Menu
YORGUN KADINLAR ALBÜMÜ YA DA 'AYAK İZLERİNDE UĞULTU'
Deneme/İnceleme/Eleştiri • YORGUN KADINLAR ALBÜMÜ YA DA 'AYAK İZLERİNDE UĞULTU'

YORGUN KADINLAR ALBÜMÜ YA DA 'AYAK İZLERİNDE UĞULTU'

Ayak İzlerinde Uğultu, Cihan Aktaş’ın İz Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı. On iki öykünün yer aldığı kitap, yüz elli dokuz sayfa.  Yazar en son 2009 yılında Kusursuz Piknik adlı öykü kitabını yayınlamıştı. Bu arada başka kitaplar yayımlamış ama öykü için uzun bir ara vermişti. Ayak İzlerinde Uğultu bu uzun bekleyişe değecek bir kitap olmuş.

Öykülerde, yazarın kadın olmasının büyük izler taşıdığını açıkça görebiliyorsunuz. Kitapta yer alan on iki öykünün hemen hepsinde, -Konteynır İçindeki Kırk Dördüncü Kişi öyküsünü ayrı tutarak söyleyecek olursak- anlatıcılar kadın. Cihan Aktaş, soysal meseleleri öykülerinde işleyen, bunu bir görev olarak bilen ve sorumluluk alan öykücülerden. Bu sosyal meselelerin içinde belki de en önemlisi kadın sorunları denilebilir. Günümüzde kadın sorunları edebiyatta özellikle öyküde çok işlenmiyor. Bu açıdan Cihan Aktaş’ın bu meseleler etrafına öyküsünü kurması ve kadın sorunlarını öykünün alanına çekmesi nerden bakılırsa bakılsın önemli bir olay. Kadının savunmasızlığı, acizliği, karşısında ona karşı son zamanlarda artan şiddet olayları bu durumu biraz daha ön plana çıkardı. Ama Cihan Aktaş öyküsü direkt bunlardan bahsetmiyor. Yazar, kitabında kadın sorunlarını anlatırken şiddetin iticiliğinin farkında olarak, şiddetten uzak bir öykü kuruyor kendine. Daha çok gönül kırıklıkları, korkular, beklentiler, aşkın cazibesi, annelik hassasiyeti, sevgi, şefkat gibi kimsenin itiraz edemeyeceği konular üzerinden anlatıyor öykülerini. Bu aradaki dengeyi gözetmesi, yani şiddetin okuyucuda meydana getireceği negatif etkinin farkında olarak daha insani meseleler üzerinden öykülerini kurgulaması, olay örgüsünün içinde kurduğu zıtlıklar bakımından da yazarı rahatlatmışa benziyor.

Kitabı bitirdikten sonra üzerime bir yorgunluk çöktü. Öykülerde anlatılan, daha doğrusu öyküleri anlatan kadınların yorgunluğu bana geçti. Hemen bütün kahramanlar yorgun, bezgin, bıkmış, korkan, üzgün tipler. Özellikle gurbetin belirsizliğinden bıkmış, yorulmuş kahramanlarla karşılaşıyorsunuz. Kitabın isminin çağrışımı da bu durumu destekler nitelikte sanki. Ayaklar izleri bırakılıp gidilmiş ve arkada bırakılan izlerde uğultu devam ediyor. Yani eylem gerçekleşmiş, ardında bıraktığı etki sürüyor. Bütün öykülerde eylemin gerçekleştikten sonraki etkisi üzerinden anlatıyor yazar öykülerini. İzler üzerinden, izlerden sonra devam eden uğultunun öyküleri. İki arada sıkışıp kalmış, yalnız, kimliksiz, kaçak, göçmen kadınlar… Yıllar sonra karşılaştığı ve dargın olduğu eski arkadaşını uzun sorgulamalar sonunda affederek, yıllardır süren kırgınlıklara son veren kadınlar… Gösteriye katılan kızıyla kuşak çatışması yaşayan endişeli anneler… Annelerini eylemsizlikle, alışkanlıklarının içine gömülmekle, etkisizlikle suçlayan kızlar… Konteynırda ölen göçmenler… Terk edilmiş, yalnız ve kırgın kadınlar… Yanlış bir evliliğin ardından yeni bir aşkın peşinden gitmekle gidememek arasında bocalayan kadınlar… Hayallerinin peşinde koşan kızını bir yandan destekleyen, bir yandan da hasret çeken anneler… Parçalanmış ailelerin kızları… Amerika’ya yerleşme korkusu yaşayan bir kadın…

