Menu
YOKSUNLUK
Deneme/İnceleme/Eleştiri • YOKSUNLUK

YOKSUNLUK

Yoksunluk kimilerince sınıf dışına atılmamızdır. Kimileri de başa gelen yoksunluğun yeterince çalışmamakdan kaynaklandığını iddia etmektedir. Her iki yorumun da geldiği yer “yoksunun yeterince tüketemediği” yargısını haklı görüyor.

Modern dünya çalışma etiği üzerine kuruldu. Mehmet Akif “Bekaayı hak tanıyan sa’yi bir vazife bilir; Çalış çalış ki beka sa’y olursa hakkedilir” dizelerinde yeni toplumu çalışma etiğinin yerleşmesine bağlamıştı. Zygmunt Bauman ise, başlangıçta çalışma etiği daha fazla emeğe aç olan fabrikaları doldurmakta gayet etkili bir vasıtaydı; fakat emeğin yüksek verimlilik önünde engele dönüşmesiyle artık bu ters bir rol üstleniyor, diyor. Anlaşılan o ki, sanayileşme ve feminizm yükselince endüstrinin “yedek işçi” talebi geri çekilmiş görünüyor. Kadınlar ve makinalar modernleşmeyi tahkim ediyor. Günümüzün sermaye ve bilgi yoğun endüstrisi, emeği verimin artırılmasının önünde engel görmektedir. Bu durum çalışma etiğini başka bir araçsallıkla kullanma imkanı veriyor. Eskiden “Çalış!” diyerek sanayi toplumuna katılması istenen köylü/ zanaatkara sesleniliyor iken; şimdi kentleri dolduran yoksunlara “Yoksulluğunuzun sebebi sizin ehliyetsizliğinizdir” şeklinde sesleniliyor. Bu ikinci söylem ile, yoksulların çalışma hayatının avantajlarını değerlendirebilme ehliyetinden yoksun olduklarını iddia ediyor: Siz yoksullar, sorumsuzsunuz, çalışmamayı tercih ederek yaşamak isteyerek hastalıklı bir dikkafalılık üretiyorsunuz, deniyor. Tüketim toplumuna katılması için köylülük ve zanaatkârlığın geçime elvermez meslekler haline getirilmesi ve insanların kentlere sürülmesi ise konu edilmiyor. Biliyorum ki, insanın tabiattaki varoluşu zaten tembel değildir; onu aylak ve flaneur kılan kent hayatıdır. Çiftçi denerek küçümsenen adam, hayata namaz ile başlamak durumunda. O güneş doğmadan, sıcak basmadan tarlasına girer, toprakla boğuşur ve Rabbine iltica eder. Güneş doğup semanın yarısına geldiğinde artık gün bitmiş gibidir. Susuz yaz sıcaklarında günün batışını beklemek tembellik anlamına gelmez.

Bauman’a göre yoksunluğu üreten şey tüketim toplumunun meşru sonucudur. Tüketici talebi ne kadar yüksek olursa, tüketim toplumu o kadar güvenli ve müreffeh olacaktır. İnsanlar bazı nesnelere sahip olmanın ve onları tüketmenin, mutluluğun zorunlu şartı olduğunu öğrenirler. Savurgan tüketim, başarı belirtisi haline getirilir. Mesaj her yerden tüm iletişim kanallarından bağıra bağıra gelir. Ayartılanlardan beklenildiği gibi davranamayanlar, yasal paraya ulaşamayanlar oyunun ıskarta ürünleridir. Onlar için yağmalama dışında hiçbir standart kalmaz. Suça itilen dışlanmışlar, sözümona halk sağlığını koruma aracı olarak hizmet verirler. Tüketici cazibesinin kaçınılmaz ve zehirli akıntısının lağımıdırlar. Aylak yoksullar imgesi, tüketicilere yönelik bir korkuyu ayakta tutar: çalışma etiğine itaatsizlik, ahlâkî olarak çirkin olmanın yanında, dehşet verici yanlış haline gelir (BAUMAN, 1999).

