Menu
ŞEHPER'İN HİKAYESİ VE LUNAPARK
Deneme/İnceleme/Eleştiri • ŞEHPER'İN HİKAYESİ VE LUNAPARK

ŞEHPER'İN HİKAYESİ VE LUNAPARK

Şehper / Dehlizdeki Kuş, Ayşegül Çelik’in ikinci hikâye kitabı. YKY etiketiyle yayımlanmış olan kitap aynı zamanda, Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü’nde mansiyon almıştır. Kitaptaki hikâyeler, işlenen konular kadar, derinlikli kurgusal düzeneğin tam ortasına oturtulmuş temiz ve kusursuz dil işçiliği ile de ön plâna çıkmaktadır.

Kitabın kapağını açtığımızda, öykülere geçiş yolunda, yazarın bir itirafı ile karşılaşırız: “Bir hikâyenin hikâyesini anlatmak pek alışıldık bir iş sayılmaz, ne var ki, yapmak zorunda olduğum şey bu.”

İlk hikâye Gerçeküstü’nde, yazarın kısa bir hikâye girişinin ardından, asıl hikâyeye geçişte  kullandığı yol, gerçekliği öne çıkarırken, kurguyu da bütünleyici bir şekle dönüştürür. Yazarın izlediği bu ilginç yolda yaptığı şey, hikâyeyi yazmaya başladığı vakte dönmek olmuştur. Okumaya devam ettikçe bu dönüşün, hikâyenin bütününü doğurduğunu net bir şekilde görürüz.

Kitabı okumaya başlar başlamaz karşımıza çıkan lunapark motifinin, okumaya devam ettikçe,

tüm hikâyelerde benzer şekillerde işlendiğini fark ederiz. Hayatları lunaparkta kesişen insanlar, yol üzerinde bir bir karşımıza çıkar. İlk hikâye Gerçeküstü’nde, Ahu’nun pencere kenarından dışarıya taşan bakışında şekillenen lunapark, o anki görüntüsüyle, o bakışa yansımış haliyle bir an zihnimizde donakalır. Zira anlatıcı, “Ahu’nun pencerenin kıyısında lunaparka bakışının üstüne bir tek satır ekleyemedim” (s:15) der. Bu şekilde bir süre, Ahu üzerinde durup düşünmemize sebep olur. Ahu’nun uzayan saçlarının sesine dalıp, onun hülyasındaki lunaparkın, evdeki donuk ve neredeyse kıpırtısız yaşamın aksine, pencere kenarındaki kıza sevinç taşıdığını sezeriz. Dikkatimiz, bir anda kaskatı kesilen hikâyeyi canlandırmaya çalışan anlatıcıya yöneldiğinde bu kez, anlatıcının hikâyenin içine girerek kahramanların yanı başında olduğunu fark ederiz. Tüm işleyişe dışarıdan bizim gözümüzle bakan anlatıcı, artık hikâyenin bir kahramanı olmuştur. Kendi kaleminden çıkan Ahu’yu, şimdi daha yakından görür ve onun, evin içine hapsolmuşluğunu, evin içindekilerden başka her şeye uzak oluşunu anlatırken, beyninde şekillenen lunaparkı bir kez daha olanca netliğiyle ortaya çıkarır: “Hayat denilen şey, dolaplara istiflenmiş yaşanmayı bekleyen işlemeli örtülerden, kesme kadehlerden, gümüş zarflı fincanlardan, pembe porselen çay takımından ibaretti onun için. Bu yüzden aklı lunaparkın şarkılarındaydı.”(s: 18-19)

Kitap içerisinde ilerledikçe birbiri ardına sıralanmış diğer hikâyelerde de, bu ilk hikâyede olduğu gibi lunapark imgesinin, farklı hayatlar ve karakterler üzerinden kurgulandığını görürüz. Örneğin; Pusula adlı hikâyede, lunaparkta adı muz olan bir oyuncağa yüklenen anlam, durup düşünmeye sevk eder okuru: “Güzellik, sen eline aynayı alasıya geçip gider çünkü. Sonra bir bakarsın, yukarı aşağı gidip gelen bir endazenin tepesindesin; adına hayat deniyor. Aşağının “di”li geçmiş, pulu, püskülü dökülmüş çoktan, yukarısı; “ecek, mecek” renkli bohça. Aynı muz denen bu alet gibi. Gerçek olan, işte bu an sadece.” (s: 38)

