Modern kurmacanın kendinden önceki geleneksel metinlerden temel farkı gerçekçiliktir. Böyle demekle önceki metinlerin gerçekçi olmadığını söylemek istemiyorum; gerçeğe yaklaşma, onu ele alma tarzındaki temel farka vurgu yapmak istiyorum. Geleneksel edebiyat, metafiziksel gerçekliği (zamana ve mekana göre değişmeyen, tümel, ezeli ve ebedi hakikatler) içerikleştirirken; modern kurmaca tikel olana yönelmiş ve tikeli, zaman-mekana yerleştirmiştir. Hatta özellikle romanda kahramanlara özel adlar (tip adı -Leyla, Mecnun- ya da tümel kavramları -Hüsn, Aşk- çağrıştıran adlar değil) vererek tekil gerçeğe yönelmiştir. Tümeli ya da tipleri çağrıştıran adlar, kahramanı toplumsal bir kesimin içine yerleştirirken; özel adlar, kahramanın kendi bireyselleşmesine uygun olarak biricikliğini (indirgenemez olan) vurgular. “Emekli Albay Halit Akçam’ın İki Günü” adlı öyküsünde Tomris Uyar, kahramanı bireyleştirebilmek için önce ona özel ad ve soyadı verir, bu yetmez; albaydır, emeklidir, apartman yöneticisidir, muhbirdir… eşi ve çocuğu da özel adlarıyla ve kimi sıfatlarıyla anılarak Halit Akçam tikellikten tekilliğe doğru birey olarak belirginleştirilir.
Bireyin merkeze oturtulması ve her şeyin onun bakış açısına ve bilgi birikimine teslim edilmesi, kurmacanın önceki türlerden temel farkını belirler. Bireyin merkezi konumuyla birlikte zaman, mekan, konu, kahraman, karakter, bakış açısı… gibi, kurmacanın bileşenleri de yer değiştirip bireysel bakışa emanet edilmiş ve bu bileşenler metinde ona göre tertip edilir olmuştur. Zira bireyin algısının merkez olması, zorunlu olarak anlatıcının, onun duyusal algısıyla sınırlanması demektir. Anlatı tamamen ‘bilincin doğrudan verileri’ne teslimdir. Birey kendi kendinin bilincinde, özfarkındalığı yüksek bir varlıktır; bu bakımdan, eserde ortaya çıkan bireyin tekilliği, kendisi için kurduğu dünyadır. İşte bu dünya, her şeyin rahatlıkla katıp karıştırılabildiği, geleneksel olarak yan yana gelemeyecek değerlerin bireyin içselliğinde yan yana gelebildiği bir dünyadır. Zaten bu yapılamasaydı, modern edebiyatın gerçekçilik (1) iddiası yerine getirilemezdi.
Birey, tarihsel bir zaman dilimine aittir. Kozmik bir zamanda değil, kendi zamanında yaşar. Belleği ve hayal yetisiyle geçmiş ve geleceği şimdiye taşır ve şimdide yaşar. Kendi zamanı onun kimliğinin oluşumunda ve sürdürülmesinde kritik önemdedir. Çünkü geçmişi sayesinde kendini sorgulaması mümkün olur; keşke’ler ve iyi ki’ler bu sorgulamada sıkça devrededir. Geçmiş, modern bireyin iç-kazısına imkan sağlar ve geleceğe dair hayallerine de zemin oluşturur. Gelecekte neler yapılıp yapılmayacağı bireyin seçimleri için veri sağlar; nedensellik zincirinin kurulmasında da bir araç olarak iş görür. Zaten birey de özgür iradesi sayesinde seçim yapan ve bu anlamda kendi kendine yeten özerk bir varlıktır. Bu yüzden de bugün hangi hal üzerindeyse bu halin tek sorumlusu kendisidir. Dolayısıyla hayat bütün yükleriyle omuzundadır.