Bir tevhid adamı açısından modern tüketim toplumu bu zaviyeden analiz edilemeyecek. Çünkü bizim kültürümüzde hakikat olan şudur ki, ihtiyaçlarımızı büyüttüğümüzde yokluk duygumuzu ve yoksulluğumuzu da büyütürüz. Hz. Peygamber (asv)’in ifade ettiğine göre “dünya bize belimizi doğrultacak kadar caiz kılınmıştır.” Biz ise belimizi bükecek kadar mal yüklenerek kainattaki muvazeneyi bozarız. Biriktirme hastalığı bir tür pintiliktir. Pintiler varoluşa kulak asmaz ama fakirler hep semaya bakarlar. Rızık ise tüm insanlığa gökten inmektedir. Ancak zenginler onu kendilerinin sa’y u gayretleriyle elde ettiklerini söylerler. Bu cümleden çıkan şu ki, zenginler servetleri hakkında her zaman yalancıdır. İsmail Ankaravî Minhac’ül Fukara adlı eserinde “Fakr, hiçbir şeye mâlik olmadığını kabullenmek, bu kabullenmenin de Allah’ın takdiriyle olduğunun şuuruna vararak yapmaktır. Kişi kendisini müstağnî (herşeyin üzerinde ve muhtaç olmayan) hissetmemelidir. Herşeyin mutlak sahibinin Allah olduğunu ve ondan başka mülk sahibinin olmadığını kabul etmektir. Bu mertebe fenâfillah mertebesidir. Fakr bir cevherdir. Şaibesi ise eksikliktir, hastalıktır. Fakr bir şifâdır. Fakr’dan başka müstağnilik hastalıktır. Bütün âlem varlık mevzuunda kendilerini ayrı bir varlık olarak kabul ettikleri için fakr’a göre gururdurlar. Fakr bir sırdır. Ve bu âlemden ayrılmada kullanılan bir perdedir. Zira âlem ve âdem mümkinü’l-vücûd’dur. Mümkinü’l-vücûd ise, vâcibü’l-vücûdun yanında elbette fakirdir” der. İsmail Ankaravî’nin bu ifadesi bir tevhid söylemidir. Burada hiçbir şeye malik olmadığını kanî bir “güç istenci/kâvîullah” bulunmaktadır, yoksunluğu Allah ile aşmak ve O’ndan gelene teslimiyet yaşatılmaktadır. Yoksunluk, fakr’a çevrilebildiğinde kapitalizmi dönüştürecek ve onu güçsüz kılacak önemli bir direniş alanıdır. Çünkü fakr, tüketme iştahasına kilitlidir. Yoksunluk bir ızdırap iken, fakr kalbin Allah ile zenginleşmesini, Allah ile eşya ve sebeplerin aşılmasını ifade edecektir. Tüketmeyecektir. Tüketmek, tüketen bir şeydir. Nefes sayılı ise, koşmamalı. Bilinir ki koşmak sayılı nefesi hızla bitiren bir eylemdir. Abdülhalik Gücdevanî  Habs-i Nefes ile amel eder ve nefesi tutarak kalb diliyle tevhîd zikrederken fikrinden Allah Teâlâ’dan başka her şeyi atıp yalnız O’nun zâtını düşünmekten bahsederdi. Modern insan ki ne garip çok nefes aldığı halde boğulmaktadır. Buna göre yoksunluk, onu aşmaktan acizlikle ilgili olsa gerektir.

Tanrı kötü değildir. Lakin insan Kitap’ta fakirdir: “Yâ eyyuhân nâsu entumul fukarâu ilaAllâh/ Ey insanlar! Sizler Allah’a fakirlersiniz” (35 Fatır 15); “Allah zengin siz ise fakirsiniz” (47 Muhammed 38). Bizi izzetten düşüren, yoksunluklarımızı iddia kılmış bulunmamızdır. İsrafa yahut yağmaya meftun bir aşık, imanını kaybetmiş olmalıdır. Yoksunluğa karşı koymak, mevcudatımızı iğdiş eden ıstıraplar vermekte; Fakr’ı tatmak ise cesedde Tanrı’nın tecellisini çağırmaktadır. Yoksunlar, kendilerine asalak olan muhterislerin esaretinden ancak Fakr’la dirilerek azad olacaklardır. Yecüc ve Mecüc istenci dünyamızı sarmıştır. İstikametini yitirmiş müsrif ile adaleti şaşırmış yağmacı birbirlerini barbar görmektedir. Kentler servete sahipler ile servete meftunlar arasındaki çarpışmalara savaş alanı olmaktadır. Yoksunluk da sahip olmak da bir köleliktir. İnsan için sadece olmak vardır.

- BAUMAN Zygmunt, Çalışma Tüketicilik ve Yeni Yoksullar, Sarmal yayınevi, 1999