Menu
T.S. ELIOT'TAN Ç/ALINTI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • T.S. ELIOT'TAN Ç/ALINTI

T.S. ELIOT'TAN Ç/ALINTI

Immaturate poets imitate; mature poets steal. (The Sacred Wood)

Çaylak-ham-özenti şair kendi/nin-olmayan’ı yani başka/sını taklide teşne –şibih-şiir’e, giderek de şibih-kendi’ye meydan verircesine; usta-sahici-kâmil şair ise kendi/nin-olmayan’ı yani başkası/nın’kini ç/alıp kendi’nin-kılma yani temellük etme uğraşısında.
Taklit-şiir’de, eşdeyişle şibih-şiir’de çaylak şair başka/sından istinsah yoluyla sözümona-kendi’ni türetmede – türedi-kendi’ye meydan verircesine; oysa ki usta şair kendinden yine kendine ama yeni kendine giden dolambaçlı yolda başka/sına uğrayarak ondan ç/aldığını kendinde massedip öz’ümsemede ve bu surette aşılana aşılana kendini üretmede – hem ç/aldığı mîrî malı değil mi neticede?
Evet, neticede;
A) Hem has şairler birbirinden çalar; B) Hem de has şiirler birbirine çalar. A ve/ya B – bunlar neticede aynı kapıya çıkar; değil mi ki ŞİİR MÎRÎ MALIDIR, OLMASA DA ORTAMALI ZİNHAR, ASLA, HİÇ BİR ŞEKİLDE!

Esrârını Mesnevî’den aldım
Çaldımsa da mîrî malı çaldım
Fehm etmeğe sen de himmet eyle
Ol gevheri bul da sirkat eyle

Şeyh Galip

What is actual is actual only for one time and only for one place

Aktüel olan, yalnızca bir vakitte ve yalnızca bir mahalde aktüeldir.

It is in fact a part of the function of education to help us to escape, not from our own time – for we are bound by that – but from the intellectual and emotional limitations of our time.

Eğitimin bir işlevi de yaşadığımız devrin, zamanın, çağın düşünsel ve duygusal sınırlamalarından kurtulmada bize yardımcı olmasıdır... [Bizi çağdaş, aşırı-çağdaş kılan yani bizi yaşadığımız çağa sıkı sıkıya bağlayan, rapteden, çivileyen, zımbalayan, tıkan, hapseden, kapatan çağdaş, aşırı-çağdaş eğitimin çekiver kuyruğunu! Nietzsche çevresindeki dummkopf zamânelere ‘ben sizin için değil, gelecek çağdakiler için yazıyorum. Beni yüz yıl sonra anlayacaklar!’derken aşırı-çağdaş’ların zinhar anlamayacakları çağ-aşırı bir şeyi dile getiriyordu. Eğitim evet, ama hangi eğitim!]

The historical sense involves a perception not only of the pastness of the past, but of its presence.

Tarih duygusu, geçmişin geçmişlik karakterine dair bir idraki değil yalnızca, dahası geçmişin halihazırda mevcudiyetine [yani geçmişin geçip-gitmemişlik karakterine] dair de bir idraki de içerir.

All cases are unique and very similar to others.

Her bir vaka biriciktir, yine de vaka vakaya benzer.

Philosophy – the purple bullfinch in the lilac tree.

Felsefe – Leylak ağacında erguvânî şakrak kuşu.

Human kind cannot bear very much relatity.

İnsanoğlu hakikatin fazlasına takat getiremez.
Fazla hakikat insanoğlunun tahammül gücünü aşar.

