“… şimdi sen gel de içlenme. Sen sen ol da doluka doluka yutkunma. Gevrek bir yufka gibi çıtır çıtır kırılma.”
Hüseyin Su öykülerinde bu tarz ifadelere sıklıkla rastlayabiliriz. Dili en güzel, en yalın haliyle işlerken yaptığı benzetmelere “ biz “ den olan değerleri katık eder. İnsanın kırılganlığı ile gevrek bir yufka arasındaki bu benzerlik gibi.
Gülşefdeli Yemeni kitabında sekiz öykü ile çıkar okur karşısına. Bu kitaba neden bu ismi vermiş olabilir diye düşünürken daha ilk öyküde bohçadan çıkan bir çift gülşefdeli yemeni ile bu sorunun yanıtını öğrenmiş oluruz.
Eskiye duyulan özlem bir damak tadı gibi yansıtılır. Geleneksel aile yapısı, kalabalık sofralar, aile büyüklerinin yanında söz hakkı olmayıp saygıda kusur etmeyen oğullar, gelinler, dede tarafından şımartılan torunlar, bir çocuğun sahura kalkma dayatması, masumiyeti, iftar telaşı, evladıyla sınananlar, kuşak çatışmasının yol açtığı huzursuzluklar, eşler arasındaki soğuk savaş, şeytanı çoğalan şehirlerde çocuğunun dönüşünü pencere önünde bekleyen yüreği ağzında anneler, hiçbiriyle ünsiyet oluşturacak dili bir dili bulamayan gençler, ulaşmak istediklerinin yanında yetindiklerinin bile yükünü taşıyanlar; değişen sokağına, vitrinlere rağmen dükkânındaki kumaşların bile yerini değiştirmeyip sokaktan geçen arabaların sesinden bunalıp fayton sesini ve at kokusunu özleyen adamlar…
Öykülerde eşyaya, yiyeceklere, davranışlara yansıyan bir yurtsama vardır. Yemek masasında Konya işi nakışlı kaşıklar, kalaylı bakır taslar, perçem perçem yufka ekmek, minderin yanına konan ağaç kül tablası, kaynayan semaver, soğuk üzüm hoşafı, tereyağıyla kavrulmuş erişte, tülbendini düzelten kadınlar; babaları iftar sofrasında birinin ateşiyle diğerini yakarken bir bardak çaylarını zor içip evin bir yanında kaybolarak sigaralarını içip anlaşılmasın diye alelacele dönen oğulların ana ata saygısı… Her şey özlenen bir damak tadı gibi yansıtılır.
“ Yeni “nin yıkıcı etkisiyle eskinin tadı öykülerde kendini açığa çıkarır. İlk öykü olan Gülşefdeli Yemeni’de kırılmalı bir şekilde iki öykü okumuş gibi oluruz. Parmağındaki yüzük daha yerini ısıtmadan nişan atan gençle başlayan öyküde “ hala “ karakteri çıkar karşımıza sonrasında. Nişan atan gencin gözünden halasını ve onun hikâyesini, nişan atma sebebini öğrenmiş oluruz.
Bir kez gördüğü nişanlısı askerde ölünce ona sadık kalan ibadet dirisi, herkesin saygı duyduğu bir karakterdir hala. Abisi ile yengesinin iş yüklerini azaltan, dört yeğenine bakıp büyüten, onlara isimlerini veren, üzerlerinde olumlu anlamda çok derin etki bırakan çalışkan, temiz biridir. Her bir yeğeni için sandıktaki bohçasında çeyizler saklar.
Sandıkta kendisi için beklettiklerine zevksiz ve çok eski şeyler hepsi de, deyip halasını evde kalmış bir kız, işçimen, hatta hamarat bir yaşlı kadın olarak gören nişanlısının halasının yanında bacak bacak üstüne atması, halasının elinden su alıp içmesi, en çok da bohçasından çıkardığı bir çift gülşefdeli yemeni için söyledikleri bardağı taşıran son damla olur. Askere giden nişanlısına “ Güle güle, yolun açık olsun.” deyişini tekrar edişinde tatlı tatlı hüzünlenip ağzında bir akide şekeri eziliyormuş gibi yanakları eminen hala karakteri derin bir iz bırakır ilk öyküde.