Bireyin zamanı, nesnel zamandan ayrıdır. Daha çok öznel/psikolojik zaman olarak da tanımlanan bu bireysel zaman, saatin tik-taklarından bağımsız, bireyin ruh durumuna bağlı olarak esner ya da daralır. Psikolojik zaman, kurmaca için geniş bir imkan alanı açar. Nesnel zamanın buyurganlığından kurtararak bireye özerk bir alan yaratır. Bu özel alan sayesinde birey, anlatı boyunca zamanın içinde dilediğince yüzebilir. Bu yüzme bazen bilinç akışı, bazen anlatının geriye dönmesi, bazen de anıların şimdiye taşınması şeklinde olabilir; ama her halükarda, hep ileriye doğru akan nesnel zaman kırılmış olur. Böylelikle anlatıcı, bu buyurganlıktan kurtulmuş ve dilediğini dilediği zamana taşıyabilir olmuştur. Bu zamansal özgürlük, bireyin ömrü boyunca yaşadığı ve onu o yapan etkilerin, nedenlerin, olayların serimlenmesinde oldukça işlevseldir. Bu serimleme sayesinde kahramanın şimdi içinde bulunduğu hal gerekçelendirilmiş olur. Anlatıda boşluk kalmaz ve bugünkü halin rastgele olmadığı ya da yazarın paşa gönlüne göre düzenlenmediği gösterilmiş olur. Zira kahraman, bir ruh durumun içindedir ve anlatı da bu duruma uygun olarak bireysel zamanın iki ucunda durur. Burada kahraman anılar ve hayaller arasında yüzer ve böylece anlatma zamanının kısalığına rağmen, hikaye zamanı anılar ve hayallerin zenginliğince genişler. Emekli Albay, sabah evinden çıkar ve geceleyin bir olaya karışır. Öykünün “Gazetede” bölümünü dikkate almazsak, nesnel zaman bir gün bile değildir. “Gazetede” bölümünde (gazetelerin olayı ertesi gün verdiğini düşünürsek) olay ertesi güne sarkar. Böylece anlatma zamanı iki güne çıkar. Aslına bakarsanız, sabah başlayan öykü ertesi sabah, yani yirmidört saat içinde biter. Ancak bu kısacık anlatma zamanına karşın, hikaye zamanı Emekli Albayın tüm yaşamını kapsar.
Birey tüm tekilliğine, biricikliğine, indirgenemezliğine rağmen toplumsal bir varlıktır. Biricikliğin idraki için başkası zorunlu koşuldur; zira biriciklik, ancak başkasının aynasında idrak edilir. Kurmaca, bu biricik, tekil varlığın toplumsal bağını zaman ve mekan sayesinde kurar. Zaten özel adın seçimi, tarihsellikle, zamanın belli bir dilimiyle ilişki içinde olmak demektir. Çünkü birey, daha önce vurguladığımız gibi tarihsel bir varlıktır; kimliğini, ait olduğu tarihsel dönem içinde inşa eder. Genellik ise zaman ve mekandan kopmak demektir. Bu bağdan bağımsızlaşmadan genellik mümkün değildir. Mekan zamanın iliştiği, tutunduğu bir şeydir, somutlandığı da diyebiliriz. Hikaye hep bir mekanda geçer; kurmacada mekan olmazsa zaman hep soyut kalacak ve bu da kurmacanın modern ruhuna aykırı olacaktır. Çünkü zamanın, mekandan koparak soyutlanması, genelliğe bir gidiş olacaktır, oysa kurmaca tekilliğin peşindedir. Demek ki kurmaca; belli bir zamanda, belli bir yerde yaşayıp belli deneyimler kazanmış bireyin dünyasını anlatmaktadır. Dahası zaman ve mekan gündelik yaşamı inşa eder; bireyle toplum, toplumla nesneler arasındaki bağıntıyı kurar. (2)
