Geçen gün televizyonda bir film izliyordum. Filmde adam üç aylık ömrünün kaldığını öğreniyor ve artık öleceğini anlayınca hayatının kalan kısa kısmını istediklerini yaparak geçiriyordu. Paraya önem vermiyor, hiç kimseden korkmuyor, kendisine göre doğru olanları cesurca ifade ediyordu. Ben de filmi izledikten sonra şöyle düşündüm: Gerçekten de insan öleceğini bilse rahatça yaşar, geçim derdi çekmez, ileride ne olacağını düşünmez, haksızlık karşısında korkusuzca tavrını koyar, dedim. Daha sonra kendi kendime, “İnsan zaten öleceğini bilmiyor mu?” diye sordum. Evet! İnsan öleceğini biliyor. Peki, öleceğini bilen insan neden üç aylık ömrü kalan adam gibi yaşamıyor? Bunun nedeni ise galiba insanın ölüme inanmaması, “benim daha ölmeme çok zaman var” diye düşünmesidir. Gerçekten de insanoğlu ölümü kendisine uzak görüyor. Ortalama hayat süreleri, anne ve babaların ölüm yaşları, tıbbın gelişmesi gibi birçok neden insanın uzun yaşayacağı hissine kapılmasına neden olmaktadır. Hatta günümüzde ölümsüzlük iksirinin bulunacağına inananlar da azımsanmayacak kadar fazladır. Tam da insanların böyle düşündüğü sırada ortaya çıkan koronavirüs adlı gözle görülmeyen bir mikrop tarafından tüm dünya çaresizlik içinde çırpınmaya başladı. Bu yazıyı yazdığım şu ana kadar da hâlâ bir aşı bulunamadı. “Sizin hayır gördüğünüzde şer, şer gördüğünüzde hayır vardır.” ayetinde söylendiği gibi acaba bu virüs de şer gibi görünüyor ancak bizlere hayır mı getirdi diye soruyorum kendime. Şöyle ki; insanların her şeyi başarabiliriz dedikleri bu devirde işte ufacık bir virüs bizi kendimize getirdi. Bir mikroba bile çare bulamayan insan nasıl olacak da ölüme çare bulacak. Tabi insanoğlu çabuk unutur ancak, yine de bir süre aciz olduğumuzun farkına varacak ve Allah’ın yüceliğini tekrar ve tekrar hatırlamış oluruz diye düşünüyorum. Şimdi tekrardan yukarıda bahsettiğim konuya geri dönelim. İnsanoğlu ölümü unuttu demiştim. Gerçekten de ölümü unuttuk. Daha doğrusu unutturulduk. Kapitalizmin ortaya attığı modern insan ve kendi geleceğini kendisi belirlemek kavramı olan bireycilik saçmalıkları bize öleceğimiz gerçeğini unutturdu. Kapitalizme göre modern insan, doğar, büyür, en iyi eğitimi görüp güzel bir bölüm kazanır, işe başlar, çok çalışır ve acımasızca harcar. Yani her şeyin en iyisine sahip olmalıdır. Durum böyle olunca insan ölümü hatırlamaz. Hatta hatırlayacak vakit yoktur. Çünkü yetişecek çok hedef, dikilecek çok bina, binilecek sıfır arabalar, çocuklara bırakılacak sözüm ona güzel gelecek vs. gibi yapılacaklar varken insan ölemez! Ölmemelidir. Bu düşünceler ve yaşantılar içerisindeki insanoğlu haddini aşmaya başladı ve son zamanlarda sıkça duyduğumuz yaratmak kelimesini hemen her cümlesinde sarf etmeye başladı. “Harikalar yarattım!” “Kaos ortamı yarattı.” “Yoktan var ettim!” gibi aciz insanın söylemesinin saçma sapan olduğu cümleler duymaya başladık ve duyuyoruz. Hâlbuki eskiden yaratmak kelimesi kullanıldığı zaman Allah’ın yaratması kast edilirdi. Bir insan “yarattım” diyemez, hadi dili sürçtü dediyse de diğer insanlar tarafından ikaz edilir, o kişi de hemen tövbe istiğfar ederdi. İşte bir şeyler yarattığını sanan insan bu cüreti ölümü unuttuğu için kazandı. Bir yakınımız öldüğü zaman, biraz korku içinde tekrar ölümü hatırlıyoruz. Ancak bu durumda birkaç güne geçmiş ve tekrar ölümü unutmuş oluyoruz. Sokaklarda yürüyen hemen herkes tabiri caizse küçük dağları yaratmış gibi adım atıyor, kimseye yol vermiyor, “ben!” diyor ve sadece kendisini düşünüyor. Tüm insanlığı saran benlik duygusu ve hak edilmemiş ve asla hak edilmeyecek olan kibir ve kendini beğenip, yüce görmek hali ne yazık ki Müslüman âlemini de sarmış durumdadır. Peki, eskiden nasıldı insanlar niye kendini beğenmiyor ve başkalarını küçük görmüyordu. Müslümanlar eskiden ne yapıyordu da nasıl yaşıyordu ki bu durum tam tersine gerçekleşiyordu. İslam’ın özüne ve gerçek iman etmiş insan yaşantısına uymayan bu gaflet ve imansızlık halinin oluşmasında bence en büyük etkenlerden birisi teknolojinin gelişmesidir. Eski dönemlerde insanın değeri vardı. Karşılıklı sevgi, saygı, utanma duygusu ve birbirini incitmemek rahatsızlık vermemek birinci ve en önemli davranışlardandı. Çünkü İslam dini bunu emrediyor, peygamber insanların en hayırlısı insanlara yardım edendir diyorinsanı yaşat ki devlet yaşasın diyen bir devlet profili her zaman düstur ediliyordu. İşte her şey yolunda giderken teknoloji denilen illet (burada iyi kullanırsak bu da nimettir diyenlerçıkabilir. Ancak katılmıyorum) geliştikçe ve halen gelişmekteyken eski yaşantıya dönüşün ve dini gerçekten yaşayabilmek pek de mümkün görünmemektedir. En basit örneğiyle bir buzdolabı ortaya çıkınca komşunun kısmeti olarak ayrılan bir tabak yemek sonraki günlere kaldı. Televizyon belası çıktığı zaman muhabbet ve aile arasındaki samimi ilişki ve iletişim yerini sessizliğe bıraktı ki o günler iyi günlerdi şimdilere göre. Günümüze bakarsak akıllıtelefonlar ve internet şeytanın ve şeytanlaşmış insanların en büyük destekçisi olmuş durumda. Bu bozuk düzen ve kargaşa ortamında insanların çoğu rahat ve özgür olduklarını söyleseler de işin hiç de öyle olmadığını hepimiz biliyor ve arayış içindeyiz. İşte burada da sorulacak soru şudur. Neyi arıyor insanoğlu?
1994 Şanlıurfa doğumlu. Halkla İlişkiler ve Tarih bölümü mezunu. Şiir ve deneme yazıyor. Halihazırda Adalet Bakanlığında olarak görev yapmaktadır.