Gurbet, Cihan Aktaş’ın öykülerinde önemli bir yer tutuyor. Hatta bu açıdan bakınca öykü isimleri bile gurbeti çağrıştırıyor; Borçlu Bırakan Şehir, Lidaru ya da İpli Kadın, Kirli Paslı Köşeler, Dünyanın Öteki Ucu, Uzakta Bir Ev, Japon Resmi, gibi… Özellikle yurtsuz insanlardan, mültecilerden çokça bahsediliyor öykülerde. Kendilerine bir vatan bulabilmek, vize alabilmek için oradan oraya savrulan insanların, parçalanmış ailelerin dramı, özellikle kadınlar üzerinden anlatılıyor. Yazarın uzun yıllar gurbette yaşamış olmasının, yine kadın olması ve yaşadıklarının kendi üzerinde bıraktığı etkiler öyküleri anlatırken, kurgularken belirleyici olmuştur sanıyorum.

Cihan Aktaş, anlatmayı seven, hatta uzun uzun anlatan, detaylara önem veren, dilin imkânlarının farkında olarak zaman zaman bu imkânları zorlayan,  olay örgüsünü eksiksiz kuran bir yazar. Bazen anlatım, yoğun anlatma isteği öykünün ana izleğini, imgelerini gölgede bıraksa da, kusursuz dil ve olay örgüsü bu eksiği örtüyor. Ayrıca cesurca yazmasını da buna eklemek gerekir.

Öyküler, yazarın sanat anlayışını, dünya görüşünü, ideolojisini, durduğu yeri belli eden özellikler taşıyor. Bir kere zulmün karşısında olması, kahramanlarını mazlum tiplerden seçerek önermeyi bu tipler üzerinden yapması bile bu teorimi destekleyecektir. Sanırım Cihan Aktaş’ın da bu tespitime itirazı olmaz. Lidaru ya da İpli Kadın öyküsünde şöyle diyor: “Bir işe yaramak, bir derde derman olmak gerekir bu dünyada.” Cihan Aktaş, edebiyata bu açıdan bakan, öykülerini böyle bir yararlılık ve işe yarama üzerine kuran bir yazar. Yoksa bu kadar yoğun emek ve zaman harcamazdı edebiyata.

Cihan Aktaş öykülerinde biçimsel denemeler yapmayı sevmiyor, yeni biçimler denemekten hoşlanmıyor. Bu anlamda öyküler biçimsel sürprizler barındırmıyor. Yazar daha çok anlatmanın hazzıyla kuruyor öykülerini. Olayın akışı okuyucuyu çekiyor ve finale kadar anlatımın, olay örgüsünün içinde ilerliyor. Öykü finalleri alabildiğine açık uçlu bitiyor. Kahramanlar başladıkları gibi belirsizlikler, korkular ve yorgunluklar içinde kalakalıyorlar. Bu da yazarın sanat anlayışında belirleyici bir durum. Bundan önceki öykü kitaplarında da aynı şeyi görmek mümkün.

Yazar öykülerini anlatırken, Telmih öyküsünde olduğu gibi, -Telmih kelimesinin anlamını da içine alarak söyleyecek olursak- imalar etrafında anlatıyor. Bu durum da okuyucuyu yoğun anlatımdan biraz uzaklaştırıp metne daha iyi bağlanmasını sağlıyor.

Kitabın bence en iyi öyküsü, Çürük Ayva Kokusu. Hem dili, hem anlatımı, hem de söylediği şey itibariyle çok güzel bir öykü. Ayrıca kahramanın hep bir koku etrafında, hem de tanımlayamadığı bir koku etrafında gurbet duygusu ve hiç istemediği bir yere yerleşme korkusu mükemmel anlatılmış.

Ayak İzlerinde Uğultu, Türk Öykücülüğü’ne yeni bir nefes olarak raflarda yerini aldı. Yazar görevini yaptı ve eserini tarihin akışına bıraktı. Şimdi sıra okuyucu da…

AKİF

Akif Hasan KAYA: 1977 Balıkesir doğumludur. Öykü ve denemeleri Aşkar, Post Öykü, Muhayyel, İtibar, Yediiklim, Ğ, Hece Öykü dergilerinde yayımlandı. İlk kitabı Islak Kibritler ile 2012’de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Yılın Hikâyecisi ödülüne layık görüldü. Bazı kitapları Arnavutça’ya çevrildi.  Kitapları: Islak Kibritler (Öykü, Okur Kitaplığı, 2012, İz Yayıncılık, 2017)Ölmüş Oyuncaklar müzesi (Öykü, İz Yayıncılık, 2014)Uzun ve Lacivert Günler (Öykü, İz Yayıncılık, 2015)Bu Bir Aşk Hikayesi Değildir (Öykü, İz Yayıncılık, 2017)  

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları