Menu
ATEŞTEN KELİMELER
Haberler • ATEŞTEN KELİMELER

ATEŞTEN KELİMELER



Ömer Lekesiz, inceleme, eleştiri ve denemelerinin ardından farklı kitap bir çalışması ile yeniden okurunun karşısına çıktı. Mimlerin Abecesi (1995), Hasan Aycın Çizgilerinden Örneklerle Çizgi Sanatında Dil ve Mesaj (1995), Sevgilinin Evi/Ev-Kabe Simgeciliği Üzerine Bir Çözümleme (1997), Şirazeden Şirazeye (1997), Öykü İzleri (2000), Yeni Türk Edebiyatında Öykü- Öykücüler ve Öykü Anlayışları / Öyküler ve Çözümlemeleri (5 Cilt, 1997-2001), Öyküce Konuşmalar (2003), Hüseyin Su Kitabı (Kemal Aykut’la birlikte yayına hazırlık, 2005), Kuramdan Yoruma Öykü Yazıları (2006) kitaplarının ardından onuncu kitabı olan AteşTen Kelimeler’de farklı bir izlekte yol alıyor Lekesiz.

Öyküyü yazınsal yolculuğunda temel inceleme alanı olarak kabul edip merkeze oturtan Lekesiz incelemeleri, eleştirileri ve denemeleriyle edebiyatımızda kendine özgü bir yer edinme çabasında, önemli bir merhale kaydetmiş; önceki çalışmaları ile Türk öykücülüğünün haritasının çıkarılmasında emekler ortaya koymuştur. Son yıllardaki anlayamadığımız geri duruşu önce gazete (Yeni Şafak) yazıları, ardından da Ateşten Kelimeler affettirdi diyebiliriz. Gazetedeki yazıları üzerinde herhangi bir görüş beyan etmeden Ateşten Kelimeler üzerindeki gözlemelerimize gelmek yerinde olacaktır.

Ateşten Kelimeler kapağından başlayarak özenli bir çalışma. Lekesiz’den bir eleştiri ya da eleştirel deneme kitabı bekleyenler yanılacak. Ömer Lekesiz’e ve yazdıklarına dair bilgilerimiz, bu kitabın da eski kitapların yürüdüğü kulvarda bir kitap olabilme ihtimalini kuvvetlendirse de, okumaya başladığımızda Ömer Lekesiz’in son dönemdeki en özgün, en yakıcı çalışmalardan birine imza attığını görüyoruz. Deneme olarak değerlendirilecek bu kitap biliyorum. Oysa deneme adı altında yayınlanan duygunun kitaptan aktığı örnekleri görünce, Lekesiz’in aslında bu kadim tarza öykünmesinin bir diğer faydası olarak da, bu tür eserlerin kulvarını dolduracak nitelikli eserlerin artmasına bir katkı sayabiliriz. “Deneme” diyelim de yayılsın kitap. Yazarın otuz yıla yaklaşan yazı hayatındaki tüm birikiminin süzülerek, incelerek bu kitapta cem olduğunu söylemek pekala mümkün.

Lekesiz daha kitabının başında niyetini ve amacını açık bir şekilde düştüğü notta ifade ediyor. “Taklidi bir dille de olsa, şerh arkeolojisine” dikkatleri çekmek, bunu yaparken de ayetler, simgeler, imgeler, şiirler, Doğu’nun ve Batı’nın bir takım isimlerinden yararlanmakta. “Öznel şerh” ile kitapta sekiz şiirin şerhi yapılmış. Kitapta şerh edilen şiirler şunlar: Ağlasak (Celal Sılay), Her Akşamki Yolumda (Ziya Osman Saba), İbrahim (Asaf Halet Çelebi), Bir Gün İcadiye'de (Ahmet Hamdi Tanpınar), Rüzgar (Sezai Karakoç), Yağmurlu (Gülten Akın), Nişanlı Koltuğu (Hüseyin Atlansoy), Karagözlü Eldiven (Laedri). Şairin ne demek istediğini değil, kendisinin ne anladığı ve gördüğünü yazmak isteğini ifade ediyor yazar.