In my beginning is my and.
(Four Quartets ‘East Coker’)

Başlangıcımda sonum vardır

What we call the beginning is often the end
And to make an end is to make a beginning
(Four Quartets ‘Little Gidding’)

Başlangıç dediğimiz sondur gerçekte
Ve bir başlamadır sona erme de

Kedileri Adlandırmak

[Beyaz’a]

Kedileri Adlandırmak zor meseledir,
Tatil oyunlarınızdan biri kesinlikle değildir;
Bir kedinin ÜÇ DEĞİŞİK ADI olmalı dediğimde
Bir zırdeli olduğumu düşünebilirsiniz önce.
Aile arasında günlük kullanılan adlar vardır öncelikle,
Peter, Augustus, Alonzo ya da James gibi,
Victor ya da Jonathan, George ya da Bill Bailey gibi –
Bütün bunlar makul gündelik adlardır.
Eğer kulağınıza şirin gelirse daha göz alıcı adlar da vardır,
Bazıları centilmenler, bazıları da hanımefendiler için adlardır:
Plato, Admetus, Electra, Demeter gibi –
Fakat bütün bunlar makul gündelik adlardır.
Ancak demem o ki, bir kedinin hususi bir adı olması gerektiğidir,
Kendine has ve daha kellifelli bir adı olmalıdır,
Yoksa nasıl dik tutabilir kuyruğunu,
Ya da yayabilir mi bıyığını, ya da okşayabilir mi gururunu?
Bu tür isimler arasında şunları yeterlice sayıyorum,
Munkustrap, Quaxo, ya da Coricopat gibi,
Bombalurina, ya da olmazsa Jellylorum –
Bu adları asla taşıyamaz bir tane kediden başkası.
Fakat bunların haricinde hâlâ bir ad daha vardır ki,
Asla tahmin edemezsiniz bu adı;
Bu adı hiçbir insan araştırması keşfedemez –
Ancak KEDİNİN KENDİSİ BİLİR, ve bunu hiç ifşa etmez.
Engin bir tefekkür içinde görürseniz bir kediyi,
Hep aynıdır, efendime söyleyeyim, bunun nedeni:
Aklı meşguldür esrimeli bir dalgınlıkla
Düşünmekten, düşünmekten, düşünmekten kendi adını:
Tarifsiz tarifli
Tarifi imkansız
Derin ve esrarlı tekil Adı’nı.

Çeviren: İ. H. Aksoy

***
Koro (“Kartal Süzülüp Yükselir Gökyüzünün Zirvesinde”)
Kartal süzülüp yükselir gökyüzünün zirvesinde,
Döngüsünü izler Avcı köpeğiyle birlikte.
Ey konumlanmış yıldızların daimi devri,
Ey kararlı mevsimlerin daimi tekrarı,
Ey doğumun ve ölümün, ilkbaharın ve sonbaharın dünyası.
Fikrin ve eylemin bitimsiz çevrimi,
Bitimsiz buluşu, bitimsiz deneyi,
Dinginliğin değil, fakat getirir devinimin bilgisini;
Sessizliğin değil, fakat konuşmanın bilgisini;
Sözlerin bilgisini, ve Söz’ün bilgisizliğini.
Bütün bilgimiz bilgisizliğimize yaklaştırır bizi,
Bütün bilgisizliğimiz ölüme yaklaştırır bizi,
Fakat ölüme yakınlık TANRI’dan daha yakın değil.
Yaşarken yitirdiğimiz Yaşam nerede?
Bilgide yitirdiğimiz bilgelik nerede?
Malumatta yitirdiğimiz bilgi nerede?
Yirminci yüzyıldaki gökyüzü döngüleri
Uzaklaştırır TANRI’dan ve yaklaştırır Toprağa bizi.

(“Kaya”dan)