Tomris Uyar’ın öyküsünde bir adım daha atılır ve gün tözselleştirilir: “Günün tözü… İşte burada ‘Töz’, ‘Cevher’i tamtamına karşılayamıyor. Hiç olmazsa iki hecelik, daha uzun bir karşılık bulmalı. Böyle sözlerle anlatılmaz bir günde, kişi şiir yazmaya kalkışsa -olacak şey değil ya!- ‘töz’e uygun düşen ‘göz’, ‘söz’, ‘öz’, ‘ümüz’ gibi uyakların hiçbiri durumla bağdaşmayacaktır. Bunlar düşünülmezse, dile bir disiplinsizlik gelir. Herkes gelişigüzel konuşur.” Günün/zamanın tözselleşmesi, bireyin ve hayatın bu tözün görünümleri olması, tözün tecellisi olması anlamına gelir. Bu durumda hayat, zamanın akışına göre düzenlenmez; hayatı düzenleyen zamandır. Zaman hayatı kuşatır. Örneğin Halit Akçam’ın, zaman geçtiği için sakalı uzar; bir önceki günden ve gecenin dilde bıraktığı pastan arınır. Son yıllarda, tedbir denen şeyi öğrenir. Zaman geçtikçe erdemleri öğrenir. Her sabah beş ayrı marka kurşunkalemin ucu açılır. Zaman sayesinde Albay gibi bir tipten Halit Bey’e dönüşür. Ama bugün başka bir gündür ve Emekli Albay Halit Akçam ‘günün cevherini’ kaçırmamalıdır, zira günle/zamanla böylesine güçlü bir bağı daha önce hissetmemiştir. ‘Bugün başkadır, bugün kesintiye uğramamalıdır, ne gerekirse artık…’ Kendini zamana teslim eder: “Emekli Albay Halit Akçam, ‘günün cevheri’yle bütünleşmek için çıktığında, sokaklarda -ne gariptir!- büyük bir uyum içinde buldu kendini: kimileri ardısıra geliyor, kimileri önünde birden açılıveriyordu. Karmaşık ve avareydiler.” Köşebaşında yolunu kesen rüzgar, ağacın geriye yaylanması birer belirtidir artık; tözün görünümleridir. Bunlarla yetinmemelidir, cevherin kaynağına inmelidir. “Belki o zaman aylardır atamadığı tedirginliğin özünü kavrayabilir.”
Aradığı cevapları şimdi’de bulamaz. ‘Çok eskide’ olmalıydı cevaplar: “Bildik, tanıdık yerlere dönmeli, eski Halit Akçam bulunmalı”dır. Eski Halit Akçam mekanda değil, zamanda bulunabilir. Sözünü ettiğimiz zamansal özgürlük burada işlevseldir. Zaten geçmiş, bir anı deposu olarak imgelerle doludur, bu bakımdan geçmişin anılması ya da hatırlanması, imgelerin dil/ifade sayesinde geri getirilmesinden ibarettir; gelecek zaman da benzer şekilde hayallerin şimdiye çağrılmasıdır. Geçmiş geçip gittiği ve bu yüzden değiştirilemez olduğu için genellikle geçmişten ders alınarak, gelecek tasarlanır ve edebiyat, başka türlüsünün de mümkün olabileceğini gelecek üzerinden işaret eder. Hayaller de şimdinin belirleyiciliğine sıkışmış kahraman için zamanın dışına çıkabilme umududur. Halit Akçam’ın günün cevherinde hissettiği, bu kendi zamansal bütünlüğüdür ve kendisini bu bütünlüğe göre yeniden inşa eder. Artık o, dünkü Halit Akçam değildir, ama ne olduğunu da tam bilemez, geçmişi geri getirebilmek için eski dostlara ihtiyacı vardır. Eskinin, unuttuğu, belki de bilinçdışında onu etkilemeye devam eden o belirsiz şeylerin zamanın cevherine uygun olarak yeniden düzenlenmesi, zamansal bir bağla örülmesi gerekmektedir.
Unutulmamalı ki kahramanın şimdisi kendi şimdisidir. Madem kurmaca zamanı daha çok psikolojik zaman olarak kullanır; o halde, anlatıdaki zamansallık bireysel zamansallıktır ve bu nedenle bireyler arası eşzamanlılık yoktur diyebiliriz. “Fiks Mönü”deki akşamda bile, her ne kadar lise yılları anılsa ve bu anılar kahramanlar açısından aynı zamana gönderme yapsa da bu aynı zamanların kahramanlardaki deneyimlenmesi farklı farklıdır, biriciktir. Hatırlanan bir olay, bireylerde başka başka çağrışımlara neden olur; neredeyse sadece olay üzerinde ittifak vardır, ama olayın çağrışımları herkeste farklıdır.
