(www.dunyabulteni.net)
Yezd'le ilk temasımızda edindiğim intiba, İsfahan'a göre toprakla daha bütünlemiş bir şehir olduğu yönünde. Trafikte makas atan motorlar ve taksiler görüyorum. İnsanlar daha esmer ve daha kaba.
Trafik yoğun ve cadde boyu dükkanlar. Sanki İsfahan'da hizmet, Yezd'deyse ticaret ön planda.
Otele dönüştürülmüş, iki yüz elli yıllık bir Yezd köşkünde oda kiralıyoruz. Restorana dönüştürülmüş avlusu çok güzel; yine ortada havuz, etrafta peykeler.
Avlunun üstü büyük bir brandayla örtülmüş; tam çölde çadırda gibiyiz.
Yemekten sonra 22.30 sularında yürüyüşe çıkıyoruz. Emir Çakmak külliyesi karşılıyor bizi. Oldukça yüksek minareli; İran'da minareler, genellikle giriş kapısının iki yanında yükseliyor. Bir de Palmiye Ağacı: Hz. Hüseyin'in tabutunu simgeliyormuş. Muharrem ayında süslenip sokaklarda taşınıyormuş. Ancak simgeyle simgelenen arasında bir ilişki kuramıyorum. Acaba Hz. Hüseyin'in tabutu palmiye ağacından mıydı? Üstelik palmiye yaprağı şeklindeki simge de bana hiçbir şey çağrıştırmıyor.
Yezd'in ara sokaklarına dalıyoruz. Sokaklar labirent gibi. Gecenin karanlığıyla birlikte ürperiyoruz. Sokakta mı yürüyoruz yoksa birilerinin avlusunda mıyız, neredeyse kestiremiyoruz. Otele geri dönüyoruz.
15 Mayıs
Kahvaltı sonrası Dagme'ye (Sessizlik Kuleleri) doğru yola çıkıyoruz. İlk kez üç dinin dışında bir başka dinle karşılaşıyorum. İki yüksek tepenin zirvesinde sur gibi duvarlarla çevrilmiş alan. Aşağılarda metruk binalar; birkaçı restore edilmiş. Zerdüştiler tabiatı kirletmemek için ölülerini toprağa gömmek yerine bu tepelere bırakıyorlarmış. 1960'tan beri İran hükümetinin baskısıyla gömülmeyi kabul etmişler. Şimdi Dagme'nin hemen yanında bir mezarlıkları var; ama bizi sokmadılar. Söylentiye göre Zerdüştiler; kuşlar, ölünün ilk önce sağ gözünü yerlerse o kişinin cennetlik, aksi halde cehennemlik olduğuna hükmediyorlarmış. Her dinde, her inanıştı hurafeler, dinden daha baskın ve belirleyici.
İslam'ın insanla ve tabiatla barışık bir din olduğunu düşünüyorum; tepeye oturmuş sigara içerken. Tam karşımda ölülerin içine bırakıldığı çukur. Alıcı kuşlar için iyi bir ziyafet olmalı; maalesef topraktan gelen insan toprağa dönemiyor. Sur gibi olan yerden çıkıp Yezd'e bakıyorum; toprakla şehrin bu kadar bütünleştiği başka bir yer var mı acaba! Bir tane badanalı ev yok, her ev toprak ve çamurla sıvanmış.
Şehir merkezine dönüyoruz.
Önce Su müzesi... Çölde hayat, suyu bulmakla güneşten korunmakla mümkün. Vaktiyle kırk beş kilometreden kanallar aça aça şehre su getirmişler. Su hiç yüzeyle temas etmeden, yeraltından şehre dağıtılmış. Evlerde, yerin altında sarnıçlar var. Her evde baca gibi yükselen rüzgar panelleri, rüzgarı toplayıp sarnıca veriyor ve suyu soğutuyor. Müzedeki fotoğraflarda, insanların ancak kendilerinin ilerleyebileceği kadar daracık tüneller açmak için giriştiği çabayı görüyorum; gerçekten mukaddes bir çaba. Ferhat geliyor aklıma... Dağlar delinebilirmiş...
