Menu
SESSİZ HARFLER'İN GÜR SESİ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • SESSİZ HARFLER'İN GÜR SESİ

SESSİZ HARFLER'İN GÜR SESİ

“Her şey bir gecede kül olup gitti” cümlesiyle bitiyordu kitap. Kitabı kucağıma bırakıp sağlam bir okuyucu için fakir sayılabilecek kitaplığıma baktım. Sanırım hâlâ okuduğum öykülerin etkisindeydim.

“Ya bu gün olsa? Ama niye böyle bir şey olsun ki? Üstelik yıl olmuş 2013, artık mümkün mü? Çok mantıksız bir şey olur.  O zaman mantıklı mıydı peki?”

Kitaplarımla vedalaşmanın nasıl bir duygu olacağını hissetmeye çalıştım bir süre. Sonra da hepsini bir valize nasıl sığdırabileceğimi, en sevdiklerimi –bu ne kadar acıtıcı bir tercih- nereye saklayabileceğimi ya da artık sobasız olan evimizin mutfak lavabosunda bir seferde kaç tanesini yakabileceğimi düşündüm. Modern çağın nimetleri hemen yardıma koştu. Evet ya, tek tek scannerda taratıp flash disklerde saklamak mümkün olabilirdi. Ama ya kendi yazdığım yazılar, şiirler? Ya henüz tamamlayamadıklarım? Peki, kafamın içinde gezinen kelimeler, onlar ne olacaktı? Bir an, koşup kitaplarıma sarılmak gibi abartılı bir duyguya kapılmıştım ki; iki yaşındaki yeğenimin bacaklarıma sarılmasıyla kedime geldim. Kucağımda duran kitabı çekip almış öylece yüzüme bakıyordu : “Okusana!” Uzanıp ona sarılırken sebebini odadaki kimsenin bilmediği cümleler döküldü dilimden: “Hayır hiç de erken değil. İki yaş yeterli. Bir an önce ona okumayı öğretmeliyiz. Her şey bir gecede kül olup gitmeden.”



Hani öyle bir kitap okudum ve hayatım değişti denilecek türden bir kitap da değildi aslında. Sadece unuttuğum, göz ardı ettiğim, tamam itiraf ediyorum; bilindik söylemlerin dışında üzerinde pek de kafa yormadığım bir konuda suratıma okkalı bir tokat yemiş gibi hissediyordum kendimi. Evet, Sessiz Harfler’den bahsediyorum.  Öykücü Cemal Şakar’ın yirmi dört kalemdaşının öykülerini topladığı ve Ocak ayında Okur Kitaplığı’nın yayınladığı seçkiden.

Kitabın sunuş yazısında, bu çalışmanın neden yapıldığını şu cümleleriyle ortaya koyuyordu Cemal Şakar: “Bu kitap sadece; bir dönem ecdadımızın Osmanlıca okuyup yazdıklarını ‘tatlı bir hatıra’ olarak gelecek nesillere aktarmak için yapılmadı. Duvarın öte yakasında nelerin kaldığını, hangi acıların, sevinçlerin nasıl bir sessizliğe gömüldüğünü; edebiyatın o diriltici, umut aşılayıcı diliyle yoklamak, sorgulamak, hatırlamak ve hatırlatmak öncelikliydi bizim için. Çünkü sessizlik, nisyan, terk ediliş ancak sanat marifetiyle ‘dil’lendirilebilir. Başta tarih olmak üzere, bilimler elde kalanlar üzerinde çalışırken, sanat/edebiyat belki de daha çok, ele gelmeyenleri ifade edebilmenin peşindedir.”

Yirmi dört öykücünün eserleriyle katıldığı tematik bir kitap denilince, insan önce bu kadar çok kalemi bir arada okuyabilmenin zenginliğini düşünüp heyecanlanırken, birden ‘konu zaten belli, birbirinden ne kadar farklı öyküler olabilir ki’ deyip karamsarlığa da kapılabiliyor. Oysa Necati Mert, Hasan Aycın, Yunus Develi, Yıldız Ramazanoğlu, Cihan Aktaş, Sadık Yalsızuçanlar, Kamil Yeşil, Sibel Eraslan, Nehir Aydın Gökduman, Recep Şükrü Güngör, Hasibe Çerko, Nermin Tenekeci, Selvigül Kandoğmuş Şahin, Mihriban İnan Karatepe, Suavi Kemal Yazgıç, Ahmet Örs, Mukadder Gemici, H. Hümeyra Şahin, Güray Süngü, Akif Hasan Kaya, Naime Erkovan, Aykut Ertuğrul, Aliye Akan ve Güzide Ertürk olmak üzere yaşları yirmi sekiz ile altmış sekiz arasında değişen yirmi dört kalemin yer aldığı kitabın, daha ilk birkaç öyküsünden konunun sandığınız kadar sınırlı olmadığını anlıyorsunuz. Her insan farklı bir dünya, her insan farklı bir göz, farklı bir bakış olsa da; en trajik olanından en mizahi olanına kadar bütün öykülerde artık neredeyse dillendirmeyi bile unuttuğumuz aynı acıyla yüzleşiyoruz.

