Seyahat gözlemlerini yazmak, kadim anlatı türlerinden biridir. Keşif, tecessüs, istihbarat,ticaret gibi saiklerle yapılan seyahatlerin hem seyyahlar hem de toplumlar üzerindeki değiştirici dönüştürücü gücü biliniyor. Çünkü seyahatin özü alıp vermektir; giden yanında kendi kültürünü götürür, oranın kültüründen de alarak döner. Ancak modernliğin sonuçlarından biri olan turizmde durum böyle değildir. Turist almak-vermek derdinde değildir. Kendisi için belirlenmiş bir sürede, belirlenmiş bir rotada, belirlenmiş vakitlerle, belirlenmiş kişilerle gezip izler. Bol bol çektiği fotoğrafların çerçevesinde genellikle kendi de vardır. Çünkü dönüşte onan inanmayacak arkadaşları için en kesin delil fotoğraf karesine girmektir. Postmodern zamanlarda ortaya çıkan çokluk, cemaat, yerellik, otantisite vurguları nedeniyle dünya tam bir turistik mekana çevrilmiştir. Bir mozaik olarak tasarlanan dünyada, mozaiğin her bileşeni aynı zamanda turistik bir imgedir. Dünyanın birçok köşesi neredeyse turistler için düzenlenmeye başlanmıştır. Her şey dahil paketleriyle paketlenip yine kendileri için kurgulanmış mekanlarda bileklerindeki plastik bileziklerin rengine göre bir hürriyete sahip olarak gezdirilen turistler; dilerlerse ekstralar sayesinde elektriği olmayan köylerde kümesten yumurtayı, bahçeden domatesi kendi elleriyle toplayabildikleri hoş bir zaman geçirebilmektedirler.
Yolda olmak, yolunda olmak anlamını mündemiçtir; bundan dolayı yolun insanlar üzerinde bir hakkı vardır. Bakmak, görmek; fikretmenin, akletmenin vazgeçilmez şartlarındandır. Çünkü mekanın da bir hafızası vardır ve bu hafıza sayesinde bir canlı gibi mekan da insanlarla ilişki kurar, ona bir şeyler fısıldar.
Osman Bayraktar, ‘her kentin kendini bir takdim ediş biçimi’ olduğunu vurgularken, özellikle turizm için düzenlenmiş mekanların, aynı zamanda resmi otoritenin denetiminden de geçtiğini söyler: “Oysa insanların yaşadığı bir mekân ve kültür taşıyıcısı olarak kentin dinamik, değişken bir yanı var. Ve bu değişkenlik her zaman, resmî takdim biçimiyle koşut biçimde gerçekleşmiyor. Bunu hissetmek içinse bir miktar kaybolmak, şehrin arka sokaklarına gitmek gerekiyor; çünkü bugüne ait hayat orada yaşanıyor.”
Yedi İklim Dergisinde Yaşantılar üst başlığıyla yazdığı seyahat yazılarını Yol Hakkı adıyla kitaplaştıran Osman Bayraktar, tabiat gezilerinin büyüsüne rağmen şehirde olmayı, şehiri gezmeyi öncelediğini söyler. Çünkü ona göre şehir, insan emeğinin biçimlendirdiği yapıların yer aldığı, o yapıların arkasındaki insan ilişkilerinin ve düşünme biçimlerinin keşfedileceği yegane mekandır. Hangi mekana doğru yolculuk yapılırsa yapılsın kimi önyargılardan ve önkabullerden sıyrılmak mümkün değildir. Bayraktar’a göre seyahatin, yerinde görmenin anlamı, deneyimin yıkıcılığıdır: “somut olanla karşılaştığımızda zihnî tasarımlarımızda hiç öngörmediğiniz boşluklar olduğunun farkına varıyoruz. Bu şaşkınlık aynı zamanda yeni keşif kapılarının açılması anlamına da geliyor.”
İki bölümden oluşan kitabın Yol Hakkı adlı I. bölümünde ‘ana kıta’ bir uçtan diğerine sanki örnekleme yapılarak gezilmiş gibidir; Singapur’dan İspanya’ya, Finlandiya’dan Bulgaristan’a, Kazakistan’dan İngiltere’ye uzanan bu seyahatlerde, her kenti doğuran kültür, kültürün yaslandığı düşünsel ilkeler, yazarın yaşadığı duygulanımlar eşliğinde çözümlenmektedir.
Yol Çağırdığında adlı II. bölüm Mekke ve Medine’ye ayrılmıştır, yani hac seyahatidir. Bayraktar, haccın sembollerini de çözümleyerek, haccın bütünsel bir ibadeti olduğunu bize hatırlatır.
Yol Hakkı Annem ve Babam İçin ithafıyla bitiyor: babasını hacca götürmek nasip olmasa da, yaşı oldukça ilerlemiş annesini götürdüğü umre ziyaretinin anlatıldığı kısım belki de kitabın en duygusal bölümü.
Kimi zaman Osmanlı’nın terkedilmiş viranelerinin yarattığı hüzün kimi zaman gündelik hayatın canlılığının yarattığı enerjiyle anlatılan şehirler; daima bir haberci olarak, bir uyaran olarak, bir anlamda bizimle birlikte yaşayan canlılar olarak davetlerine icabetimizi beklemektedirler.
1962 yılında Gönen/Balıkesir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini aynı ilde tamamladı (1979). Gazi Üniversitesinde işletme okudu (1983). Beyaz Gömlek isimli ilk öyküsü 1982 yılında Güldeste Dergisinde yayımlandı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Kayıtlar, Hece, Hece Öykü ve Muhayyel’in çıkışında yer aldı. Portakal Bahçeleri ve Pencere Arnavutçaya, Pencere ve Utanç Farsçaya; bazı öyküleri Korece ve Azericeye çevrildi. Esenlik Zamanları 1999 yılında TYB; Mürekkep 2012 yılında ESKADER ve Ömer Seyfettin öykü ödülünü aldı. Cemal Şakar 2016 yılında Dede Korkut Edebiyat; 2019 yılında da Necip Fazıl Hikaye-Roman ödülüne layık görüldü. Eserleri: Öyküler: Gidenler Gidenler, 1990; Yol Düşleri, 1996; Esenlik Zamanları, 1999; Pencere, 2003; Hayalperdesi, 2008; Hikâyât, 2010; Sular Tutuştuğunda, 2010; Mürekkep, 2012; Portakal Bahçeleri, 2014; Kara, 2016; Adı Leyla Olsun, 2018; Utanç, 2020; Bir Avuç Dünya, (toplu öyküler) 2022. Deneme-İnceleme: Yazı Bilinci, 2006; Yazının Gizledikleri, 2010; Edebiyatın Sırça Kulesi, 2011; İmge, Gerçeklik ve Kültür, 2012; Edebiyat Ne Söyler, 2014; Hasan Aycın’ın Çizgi’si, 2016; Edebiyatın Doğası, 2019; Satır Arasındaki Anlam, 2020; Fragmanlar-Gerçeklikten Koparılmış İmge, 2022; Sanatın Kendiliği, 2024.Söyleşi: Dile Kolay, 2017.Edisyonlar: Sessiz Harfler, 2013; 40 Soruda Türk Öyküsü, 2018; Dilsiz’in Dile Gelişi, 2021; Kurmacanın Grameri (Ed.), 2021.