Saat on üçten sonra dükkanlar bir bir kapanıyor; on dörtten sonra neredeyse açık dükkan kalmıyor. Şehir birden ıssızlaşıverdi; caddeler boşaldı. Uyku vakti. Müzeler filan on altıdan sonra açılacakmış.
Biz de, labirent gibi sokakları keşfetmek, hatta belki de sokaklarda kaybolmak üzere, önümüze ilk çıkan sokağa dalıyoruz. Gece sokaklarda yaşadığımız ürperti, yerini büyüye bırakıyor. Yer yer kemerlerle kütüklerle bazen de sokağı tünele dönüştüren duvarlarla evler birbirine tutunarak ayakta kalıyor olmalı. Tam bir labirent, hiçbir sokak diğerine benzemiyor. Daracık sokaklar çölde hayatta kalabilmenin koşullarından biri. Gökyüzü bazen kemerlerle bazen de tünellerle kesiliyor. Toprak evlerin arasında toprakla bütünleşiyorum.
Ara ara meydanlara çıkıyoruz. Sadece yön duygumuzla ilerliyoruz. Çünkü tabela sistemi oldukça sorunlu; beklemediğin bir anda tabelalar bitiveriyor.
Antropoloji müzesine giriyoruz. Oldukça düzensiz. Ayrıca ele geçen her şey müzeye konulmuş gibi. En çok, Muharrem ayında sırtlarını dövdükleri zincirlerden etkileniyorum.
Ziyaiye Okulu ve İskender'in Hapishanesindeki Moğol yapımı camiden, çok etkileniyorum. İçi henüz restore edilmemiş, harap vaziyette; iskele filan da kurulmamış; belki de Moğollara olan hınçlarından dolayı böylece kalacak. Caminin kemerlerindeki kufi yazılar, tıpkı bizdeki, özellikle kitabelerin tahrip edilmesi gibi parçalanmış, kazınmış. Ama sadece topraktan, tuğladan yapılmış bir yapı görmek çok ilginç. Sanırım Moğollara ait gördüğüm ilk yapı.
Hemen yanındaki On iki İmam türbesi sembolik bir yapı; bir makam. Muharrem ayında burada gıyabi cenaze namazı kılınıyormuş. O da sadece topraktan yapılmış ve Yezd'in ilk yapılarından biriymiş.
Ara sokaklara devam; zaman zaman Rüknettin Camisinin yüksek minareleri bir görünüp bir kayboluyor.
Herhalde bu kadar yüksek minareleri ilk kez Yezd'de gördüm; daha doğrusu kapı üzerlerine oturtulmuş olması, sanki ihtişamını daha da arttırıyor; bir de hemen devriliverecekmiş gibi bir his bırakıyor; karşısında titriyorum; ihtişamdan mı, korkudan mı? Caminin içi mavi çinilerle döşenmiş, çok güzel bir avlusu var.
Nihayet Zerdüşt Tapınağı. Avluya girince bir mabet havası yok. Biz genellikle mabetlerde kubbeye alışığız, geniş avlulara. Bu öyle değil; hemen kaldırım kenarında; küçük bir avlu; dairesel küçük havuz boş. Birkaç Zerdüşti banklarda oturuyor; bizim cami avlularında oturmalarımız geliyor aklıma.
Burada da restorasyon varmış; sadece Ateş'i görebileceğimiz bölüme alınıyoruz. Büyükçe bir mangalda yaklaşık yedi yüz yıldır sönmeyen ateş. Alevleri oldukça düşük. Doğrusu ben daha görkemli bir Ateş bekliyordum.