Çeviren: İ. H.  Aksoy

***
Koro (“Öter mi O Kuş Güney’de?”)

Öter mi o kuş Güney’de?
Fırtınanın karaya sürüklediği, deniz kuşudur haykıran sadece.
Baharın belirtisi nedir bu yıl?
Eskinin ölümü yalnızca: ne bir ses, ne bir filiz, ne bir esinti.
Günler uzamaya başlar mı?
Daha uzun ve daha karanlık gün, daha kısa ve daha soğuk gece.
Sakin ve boğucu hava: fakat bir rüzgâr toplanır Doğu’da.
Aç karga tünemiş tarlada, dikkat kesilmiş; ve ormanda
Tekrar tekrar çalar baykuş ölümün boş notasını.
Buruk bir baharın belirtisi nedir?
Doğu’da toplanan rüzgâr.
Efendimiz’in doğum zamanında, Noel’de
Yok mu huzur dünyada, yok mu iyi niyet insanlarda?
Bu dünyadaki barış her zaman belirsizdir, eğer ki
Efendimiz’in barışına uymuyorsa insanlar,
Ve insanlar arasındaki savaş kirletir dünyayı,
Fakat Efendimiz’de ölüm yeniler dünyayı,
Ve dünya temizlenmeli kışları, çünkü aksi durumda elimize geçecek
Buruk bir bahardır, kavruk bir yaz, kısır bir hasat.
Hangi iş yapılmalı Noel’le Paskalya arasında?
Çift süren dışarı çıkmalı Mart’ta ve daha önceden döndürdüğü
Aynı toprağı döndürmeli, ve kuş aynı şarkıyı şakımalı.
Ağaç yapraklandığında, mürverler ve alıçlar çiçeklendiğinde
Irmak yakınında, ve hava berraklaştığında ve yükseldiğinde
Ve sesler öttüğünde pencerede, ve çocuk yuvarlandığında eşikte,
Hangi iş yapılacak başka, hangi haksızlık
Kaplayacak kuş şakımasını ve yeşilliği, hangi haksızlık
O vakit kaplayacak dünyayı? Bekleriz, ve zaman kısadır,
Fakat uzundur beklemek.

(“Katedralde Cinayet”ten)

Çeviren: İ. H.  Aksoy

***
ASH-WEDNESDAY
(Paskalya Perhizinin İlk Çarşambası)


III

İlk dönemcinde ikinci merdivenin
Dönüp de gördüm aşağ’da
Aynı görüntü sarılmıştı trabzana
Buğusu içinde kokuşmuş havanın
Boğuşuyordu merdivenlerin şeytanıyla,
Aldatan suratı umut ve umutsuzluğun.

İkinci dönemecinde ikinci merdivenin
Bıraktım onları büküle döne aşağ’da;
Başka yüzler yoktu ve karanlıktı merdiven,
Islaktı, kertikliydi, bir yaşlının onmaz salyalı ağzı,
Geçkin bir köpekbalığının çentikli boğazı gibiydi.

İlk dönemecinde üçüncü merdivenin
Bir pencere vardı incir biçimi açılmış
Ve çiçekli alıçlardan ve bir çayırlıktan ötede
Geniş sırtlı biri, bürünmüş mavi ve yeşile,
Büyüledi Mayıs zamanını antik bir flütle.

Savrulan saçlar hoştur, kumral saçlar yüze savrulan,
Leylaklar ve kumral saçlar;
Oyalanmış, flütün ezgisi, biter ve adımları düşüncenin
üçüncü merdivende,
Duralamada, duralamada; ve güç umut ve umutsuzluktan
öte
Tırmanmada üçüncü merdivene.

Tanrım, değmez benim gibisine
Tanrım, değmez benim gibisine
ama neydi o kelâm söyle.

Çeviren: S. Aytimur


THE ROCK’DAN KOROLAR

KORO III

Rabbin kelâmı ulaştı bana, diyerek:
Ey aşağılık kentleri düzenci insanların,
Ey aydın insanların umarsız kuşakları,
Saptırılmış, labirentlerinde ustalığınızın,
Kafeslenmiş, geliriyle size özgü buluşların:
Size eller vermiştim, tapınmaktan çektiniz,
Size dil vermiştim, sonsuz palavra için,
Size Yasamı vermiştim, siz komisyonlar kurdunuz,
Size dudaklar vermiştim, dostça duyguları belirtmek için,
Size kalpler vermiştim, karşılıklı güvensizlik için.
Size seçme gücü vermiştim, ama ancak bocaladınız
Saçma varsayımlarla boşuna eylemler arasında.
Nicesi kitap yazıp bastırmakla uğraşıyor,
Nicesi adlarını basılmış görmek dileğinde,
Nicesi koşu sonuçlarından başka şey okumaz.
Çoktur okuduğunuz, ama Kelâmı değil Rabbin,
Çoktur konutunuz, ama Evi değil Rabbin.
Kurar mısınız bana alçıdan bir ev, çatısı oluklu,
Doldurmak için pazar gazeteleri döküntüleriyle?