Burada, edebi kamuda rüştünü ispatlamış olan bu yirmi dört öykücünün, öykü teknikleri, dili kullanışları ya da kurgu konusundaki yeterlilikleri ile ilgili söz etmenin çok da gerekli olmadığını düşünüyorum.  Yine de birkaç noktaya dikkat çekmekte fayda var. Hadisenin oluş tarihini göz önünde bulundurduğumuzda, insanı aklına ilk olarak, dede, nine anılarıyla bezeli öykülerin gelmesi kaçınılmaz. Kitapta bu türden acıtıcı anılar üzerine kurulu öyküler olmakla birlikte, meselenin günümüzdeki farklı yansımalarına dikkat çeken öykülerin sayısı da yabana atılır gibi değil. Mesela, Mihriban İnan Karatepe’nin öyküsünü okurken Harf İnkılâbının bugün ödev hazırlayan bir çocuğun dünyasında nasıl yankı bulduğuna acı bir tebessümle bakıyorsunuz. Ya da, Sibel Eraslan Akif Hasan Kaya ve Yıldız Ramazanoğlu’nun öykülerinde olduğu gibi, kapitalizmin yarattığı insan modellerindeki hesaplaşmaların ortasında, ‘ben olsam’ sorusunu cevaplamaya çalışırken buluyorsunuz kendinizi. Aykut Ertuğrul, fantastik öyküsüyle bize, kendi fotoğrafımızı başkasının fotoğrafıymış gibi gösterip bir anlamda ideolojik şartlanmalardan sıyrılmış bir bakışla meseleye bakma imkânı sunuyor. Güray Süngü’nün sadece şu cümleleri bile, bir gecede nasıl bir kıyımın yaşandığını görmemiz açısından yeterli: “Bu hızla giderse bahar gelmeden okumayı sökecek Mustafa Efendi. Ömrünün elli yılını ilime adamış Mustafa Efendi.” Finalde, kitabın çarpıcı öykülerinden olan Güzide Ertürk’ün Komplike’si içinde bulunduğumuz durumun vahametini balyoz gibi indiriyor başımıza. Zira öykünün girişindeki iki paragraf eski harflerle yazılmış. Bu yüzden de, tıpkı benim gibi bu konuda özel bir eğitim almamış okurlar öykünün girişinde anlatılanları ne yazık ki bilemeyecekler. Kitaba emek veren kalemlerin en genci olan Ertürk, başvurduğu ve bence çok da zekice olan bu yolla, koparılan dil bağıyla nasıl yarım bırakıldığımızı bir kez daha hatırlatıyor bizlere.

Konu Harf İnkılâbı olunca elbette eski yazıya bağlı olarak Kur’an imgesinin sıklıkla kullanıldığını fark etmemek mümkün değil. Kur’an’ın bir imge olarak kıllanıldığı bu öykülerde, öykücülerin her biri kendi meşrebince, bir gecede koparıldığı ve sonrasında yeni nesillere adeta öcü gibi gösterilen bir zarif tarihin varlığını hatırlatmaya çalışıyor sadece. Bu durum, kitaba hırçın ve öfkeli olmanın çok çok uzağında masum, mazlum ve sitemkâr bir dilin hâkim oluşunda da açıkça görülüyor.

Deneme ve makaleleri dışarıda bırakacak olursak, belki de üzerine münferit birkaç öyküden başka bir şey yazılmamış olan böylesine hassas konunun ele alınmasında geç kalındığını söyleyenler elbette olabilir. Oysa bu çalışmanın, artık neredeyse böyle bir yaramız olduğunu bile unuttuğumuz şu günlerde yapılmış olması, o hep üzerinde durduğumuz hafızaların edebiyat yoluyla tazelenmesi açısından tam da zamanındadır.

Her kitapta olduğu gibi bu kitapta da biliyoruz ki; okuyanların öykülerden istifadesi kendi niyetleri miktarınca olacaktır. Kimileri, ne gerek vardı durup dururken bu mevzuları yeniden kurcalamaya deyip altında başkaca kasıtlar arasa da, Cemil Meriç’ten mülhem idrakini izm’lerin deli gömleklerinden kurtarabilenler, olayı dün-bugün-yarın yelpazesinde değerlendirip kendince bir hesaplaşma imkânı bulacaktır. Bense elimdeki kitabın kapağına dokunurken, bir gün torunlarımın da Sessiz Harfler’i ve ona dair bu yazdıklarımı okuyabilmesi için dua ediyorum.

DİLEK
DİLEK KARTAL DİLEK KARTAL

Şair ve Yazar

Başlıca kitapları alfabetik sırayla: Taşı Kim Atacak, Çifte Açmaz, Çünkü Hayat Bulaşıcıdır.

Diğer Yazıları