Tabii ki süreklilik duygusu Ateş'i ilginç kılıyor. Aradaki sönmeleri düşünmezsek, neredeyse binbeşyüz yıllık bir şey var karşınızda; canlı, hayatta. Sonsuzluğu düşünüyorum, havsalam almıyor. Acaba bu Ateş daha kaç bin yıl yanacak! İnsanların bu ateşe tapmadıklarını biliyorum; yani ona kimse Tanrı diye yönelmiyor; sadece bir simge: İnsanla Tanrı arasına girmiş bir put. Müşriklerin de Tanrıya inandıkları geliyor aklıma; putları Tanrıyla aralarında aracılar, şefaatçiler olarak düşünüyorlardı. Muhtemelen Zerdüştiler de ateşi Tanrıyı temsil eden/çağrıştıran bir simge olarak düşünüyorlardır.
Yan avludaki müzeyi geziyoruz. Zerdüşt'ün tasviri; güneşler içinde. Avesta'dan ayetler, In the name of God diye başlıyor.
Hem sokaklarda hem de burada gördüğüm Zerdüştiler, İranlılardan hemen ilk bakışta ayrılıyorlar. Kadınların giyimleri rengarenk, çarşaflarının altından görülen çorap ya da taytları da rengarenk; içlerinde peçe takanlar var; tenleri daha esmer; özellikle erkekleri sanki Hintli gibi.
Farklı inanıştaki insanlarla sorunsuzca bir arada yaşamak medeniyetin bir göstergesi olmalı.
İranlılar çok sabırlı ve geniş gönüllü insanlar. Yezd'in kaotik trafiğinde bir tane bağırış-çağırış ya da kavga görmedim. Bizde insanların birbirini öldürdüğü geldi aklıma.
Saat 18.30'da Şiraz yoluna düşüş...
Şimdi, bunları yazarken saat 20.10; çölde güneş müthiş bir gösteriyle battı. Allah'ın bir ayetini daha gördüm. Hava karardı. Aracın sallantıları arasında bir sigara yaktım.
www.dunyabulteni.net
1962 yılında Gönen/Balıkesir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini aynı ilde tamamladı (1979). Gazi Üniversitesinde işletme okudu (1983). Beyaz Gömlek isimli ilk öyküsü 1982 yılında Güldeste Dergisinde yayımlandı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Kayıtlar, Hece, Hece Öykü ve Muhayyel’in çıkışında yer aldı. Portakal Bahçeleri ve Pencere Arnavutçaya, Pencere ve Utanç Farsçaya; bazı öyküleri Korece ve Azericeye çevrildi. Esenlik Zamanları 1999 yılında TYB; Mürekkep 2012 yılında ESKADER ve Ömer Seyfettin öykü ödülünü aldı. Cemal Şakar 2016 yılında Dede Korkut Edebiyat; 2019 yılında da Necip Fazıl Hikaye-Roman ödülüne layık görüldü. Eserleri: Öyküler: Gidenler Gidenler, 1990; Yol Düşleri, 1996; Esenlik Zamanları, 1999; Pencere, 2003; Hayalperdesi, 2008; Hikâyât, 2010; Sular Tutuştuğunda, 2010; Mürekkep, 2012; Portakal Bahçeleri, 2014; Kara, 2016; Adı Leyla Olsun, 2018; Utanç, 2020; Bir Avuç Dünya, (toplu öyküler) 2022. Deneme-İnceleme: Yazı Bilinci, 2006; Yazının Gizledikleri, 2010; Edebiyatın Sırça Kulesi, 2011; İmge, Gerçeklik ve Kültür, 2012; Edebiyat Ne Söyler, 2014; Hasan Aycın’ın Çizgi’si, 2016; Edebiyatın Doğası, 2019; Satır Arasındaki Anlam, 2020; Fragmanlar-Gerçeklikten Koparılmış İmge, 2022; Sanatın Kendiliği, 2024.Söyleşi: Dile Kolay, 2017.Edisyonlar: Sessiz Harfler, 2013; 40 Soruda Türk Öyküsü, 2018; Dilsiz’in Dile Gelişi, 2021; Kurmacanın Grameri (Ed.), 2021.