KORO VII

Başlangıçta Tanrı dünyayı yarattı. Çorak ve çıplak.
Çorak ve çıplak. Ve karanlık derinliklerin yüzündeydi.
Ve insanlar varolunca, kendi çeşitli yollarında,
çabaladılar ezinç içinde ulaşmaya Tanrı’ya.
Bilinçsizce ve boşuna, çünkü insan boş bir şeydir, ve
Tanrı’sız insan yele kapılmış bir tohumdur: o yana bu
yana sürüklenen, ve kök salıp göverecek hiçbir yer
bulamayan.
Onlar ışığı da izlediler, gölgeyi de, ve ışık onları ışığa
doğru yeddi, ve gölge onları karanlığa ulaştırdı,
Yılanlar ve ağaçlara tapınış, hiçbir şey bulamayınca
Şeytanlara tapınış: hayat ötesi hayatı istemek, tensel
olmayan esrimeyi istemek
Çorak ve çıplak. Çorak ve çıplak. Ve karanlık derinliklerin
yüzünde.

Ve Ruh suyun yüzünde kımıldadı ve insanlar ki
ışığa döndüler ve ışıktan haberleri vardı
Buldular Yüksek Dinleri; ve Yüksek Dinler iyiydi
Ve insanları ışıktan ışığa yeddiler, İyi ile Kötü’nün
bilgisine.
Fakat onların ışığı hep karanlıkta ve
mahvolmuştu
Ilımlı denizlerin havası, Kutup Akıntısının durağan ölü
soluğuyla parçalanır gibi;
Ve onlar bir sona ulaştılar, bir ölü son, bir hayat ateşinin
ürperttiği,
Ve onlar, açlıktan ölmüş bir çocuğun buruşuk ve antik
görünüşünü aldılar.
Dua çarkları, ölülere tapma, bu dünyanın yadsınışı,
Anlamı unutulmuş ayinlerin onanışı
Rüzgârın kamçıladığı tedirgin kumlukta, ya da rüzgârın
kar barındırmadığı tepelerde.
Çorak ve çıplak. Çorak ve çıplak. Ve karanlık derinliklerin
yüzünde.

Sonra geldi, saptanmış bir anda, bir an ki
zaman içre ve zamandan,
Bir an, değil zaman dışı, ama zaman içre, yani tarih
dediğimiz şey: zaman dünyasını çaprazlamasına ve
ikiye bölerek, bir an zaman içre ama zamandan
bir an gibi değil,
Bir an zaman içre ama zaman o an içre yapılmıştı: çünkü
anlamı olmaksızın hiçbir zaman yoktur, ve anlamı
veren ise zaman’ın o anı idi.
Sonra sanıldı ki insanlar ışıktan ışığa geçmeliydi, ışığında
Kelam’ın,
Olumsuz varlıklarına karşın bağışlanan Çarmıh ve Özveri
içre;
Hayvansal hep önceki gibi, kösnül ve çıkarcı hep önceki
Gibi, bencil ve mankafa hep önceki gibi,
Ama hep çabalayarak, hep yeniden onayarak, hep o ışığın
aydınlattığı yolda yürümeyi sürdürerek;
Çoğu kez duraklayarak, oyalanarak, yalpalayarak, gecikerek,
dönerek ama başka hiçbir yol izlemeyerek.

Ama belli ki bir şey olmuştur, daha önce hiç olmayan:
tam olarak bilmesek de ne zaman ve neden ve nasıl
ve nerede.
Diyorlar ki insanlar Tanrı’yı başka tanrılar yüzünden
boşlamadı, hiçbir tanrı olmasın diye; ve daha önce
hiç olmayan şeydi bu
İnsanlar hem tanrıları hem de tapınmayı yadsıdılar,
yeğledikleri önce Mantık idi.
Ve sonra Para, ve İktidar, ve Hayat dedikleri şey, ya da
Irk, ya da dialektik.
Kilise yadsındı, kule yıkıldı, çanlar alt üst edildi, başka
ne yapmamız gerekirdi
Ama öylece kaldık eller bomboş ve avuçlar açık
Bir çağda ki ilerliyor durmaksızın geriye doğru?

Çeviren: S. Aytimur