“İhtiyarlatan yaz, yeknesak bir hazdan, sende şerha şerha yollar açıyordu; şu kusurlu hayat sarhoşluğunu küçümsüyorduk.”
Yves Bonnefoy, Du Mouvement et D’Immobilité du Douve (1953)
Sözlüklere baktığımızda “semender” için “Semendergillerden, uzun gövdeli, dört bacaklı, kuyruklu, kertenkeleye benzeyen, birçok türü bulunan bir hayvan” karşılığı buluyoruz. İkinci anlamına baktığımızda ise “Ateşte yanmadığına hatta ateşi söndürdüğüne inanılan efsanevi hayvan” ifadesiyle karşılaşıyor ve bu manada Ömer Seyfettin’in "Köse Vezir, ateş içinde yanmayan bir semender gibi sakindi" örnek cümlesiyle karşılaşıyoruz. Sözlüklere baktığımızda, dedik, bakınız bir şair, Behçet Necatigil, ne diyor “Semender” adlı şiirinin ilk kıtasında:
Sözlüklere kalsa
Ateşte masal hayvanı
Bir insan olmasın
Ateşler yaşam lavları.
Evet, bir insan olmasın Semender? Sakın tinin hayatı semendervari olmasın? Şairlerin semendere bunca ilgisi, semenderin şiirlere bunca girmesi tam da bu sebepten belki. Hayvan deyip, efsane deyip, efsanevi bir hayvan deyip geçmemek gerek. Kim bilir, semenderden, şiirden, semender şiirlerinden kendimize, insanlığımıza, yeryüzünde bulunuş tarzımıza dair, dahası semender-tıynetli olmanın ne idüğüne dair bir şeyler öğrenebiliriz. “Semender” Divan Edebiyatında da karşımıza çıkıyor. Örneğin, Azmizâde Hâletî “Gam âteşine semender olmak yeğdir / Pervânesi olmadan çerâğ-ı emelin” derken, Şeyh Galip şöyle demiş:
Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr âteş
Semender-tıynetân-ı aşka bestir lâlezâr âteş
Mealen: “Gül de, gülfidanı da, gül bahçesi de ve hatta o bahçeden akan ırmak da ateş kesilmiş yanıyor. Aşkın semender-tıynetli erleri için, ateş, bir lâle bahçesi olarak yeter”. Semender-tıynette olmak ne demek? Şiir bize bunu kavratmıyor, çünkü şiir kavramlarla iş görmüyor. Şiir bize bunun manasını duyumsatıyor, düş-ün-dürt-erek bizi, harekete geçirerek imgelemimizi. Şiirde, şiir yoluyla biz kavramlarla iş gören düşüncenin kavratamadığı şeyle, zapturapta gelmeyen, kavrayışımızdan mütemadiyen kaçıp giden şeyle temas kurma şansına sahip oluyoruz. Şiir Üzerine Söyleşiler, 1972-1990 (Entretiens Sur La Poésie, 1972-1990, Mercure de France, 1990) adlı kitabında Yves Bonnefoy (d. 1923) şöyle tasvir eder şairi: “Şair o kimsedir ki, her şeyi söylemede acele eden sayısız kavramların, fikirlerin olduğu bir dilde, tannaniyeti [sonorités] ve ritmi işin içine sokan bir yazım güzelliği yoluyla fikirler arasında değil ama kelimeler arasında ilişkiler yaratır ve analize indirgenemeyen imgeleri görünüşe getirir.” Bir yaz günü sahilde kumu avucumuza almaya, avuçlamaya çalıştığımızda, onun hiç olmazsa bir kısmı avuçlanmaya direnerek parmaklarımızın arasından akıp gidecektir. Avuçlanamayanı imgelerle tasvir eden, ona bu yolla işaret eden şiir, varlığın ya da onun bir kısmının avuçlanamayacağına dair bizde bir farkındalık, bir hissiyat, bir hassasiyet yaratır; sonuçta, şiir insan gerçekliğinin ele avuca gelmez yanından bizi haberdar eder. Hem gidimli mantığın, hem de ortalama-gündelik anlayışın sürekli örtmeye, indirgemeye, göz ardı etmeye çalıştığı bir yandır bu. Temel yan!
Velhasıl, semender-tıynette olmak ne demek, bunu sözlüklerden değil şairlerden öğrenebiliriz en iyi. “Semenderin Yeri” adlı ünlü bir şiiri var yine Bonnefoy’nın. Bakınız o, kendi payına, nasıl tasvir ediyor semenderi:
Şaşakalmış semender, donmuş
Hareketsiz, ölü gibi
Bilincin taşlardaki ilk adımı da
Böyledir işte
Bir büyük ateş, içinden geçilen
İçinden öteye
En saf mit
Tinin hayatı böyle
Semender duvarın yarı yüksekliğindeydi
Aydınlığında pencerelerimizin
Taşlaşmış bir bakışla bakıyordu
Ama görüyordum kalbinin sonsuz attığını
Ey suçortağım ve düşüncem
Saf olan ne varsa hepsinin mecazı
Ne çok severim işte böyle
Tek sevinç gücünü
Sessizliğinde saklı tutanı
Ne çok severim işte böyle
Atıl kütlesiyle tüm bedeninin
Kendini yıldızlara vereni
Ne çok severim zafer ânını bekleyeni
Yapışıp zemine nefesini tutanı.
(YENİ ŞAFAK KİTAP, 05.01.2012)