Reşat Nuri Güntekin’in romanı Miskinler Tekkesi’ni yazar ideolojisi ekseninde değil de “metnin ideolojisi” çerçevesinden okuyunca farklı sonuçlar elde etmiştik (BERGEN, http://www.edebistan.com/index.php/lutfibergen/miskinler-tekkesi-2/2011/06/). Eleştirmenler 1946 tarihli bu romana Cumhuriyet’in kültürel reformlarını destekleyen bir eser nazarıyla baktılar. Geleneğin mistik öğelerini yerici bir üslûba sahip olduğu fikrini öne çıkardılar. Biz eleştirel denememizde, yazarın metni kaleme alırken öne çıkardığı ideolojik yaklaşımı önemsemedik; metni kendi mantık örgüsü, kullandığı dilin kurduğu mana dünyası ve romanın tasvir ettiği zamandaki din- insan- toplumsal hayat ilişkileri bakımından ele aldık. Böylece görünüşte Osmanlı’yı saran ve çöküşe sürükleyen dilenciliği eleştiren romanın başka okuma biçimlerine tabi tutulduğunda, geleneği tahkim edici özelliklere bürüneceğini ifade ettik. O makalede romanın diğer şahıs kadrosu içinde en sağlıklı, ahlâk değerleri mütekâmil, aklı başında tipinin Dilenci Kocabaş olduğunu gösterdik. Böylece Türk modernleşmesine ayak uydurma çabası içindeki diğer şahıs kadrosunun “gelenek” ile bağlarını kestikleri için “çarpılmış” karakterler halinde kavranabileceğine işaret ettik. Yeni toplum inşası sırasında da “eski toplum”un karakterlerini aratacak denli yozlaşma örnekleri bulunabileceğini gösterdik. Hatta romanın “yeni topluma” bir eleştiri getirmiş olduğunu ima ettik.
Makalede Miskinler Tekkesi çözümlemesi için kullandığımız başka bir karakter vardı: Oblomov. Bize göre Dilenci Kocabaş ile Oblomov “Şark Tembelliği” denilebilecek bir “hareketsizliği” temsil etmekteydi. Toplumsal Gerçekçi eleştiri kuramı, toplumların ekonomik dönemselliklerine göre metin eleştirisi yani ideolojik eleştiri yapmaktadır. Toplumlar ilkel- köleci- feodal toplumdan sanayi toplumlarına evrileceklerdir. Bütün dünya halkları için bu dönemleme bir tür kaderdir. Feodalizmden çözülerek modernleşen, aslında kapitalistleşmeye ve kentleşmeye uğrayan toplumlara “yeni tip” kahramanlar, modeller sunmak; geçmiş tiplemeleri de “ironik eleştiriye” tabi tutmak gerekiyordu. Sovyet ideolojisi yıkılınca Oblomov başlıklı romanı yeni okumalara tabi tutmak ve Oblomov’un hiç de “tarih dışı” bir tipleme olmadığını anlamak mümkün oldu. Oblomov romanında Stoltz, sanayileşen toplumu, Olga da geleceğin proleter devrimcisini temsil edecek şekilde kimlik kazandılar. Olga’nın Stoltz ile evliliği “demokratik burjuva devrim”e inancı ifade etmektedir. Tarihin kapitalizme yürüyen kaderi gereği, yazarın Olga ile Stoltz arasında birlik kurması mukadderdi.
1991’de Sovyetler’in dağılması ile başlayan iktisadi süreç gösterdi ki tarih hiç de Batı ideolojisinin inandığı “ekonomik dönemlerin” kaderine tabi değildir. Tarım toplumlarının pek çoğu Sanayi toplumları dönemini hiç görmeden Marksistlerin öngörmediği Bilişim toplumuna geçmiştir. Sovyetler’in de Sosyalist toplumu sürdürememesi, Oblomov romanındaki yazar ideolojisinin yıkılmasına sebep olmuştur.Sosyalist toplumun tembellik üretmesi, Oblomov tiplemesinin “Feodalizme ait bir hastalık”şeklinde ele alınmaması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Buna göre Oblomov hiç de olumsuz bir tip değildir.
