Menu
SEZAİ KARAKOÇ’A TANIKLIKLAR
Deneme/İnceleme/Eleştiri • SEZAİ KARAKOÇ’A TANIKLIKLAR

SEZAİ KARAKOÇ’A TANIKLIKLAR


Sezai Karakoç deyince öne çıkan üç kişilikten söz edebiliriz. Şair olarak, düşünür olarak ve siyaset adamı olarak Sezai Karakoç. Bu üç özellik program boyunca birçok açıdan ele alındığını varsayarak; ben burada Sezai Karakoç ile kurduğum öznel ilişkinin detaylarına dair anekdotlar anlatmak istiyorum. İlk tanışma yıllar öncesine ait. 2009 yılına. Bu buluşmaya dair çok şey yok aklımda. Sadece rutin bir tanışma olduğunu hatırlıyorum. Nerelisin, ne iş yapıyorsun gibi bilgilerin yer aldığı bir konuşmaydı. Bu tanışma olmadan önce bir bayram günü Fındıkzade’deki parti binasına bayram konuşmasını dinlemeye gitmiştim. Orada detaylı bir tanışma olmamıştı çok kalabalıktı. 

Burada, onunla tanışan hemen hemen herkesin onaylayacağı gibi; nezaket sahibi ve kibar bir insan olmasına değineceğim. Bir gün Cağaloğlu'ndaki Derin Han'da bulunan Diriliş Yayınları'dan çıkıp, Fındıkzade'deki parti binasına geliyorduk. Arabaya binecektik, her zaman ön koltukta Üstad otururdu. O gün ön koltuğa beni oturtmuştu. Böyle birkaç kez daha yolculuğumuz oldu. Ben arkada oturabilirim diye ikna ettikten sonra arka koltuğa oturmama izin vermişti. 

Yine bir gün, Derin Han'daki Diriliş Yayınları'ndan partiye geliyorduk. Sultanahmet tramvay durağına yürüdük. Durağın oraya geldiğimizde yazar Osman Akkuşak bir bankta oturmuş uyuya kalmıştı. Ben Osman Amca Üstadım dedim. Evet dedi ama hiç uyandırmayalım şimdi çok konuşur o, bizi lafa tutar demişti. Oradan sessizce tramvaya geçtik. 

Bir gün de; yine aynı güzergah üzerinde tramvay yolculuğu yaptık. Tramvay çok doluydu, bindiğimizde bize yakın sadece bir koltuk boştu. Sen otur dedi bana. Ben de siz oturun dedim. Hayır ben ayakta giderim sen otur dedi ve beni oturtturdu. Bu sıralar sanırım yaşı 78 falandı. 

Yine Derin Han ziyaretlerim sırasında; bir gün mutfakta çay bardaklarını yıkıyordum. Aslında bu işleri yapan her zaman biri olur orda ama o an yoktu ben yıkıyordum. Yanıma geldi, sana mı kaldı işler dedi. Sonra gülerek Necip Fazıl’dan dizeler okudu. Bir yere yazmışımdır diye düşünüyorum ama şu an aklımda yok. 

Sezai Karakoç ile güzel anlardan birisi de iftar vakitleridir. Onunla iftar yapmak çocukken tuttuğum orucun mutluluğuna götürüyordu beni. Son pandemi yasaklarına denk gelen Ramazan’ı saymazsak, yıllar içinde on kez birlikte iftar yapmışsızdır. İftar saati geldiğinde; yemek siparişi verilir, herkese tek tek ne yiyeceği sorulur ya da önceden kararlaştırılmış bir menü vardır o sipariş edilir. Bazen de Diriliş’e sık gelenlerden biri evden getirir yemeği. Masaya oturunca Üstat herkesin yemeğini kontrol eder. Birine biber verildi ya da pide verildi. O sofrada bulunan herkeste aynı şeyin olmasına özen gösterirdi. Sizin menünüzde eksik bir şey var mı. Bunu mutlaka sorardı. Sonra Yüce Diriliş Partisi’nin alt katında ekonomik durumu iyi olmayan bir aile vardı. Onlara mutlaka her iftar menüsünden gönderirdi. Ve özellikle onlara yemek gitti mi diye sorardı. 

Mehmet Akif Ersoy’un Taksim’deki Mısır Apartmanı’nda bulunan evi müzeye dönüştürüldü geçtiğimiz yıl. Ben de ziyarete gittim. Sonra Üstadı aradım. Akif’in evinin müze olduğundan bahsettim. Neler var diye sordu. Akif’e ait eşyalar var dedim. Yazısı, gözlüğü, rahlesi vs. Başka neler var dedi aklımda olanları anlattım. Asansör var isterseniz siz de ziyaret edin dedim. Benim şu an gelmem mümkün değil dedi. Sen bir daha ziyaret et, detaylıca anlat bana dedi. Ben de o günden sonra Taksim’e çok çıktım ama açıkçası tekrar ziyaret etmedim. Bazen yarın garantiymiş gibi yaşarız ya. O duygudan olsa gerek. 

