bilinciyle ilgilidir; biz yarın hesap vereceğimize inanıyoruz, yazdıklarımız da bu hesaptan beri değildir.

İnkar rüzgarı

Modernİst sanatçı eseri karşısında hep bir ‘budalalar güruhu’ olduğunu varsaydı. Beğeninin vasat okurdan geçtiği inkar edildi. Bu rüzgara kimi Müslüman sanatçılar da kapıldı.

(STAR, 17.05.2011)