Bizi bu iddiayı seslendirmeye sevkeden, “metnin ideolojisi” üzerinden metni değerlendirme fikridir. Bu değerlendirme roman kahramanının kendi geleneksel kültürü içindeki davranışını anlama çabası ile ilgilidir. Geleneksel kültürden kastımız da halkın din- iktisat ilişkileri içinde geliştirip sosyalleştirdiği hayat tarzıdır. Metnin ideolojisi kavramıyla hareket eden edebiyat eleştirisinin ilk başta görevi, metnin içindeki din ve iktisat zihniyetinin yansıttığı toplumsallaşmaları ortaya çıkarmaktır. Bununla kahramanları birey olarak ele almaktan kaçınmak, “model” olarak ileri sürülmelerine kanmamak ve sunulan şahıs kadrosunun tamamından “sosyal ve dinî zaman”a ulaşmak mümkün oluyor. Oblomov tembel bir tipleme olarak yansıtılmış olsa bile, geleneğin modernite ile çatıştığı zamandaki bir eylemsizliği ifade etmekte idi. Bir anlamda gerek Stoltz ve gerek Olga’dan daha “temiz” ve “halk içinde” yaşayan bir kahramandı. Gonçarov’un Oblomov’un içindeki söylemi Stoltz’dan yana görünüyor. Stoltz yeni doğan sınıfın temsilcisi, feodal toplumun çöküşü ile ortaya çıkan yeni karakter. Roman yazıldığında kapitalizmin bu değin işsiz üretip, üretilen işsizliği ucuz istihdam stoğu halinde tutacağı hakkında bir öngörü gelişmemişti. Şimdiki yüzyılda Sholtz’ların Oblomov’a göre daha acımasız olduğu da söylenebilir. Oblomov tembelliği içinde yine de hizmetçilerine barınacak ev, yiyecek lokma veren bir “efendi” idi. Stoltz ise kurduğu sistemle hem kırda yaşayan insanları kente çeken bir hilebaz ve hem de onlara iş- ekmek vermeyi külfet gören bir cimriye dönüşüyor. Dolayısıyla Stoltz’un Oblomov’un tembelliği şeklinde ileri sürdüğü söylem ideolojisi, çarpıtmadan başka bir şey değil. Kapitalizmin gelişmesine paralel büyük bir evsizlik riski de bu cimriliğin neticesi halka yönelmiş bir tehdittir. Ayrıca Stoltz’un bütün gayreti 1917 Devrimi sonunda boşa gidecektir. Rusya’ya kapitalizm gelmeyecektir. Stoltz 1917 sonrası devrim rüzgârı içinde tüm sermayesini kaybedecek ve bir kolhozda çalışacaktır. Olga Parti Sekreteryasında toplumu inşa programında vazifeli olacaktır! Gonçarov’un niyeti bu olmasa da Oblomov, yazarını aşan bir hakikata ulaşıyor. Ortodoks Oblomov ile dervişmeşrep Dilenci Kocabaş’ın “tembelliği”, çalışıyor görünen yeni ideal tiplerin köksüz ve bunalımlı hayatları karşısında masum kalmaktadır.
Dostoyevski, 1860’ların Batıcılığına ve özellikle Çernişevski, Dobrolyubov ve Pisarev’in temsil ettiği bilimsel sosyalizme itiraz ediyordu. Petro reformlarının kapsamı dışında tutulan Rus köylüsü, Ortodoksluğu ve Rus geleneğini muhafaza ederken, Rus soyluları halka yabancı, hatta düşman bir topluluk haline gelmeye başlamıştı. Dostoyevski, Rus köylüsünü Rusya’yla ve Ortadokslukla özdeşleştirmişti. O’na göre halktan ve Rusya’dan kopan aydınlar hayatlarına yön verecek ahlâkî ilkelerden de kopmuş olurlar. Dostoyevski’nin, hep varoluşçulukla, nihilizmle ve bireycilikle ilişkilendirilen kahramanlarını yaratırken aklındaki esas mesele, aslında Rusya’nın “Batılılaşma” sürecinin yarattığı köksüzleşme sorununu yansıtmaktı. Dostoyevski, Rusya’nın Batı’yla kurduğu ilişkinin bunalımlı aydınlar ürettiğini ifade etmekteydi. Köksüz ve kutsalını yitirmiş aydını kıyasıya eleştirmekte; onun tedavisinin de halkla ve onun “kutsal” değerleriyle bütünleşmek olduğunu ifade etmekteydi (AYAS, 2010: 71- 75).
Edebi metinleri büyük bir risk alarak din- iktisat ilişkileri nazarından ele almaktayız. Çünkü metni yazarın ideolojisinden bağımsız bir kritiğe tabi tutmaktayız. Bizim için, nihilist bile olsa toplumunun dininden ve iktisat zihniyetinden kopuk bir birey yoktur. Eleştiri, metni halkla, onun kutsal değerleriyle ve iktisadi tavırlarıyla bütünleştiren yeni bir tavır olarak çıkmalıdır.
- AYAS Güneş, Dostoyevski’de Batı Sorunu: Rus Ruhu ve Evrensellik, Doğu Kitabevi, 2010
- BERGEN Lütfi, Miskinler Tekkesi, http://www.edebistan.com/index.php/lutfibergen/miskinler-tekkesi-2/2011/06/