Öyküdeki, ‘insan hangi yaşta severse sevsin liseli oluveriyor’ sözüyle Tomris Uyar, durumun iki ucunu birbirine bağlar. Öykünün “Fiks Mönü’de” bölümünde, askeri okuldan arkadaşlar buluşur; muhabbet, okul yıllarına döner, ilerleyen saatlerde sahne alan şarkıcı, Albay’ın, ilk aşkına benzer, bu sureta benzerlik Albay’da çoktan bilincinin derinlerine ittiği kimi duyguları uyarır ve yıllar önceki ilk aşk nasıl bir kavgaya neden olduysa şimdi de bir kavgaya neden olur. Ancak “Gazetede” bölümünde olayın gazetelere farklı farklı yansımasıyla öykü kendini yeniden çoğul okumalara açar: “Kimi, onun zimmetine para geçiren bir veznedar olduğunu yazıyordu. Kimilerine göreyse karısı, baldızı ve küçük oğluyla gelmişti gazinoya; onlar olay sırasında tuvaletteydiler. Yalnız iki konuda birleşiyordu gazeteler: Emekli Albay Halit Akçam yapayalnızdı masada. Tabancasını niçin ateşlediğini bilmiyordu.”
Emekli Albay Halit Akçam’ın, bildik, tanıdık yerlere dönerek, eski Halit Akçam’ı bulmaya çalışması, eski dostlarla anıların tazelenmesi sayesinde mümkün olur. Bu arayış kahramanın kendi bütünselliğinin arayışıdır. Günün cevheriyle ancak böyle bütünleşebilecektir; insanın sadece kendi kendine özdeş olduğu o andır Halit Akçam’ın aradığı: “Emekli Albay Halit Akçam, sinek kâğıdına yapışmış bir sineğin duyabileceklerini duydu. Her yanı sıkı sıkı sarmalanmıştı. Bir davransa, kaçsa. Kurtulsa. Ama nereye? Eve mi? Astronot Gülden’in merkezi orası.” Modern birey için öznel zamanın dışı yoktur, hatta zamandışı bir şey yoktur. Ölüm bile zamandışı değil, gelecek zamanda insanı bekleyen bir şeydir. Özerk bir birey olarak, özgür iradesiyle yaptığı seçimlerin tüm sonuçları nasıl omzundaysa, yaşadığı tarihsel an da onu bir zar gibi kaplar; her ne olacaksa bu zamanda ve bu zeminde olacaktır; ötesi yoktur.
1 - Fantastik edebiyat da gerçekçilik iddiasındadır. Hatta Cortazar’a göre fantastik tarz, gerçeği derinlemesine yakalayabilmek açısından realizm ya da natüralizmden daha etkilidir.
2- Geleneksel toplumlar kozmik zamanın çevrimine tabidir. Vakit doğanın ritmine uygun olarak belirlenir. İbadetin, ekimin, hasadın vakti doğal döngüye bağlı olarak döner durur. Kozmik/doğal zaman, modern zamanın matematiksel keskinliğinin aksine müphemdir. Örneğin ibadet vakti saat 13.15 olduğunda gelmez; o dakikadan itibaren yavaş yavaş gelir ve güneşin hareketine göre bir vakit çıkarken diğeri yavaş yavaş girer. Ekim ya da hasat zamanı bellidir, ama mevsimsel hareketler vakti belirler. Haziran geldiği için hasat başlamaz, başak olgunlaştığı için başlar. Ekim ayı geldiği için tarlalar sürülüp ekilmeye başlanmaz, toprağın tavı beklenir. Modern nesnel zamansa matematiksel bir keskinliktedir. Gün, saat 24.00’ü geçtiği için biter. Sabah, seher vaktinin yavaş yavaş kızıllıktan aydınlığa dönmesiyle doğmaz; örneğin saat 07.36 olduğu için gün doğar.