“ Giden Gün Ömürdendir “öyküsünde gönül yorgunu Nazif Bey’in bastonuna abandığı ellerinin üzerindeki mor damarlara ve her geçen gün çoğalan buruşuk beneklere gözünün takılmasıyla birlikte mazi ile hâlihazır arasında gider geliriz.
“ Suya Vuran Kırılgan Suret “ te annesinde mizacına uymayan bir güzellik bulan kızın hırçın, kızgın hallerine karşı annesinin takındığı üsluptaki güzelliği buluruz. Öyle ki kendisine kimsenin söyleyemeyeceği sözleri annesi bir yolunu bulup öyle güzel söyler ve sonuna güzel kızım ifadesini ekleyerek öfke değirmeninin suyunu keser.
“ Takvim Yırtıkları “ nı okuyanlar Hüseyin Su’nun temizliği önemseyen çok titiz bir adam olduğunu bilir. Öykülerinde de temizlik öğesi kendini hissettirir.
Kızının içindeki dürtünün, kulağındaki sesin şeytandan geldiğini söyleyerek sözleriyle kızının aklını, kalbini yumuşak bir süpürge ile süpürürken bir türbe gibi gördüğü evlerini deher daim temiz tutmayı ihmal etmeyen temizlik dirisi anne bir karakter vardır. Her şeyin yerli yerinde olmasını ihmal etmeyen, üç günde bir dip köşe temizlik yapan, kullanmadıkları eşyaları bile sürekli temizleyen annesi yadırgayıcı gelir kıza. Tek çocuk olarak annesinin bütün davranışlarını ve dikkatlerini içselleştirip bu yaşlarda kişiliğine sinen annesini kaldıramayışının yükünü buluruz.
“ Yüzündeki Deniz Durgunluğu” nda yenilgiyi, yanlışı yaşayan ama yanlış yaptım yanıldım demeyen kızından dolayı kalbi çatlama derecesine gelip itler bile ana olmasın diye ilenen bir annenin kızıyla olan çatışma durumuna tanıklık ederiz. Evlat benimdi ama aklı, gönlü benim değildi diyen annenin serzenişi vardır. İnsanın kendisini yenmesinin zorluğunu, annenin affediciliğini, yavrusunun kırık kanatlarını sararken ondaki değişime tanık olup sevinerek her şeyde vardır bir hayır deyişi iz olur. Şefkat duygusunu ön plana çıkaran bu öyküde şu cümleler ana düşünce niteliğindedir:
“ Biz annelerin ayaklarını bunca yerden kesen, vere vere bizi kav haline getiren, kalbimizi şeffaf bir kâğıt kadar incelten, doğurduklarımıza duyduğumuz şefkatti besbelli.”
“ Geride Kaldı Gönlün “ adlı öyküsünde nişanlısını terk edip üç çocuklu bir adamla kaçan aşk körü bir kızın aşkın etkisi geçince gözünün açılıp hatalarını görebilmesi, sonuç getirmeyecek pişmanlığı, yaptığı iç monologlar ders çıkarılacak derinliktedir.
Her ikisinin de tepeden tırnağa kasları gerilmiş, alınları yumrulaşmış, yüzleri sürülmüş bir tarla gibi kat kat sinirden morarmış hallerine tanık oluruz. Kadın gece yarılarına kadar pencere önünde baykuş gibi kahvelerin kapanmasını örküne dolanmış azgın kısrak gibi beklerken adam da kalkıp kendin geldin ayaklarınla. İnsan belledik seni. Gece gündüz surat, tafra. Evinize girinceye kadar hepsi kadife kumaşı, eşikten içeri adımlarını atar atmaz dikenli tarla, diyerek serzenişlerde bulunurlar.
Hüseyin Su, çimdik atar gibi cümleler seçer adeta. Derin psikolojik tahlillerin de dikkate değer olduğu bu öyküleri okurken göreceksiniz ki, kurgudan ziyade duygudur sizi sürükleyip düşünsel derinliğin içine çeken.