Üstatla telefon görüşmelerim çok eski değil sanırım son üç dört yıldır telefonda görüştüm. Bu görüşmenin ilki ona bir rüya sormak şeklinde oldu. Ona rüyamda Peygamber Efendimizi gördüğümü bunun yorumunu çok merak ettiğimi, sizin de rüya yorumuna dair bir şeyler bildiğinizi düşündüğümü söyledim. Bunun üzerine rüyamı yorumladı. Mahremiyet sınırlarını çok aşmamak için rüyanın içeriğini anlatmak istemiyorum. Ama başka bir rüya, bahsi şöyle; Üstadı görmüştüm rüyamda onu sordum. Ona da yorum olarak; sen bizi hayatında önemli bir yere koyuyorsun, onun işareti demişti. Başka bir gün yüzyüze görüşmemizde de, şöyle bir olay anlatmıştı; bir gün Mustafa Kamalak telefon etmiş, Üstadı rüyasında gördüğünü söylemiş. Bunu anlatırken dedi ki; Mustafa Kamalak’a söylemedim ama rüyanın anlamı çok açık, bizim yanımızda olması gerekiyor demişti. 

Yine bir gün Fındıkzade’deki Diriliş Yayınları’nda birileri gelmişti. Kahve yapalım dediler. Sonra kim yapsın etsin derken bana teklif ettiler sen yapar mısın diye. Ben de açıkçası çok heyecanlanmıştım. Kahve yapacağım ve Sezai Karakoç içecek. Çocukça bir heyecandır ama gerçek bir heyecandır bu. Ona yakın olanların tanıyabileceği bir heyecan. Neyse kahveyi yaptım içtiler. Ben çıkacağım zaman Üstat dedi ki; uzun zaman sonra içtiğim en güzel kahveydi. O kadar hoşuma gitmişti bu ifade, bir şiir dizesi gibi gelmişti bana. 

Yayınevi ziyaretlerimin birinde de selfi ne demek diye sormuştu bana. Selfi çekilme hayatımıza o zaman yeni girmişti. Ben de açıklamıştım. 

Bir de yürüyen merdivene binmekten korkuyormuş. O yüzden Marmaray’a binemediğini söylemişti. 

Yeni Şafak’tan ayrıldığımda bir yıla yakın işsiz kalmıştım. CV’mi istemişti. Bir yerlere gönderdiler. Sonra bir yerel gazetede Üstadın gönderdiği yer aracılığı ile işe başladım. Ama bu süreçte her geldiğimde soruyordu. Bir gelişme var mı, iş oldu mu vs. Bir gün de şey dedi. Paraya ihtiyacın var mı. Aslında vardı ihtiyacım ama yok dedim. Geçinebiliyorum dedim. O zaman şöyle bir cümle kurdu çok hoşuma gitti bu; yoksa çekinme iste bizden, sende olmadığında biz sana veririz, bizde olmadığında da biz senden isteriz. Bu cümle kurduğu yakınlık açısından bana kendimi çok iyi hissettirmişti. 

Yine bir telefon görüşmemizde, Fransız şair Mallarme’nin Deniz Meltemi şiirinin Yahya Kemal’i falan çok etkilediğini Sessiz Gemi ve Açık Deniz şiirini bu etkiyle yazdığını söylemiştim. Bu bilgileri onayladı. Ardından Yahya Kemal ile görüşüp görüşmediğini sordum. Bir gün Emirgan’a gittiğinde yukarıda kahvede Yahya Kemal var demişler. Ama ben gidip tanışmamıştım dedi. 

2014’te yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan önce Sezai Karakoç’a teklif götürmüş CHP. Bunu söyledi ama paylaşmayın demişti. Artık hayatta olmadığı için bilinmesi gerektiğini düşünüyorum. Yaşını öne sürerek teklifi kabul etmemiş ama bunun kadar da etkili olan sanırım, durduğu yerin CHP çizgisine uzak oluşudur. Daha önceki konuşmalarında da geçmişti Erbakan’ın CHP ile yaptığı koalisyonu sık sık eleştirirdi. 

Şiirim hakkında söylediklerini daha önce haber7.com’da yaptığım bir konuşmada söylemiştim. Şiirlerim yayınlanmaya başladıktan sonra bilgi verdim. O da bize de getir vakit buldukça bakarız dedi. Bir gün Akatalpa’da yayınlanan bir şiirimi götürdüm. Dergiyi inceledi, dergi hakkında sorular sordu. 20 yıllık bir dergi olduğunu, solda yer aldığını falan söyledim. Sonra dergiyi inceledi, şiiri okudu. İyi ve değişik, yazmaya devam et dedi. 