Ateşten Kelimeler, üzerinde konuşmaya veya yazmaya başlarken etkisine alan bir kitap, bundan öte bu tarzın genel bir etkisi olsa gerek bu etki. Daha konuşmadan kendisi gibi konuşturmak (Zira kitabı okurken aldığım notların bu özelliklerini, buradaki formata hazır hale getirirken değiştirme zorunluluğu çıkmadı değil karşıma).

Ateşten Kelimeler, şiirselliğin seviyesini düşürmeden, denemenin ve hikayenin imkanlarından yararlanırken, şiirlere şerh düşerken şiirin gücüne sırtını yaslamayı ihmal etmiyor. Şiirlerin altında şiirselleşen yakarışa dönüşür zaman zaman kitabın sayfaları. Hikaye ve denemenin imkanları, şiirsellik bir imkanlar alanı olarak şerh çabasının hizmetindedir. Duyu organlarının alanını es geçmeden beş duyunun ötesinde bir duyu çabasına girişiyor. Ama bunlarsız kaldığını söylemek doğru olmaz. Bilinç uyanık, sekr halinde gibi görünse de, yazar diri bilincini sık sık karşımıza çıkarıyor. Tanpınar şiiri şerhinde Uyku ve Rüya “Hayat ve Gerçek Üstüne Tabirler” başlığı altında, yazar rüya dilinden gerçeğin diline yaklaşır, çünkü tanımlamaya başlamıştır. Tanımlarken dünyada rüyanın diline sığınır. Bu defa farklı rüya yok ama dil var. Tanımladıkça rüyadan uzaklaşır. Rüyadan uyanır. İbrahim şiirindeki gibi şimdiki zamandan, şimdiki zamanın izlerinden seslenişleri de sık sık karşımıza çıkıyor anlatıcının. Yine Sezai Karakoç’un Rüzgar şiirinin şerhinin başında olduğu gibi. Çocuk adam bu kısımda kendini fail olarak daha fazla ortaya koyar. Rüzgar şiirinde, şiirin şerh boyunca yazarın yakasını bırakmaması da dikkat çekici. Lekesiz burada rahat değil, diğer şiirlerin şerhindeki gibi rahat değil, şiiri dolayısıyla şairi şerhin içinde daha fazla görüyoruz.

“Putların yerine kelimeleri koyan kim?” diye sorar ki, can damarından yakalar meseleyi.

“İbrahim” şiiri şerhinde “Gönül ki” diye başlayan bir kısımda “Leyla ile yürümeksizin Mevla’ya çıkmayan yoldur” diye devam ettirirken, yazarın kitabın yaslandığı kalbin içindekini de ortaya döker. İlahî aşk ile Leyla aşkının ortasına kurulan salıngaç sallanır, kimi zaman iç içe geçer, kimi zaman biri diğerini mecbur kılar, kimi zaman da biri diğerine yol açar.

Çocuk-adam, çocuk-kadın diye özneler çıkar karşımıza, bunlar ile aslında çocuk yüreğinin saflığını zemin kılar coşan gönül sesinin yankılanmasında.

Son olarak “el” konusunda yazdıklarının altını çizmek isterim, ama görünsün ve okunsun diye sadece dikkat çekmekle yetineceğim.

Lekesiz yaptığının farkında, kaleminin götürdüğü gitmiyor; kalemini bilinciyle ördüğü rüyanın içerine doğru itiyor. Kıssaların baş isimleri, modern zamanların bazı isimleri, yerli ve yabancı medeniyetin simge isimleri çıkar karşımıza. Özellikle Kerküklü Nevruzî’yi de anmak gerek. Altı çizilecek, yüksek sesle okunacak çok cümle var kitapta. Kitap baştan sona bu kalbî haykırışlarla dolu. Kalbin her zaman altı çizilir. Bu sebeple bir kalp sesi dinlemek isteyen için kalbe yüksek ses verecek bir kitap.

(HECE EDEBİYAT, ŞUBAT 2010)