Saat 08.00 olduğu için iş başında olunur. Bireysel/psikolojik zaman nesnel zamanın takvim yaprakları ve saatin tiktakları arasında durularak yaratılır; durum, zamanın duruklaşmasıdır. Ruh durumunun içindeki birey böylece geçmiş ve gelecek arasında seyahat ederek nesnel zamanın direncini kırabilir. Bu özetten sonra şunu söyleyebiliriz: Geleneksel insan anılarını hafızasında mekanla ilişkilendirerek saklar. Çocuk ilk karlarla doğmuştur. Geçen hasat şöyle bir şey olmuştur. Filanın düğünü yaz aylarına denk gelen bir kurban bayramında olmuştur. Modern bireyse anılarını zamanda saklar. Çocuğun doğumu nüfus kaydının keskinliğiyle bellidir, en kötü ihtimal doğduğu günün takvim yaprağı bir yerde saklanmıştır. Fotoğrafların arkasında tarih tüm inceliğiyle not alınmıştır. Anıların zamana emanet edilmesi, aslında dile emanet edilmesidir. Anılar kelimeler sayesinde şimdiye taşınır ve ifade bulur. Örneğin Halit Akçam günlük tutar. Günlük günle ilgilidir ve anbean kayıt alınmasını zorunlu kılar. Gün kaçtıktan sonra yazılanlar günlük değil, anı olur. Zaten modernliğin mekanı daima yıkıp yeniden inşa etmesiyle emanet edilecek bir mekânsal süreklilik de bulunmaz; oysa nesnel zaman bir süreklilikle kesintisizce, saniye sekmeden akar.
(Tomris Uyar, Emekli Albay Halit Akçam’ın İki Günü, Bütün Öyküleri’nin içinde, Yapı Kredi Yay., 2. baskı, 2017, s. 253-268.)
1962 yılında Gönen/Balıkesir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini aynı ilde tamamladı (1979). Gazi Üniversitesinde işletme okudu (1983). Beyaz Gömlek isimli ilk öyküsü 1982 yılında Güldeste Dergisinde yayımlandı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Kayıtlar, Hece, Hece Öykü ve Muhayyel’in çıkışında yer aldı. Portakal Bahçeleri ve Pencere Arnavutçaya, Pencere ve Utanç Farsçaya; bazı öyküleri Korece ve Azericeye çevrildi. Esenlik Zamanları 1999 yılında TYB; Mürekkep 2012 yılında ESKADER ve Ömer Seyfettin öykü ödülünü aldı. Cemal Şakar 2016 yılında Dede Korkut Edebiyat; 2019 yılında da Necip Fazıl Hikaye-Roman ödülüne layık görüldü. Eserleri: Öyküler: Gidenler Gidenler, 1990; Yol Düşleri, 1996; Esenlik Zamanları, 1999; Pencere, 2003; Hayalperdesi, 2008; Hikâyât, 2010; Sular Tutuştuğunda, 2010; Mürekkep, 2012; Portakal Bahçeleri, 2014; Kara, 2016; Adı Leyla Olsun, 2018; Utanç, 2020; Bir Avuç Dünya, (toplu öyküler) 2022. Deneme-İnceleme: Yazı Bilinci, 2006; Yazının Gizledikleri, 2010; Edebiyatın Sırça Kulesi, 2011; İmge, Gerçeklik ve Kültür, 2012; Edebiyat Ne Söyler, 2014; Hasan Aycın’ın Çizgi’si, 2016; Edebiyatın Doğası, 2019; Satır Arasındaki Anlam, 2020; Fragmanlar-Gerçeklikten Koparılmış İmge, 2022; Sanatın Kendiliği, 2024.Söyleşi: Dile Kolay, 2017.Edisyonlar: Sessiz Harfler, 2013; 40 Soruda Türk Öyküsü, 2018; Dilsiz’in Dile Gelişi, 2021; Kurmacanın Grameri (Ed.), 2021.