Bir gün konuşurken sigarayı bırakmak istediğimi ama bırakamadığımı söyledim. Sana bir yöntem önereyim dedi. Kendisi bu şekilde bırakmış. Hatta o zaman Cemal Süreya ve bir arkadaşları daha varmış, sigarayı birlikte bırakırlarmış. Sonra geri başlarlarmış. Ben onlara diyordum ben bırakırsam daha başlamam siz bana bakmayın diye. Şöyle bir yöntem önermişti. Sigarayı bırakıp, bir süre puro iç dedi. Puroyu da bir süre içtikten sonra onu da bırak. Bu süreç tabi altı ayla bir yıl arası süren bir zaman. Tabi biraz vücudun nikotin isteyecek. Kuruyemiş falan tüketirsin, kilo da alabilirsin demişti. 

Bir de Üstadın 88. yaşı dolayısı ile bir yazı yazmıştım. Dibace.net’te. O hafta da ziyaretine gittim. Dışarıda bekliyorduk arkadaşım İbrahim ile. Arabadan iner inmez bizi gördü ve şey dedi; birkaç kişi daha yazmış ama en çok senin yazını beğendim. Yazanlardan biri İsmail Kılıçarslan’dı diğerini hatırlamıyorum. Onların da yazısını beğenmiş. Sonra içeride yazılar hakkında konuşuyorduk bana dedi ki; yalnız biraz kısa yazmışsın. Ben yazıyı Üstadın okuyacağını bilseydim tabii ki de daha uzun bir yazı yazardım. Doğaçlama gelişmişti, içimden geldi ve öylece yazdım. 

Son olarak onu en son gördüğüm günden bahsetmek istiyorum. Başka anlatacak hikayeler var mutlaka. Bunun için notlarıma bakmam, geçmiş günleri, anıları tekrar detaylıca gözden geçirmem gerekecekti. Bunu yapma imkanım olmadı. İlk aklıma gelen ve öne çıkan olayları anlatmak istedim. 

Tabi Sezai Karakoç’ta görmekten en çok hoşlandığım duygu; hayata mümince bakış açısı. Bunu üzerinde çok iyi taşıyordu ve bütün hayatı bu mümin duruşunun bir yansıması. Onun bu duruşunun yansımalarını eserlerinde de görebilirsiniz. Firesiz bir Müslüman. Bu çok anlamlı benim dünyamda. 

Son görüşme vefatından üç gün önceydi; İbrahim Can ile birlikte gitmiştik. Bizim dışımızda iki kişi daha vardı. Nizamettin Aslan ve Yener Yörük. Biraz rahatsızım pencereyi açık unutmuşum dedi. Bu hali vücut diline de yansımıştı. Yemek yiyorlardı bize de dedi, yemediyseniz birlikte yiyelim diye. Biz de tokuz dedik. Sonra yeğeni ağır bir depresyon geçiyormuş, ondan bahsetti ve ona üzüldüğü belliydi. Ardından o hafta toplanan Türk Devletleri Teşkilatı’na geldi konu. Birliğin öneminden bahsetti ama aktif kullanılması gerekir falan dedi. Basında yeteri kadar yer almadığını söyledi. Eğer hasta olmasam bu konunun önemine dikkat çeken bir yazı yazacaktım dedi. Biz de biraz keyifsiz gördüğümüz için yanından erken ayrıldık, bir saat kadar kaldık. Salı günü de vefat haberini aldık. Açıkçası beni sarstı bu ölüm. Yaşı gereği her an beklediğim bir şey olsa da. Bir çok yakınımı kaybetmişim hissi oluşturdu bende. Bunu belki bir gün daha detaylı yazarım. Hayatımda çok ölüm gördüm ama sanki bu böyle olmamalıydı gibi düşünüyorum hala. Her hafta ziyaretine gideceğim bir Sezai Karakoç yok mu artık ya da telefon edip hal hatır soracağım. Bunu henüz kabul edebilmiş değilim. Umarım yerinde rahattır. Allah ondan razı olsun. Büyük bir fikir dünyası bıraktı bize. 


NOT: Bu yazı Sezai Karakoç ile görüşmelerden bir bölümünü ele almaktadır. 


ZEYNEP

1988 Ordu doğumlu. Şu an İstanbul Üniversitesi'nde öğrenci. Önce Yeni Şafak Gazetesi'nde, daha sonra bir yerel gazetede çalıştı. Şiirleri Ay Vaktı, Gülbahçesi ve Akatalpa dergilerinde yayınlandı.

Diğer Yazıları