Kitabı okumaya devam ettikçe, hikâyelerin birbiri ardına eklenişiyle ortaya çıkan bütünlüğü artık çözmeye başlarız. Bir hikâyeyi bitirdiğimizi düşündüğümüzde, sadece birkaç hikâye sonra, az önceki kahramana rastlarız. Böylelikle tekrar o hikâyeye, o zamana, o mekâna ve kahramana döneriz. Tüm bu geri dönüşler, gerçekçi ve sıkı bir anlatıyla bir önceki hikâyeye bağlanır. Bu anlamda yazarın, birbirinden bağımsız hikâyeleri bir bütün olarak sunuşundaki ustalığı okuyucuya yansır.

Örneğin; Kaptan Flint’in En Gizli Hazinesi adlı öyküde başlayan dönmedolap imgesi, ilerledikçe karşımıza çıkacak olan Yağmur Işığı başlıklı hikâyede devam eder. Eski bir sevgilinin akla düştüğü yerdir artık lunapark. Ve bu hatırlayışın ışığında dönmedolaba yüklenen anlam, öykünün finalini de belirleyecektir: “Hayat, dönmedolaba ne yakın… Kaçmak dönmedolaptan ne kolay, yıldız yağmuru içinde.” (s: 54)

Yazar, kendisiyle yapılan bir söyleşide, bu bağlamda sorulmuş bir soruya şu şekilde cevap vermektedir:

Şehper’de böyle aynalı hikâyeler var. Yani bir hikâye var; bir de onun yansıması, devamı, birbirini izdüşümlerle takip eden şeyler var. Şehper, biraz mühendisliği olan bir kitap. Benim

daha önceki hikâye kitabımda birbirini bağlayan tuhaf bir bağ vardı, hikâyeler tek başına

bir bütün iken, bir de onları bağlayan ara bir süreç vardı. Burada ise, o ara süreç daha

farklı bir şekilde kırıldı ve hikâyeler birbirinden tamamen bağımsız olmalarına rağmen,

birbirleri arasında tuhaf bir bağ kurdular. ( Aujourd’hui la Turquie Türkçe Sayı:52, Ağustos 2009 )

Ayşegül Çelik hikâyelerinde; aşk, kader, kadın ve ölüm gibi temalar, yaşamın içinden çıkartılıp alınan izdüşümleri şeklinde okuyucuya sunulmuştur. Olay çok yenidir ve adeta yanı başınızda cereyan etmektedir. Kahramanlar, yeni yüzler değildir de sanki, geçmişin gölgesinden sıyrılıp gelen tanıdık bir sima gibi önümüzde durmuşlardır. Haziran Dilekleri’nde; Özgecan’a olan aşkından arkadaşı Şule’nin gül fidanına astığı dileğini bulup da yırtmak isteyen o genç kızı sanki yıllardır tanıyoruzdur. Pembe Gülün Laneti’nde devam eden hikâyede tekrar karşılaştığımız kahramanımız, aklının bütün pencerelerinden içeri dolan vicdanının sesine kulak vermişken, ağzımda ancak bir peygambere verilecek sırlar büyüyor”

derken, onunla birlikte bizler de Hızır’ın nefesini yanı başımızda hissederiz.

Yazar için isim de, üzerinde durup düşünülen bir kavramdır. İsmin öne çıkışını destekleyen bu kavramlar bazı hikâyelerde karakterler üzerinden kendini ispatlarken, bazılarındaysa daha açık bir şekilde yerini alır:

Çünkü o zamanlar, ismin insanın kaderi olduğunu, kader örgüsünün ipek ve yıldız ışığından yapıldığını bilmiyordum. ( s: 12)

İsim denilen şey hayatın bütün lanetini üç beş harfe sığdırmaktır. (s: 22)

Kitabın sonunda, Ayşegül Çelik hikâyesinin, birörnekliğin ve kalıplaşmışlığın dışına çıkmayı başarmış olduğunu görürüz. Bu tür yaratıcı ve özgün açılımlarla devam eden hikâyelerin dinginliği ve öykü kurgusundan yaşama dokunmayı başarmış olmanın kıvancı ile tamamladığımız kitapla birlikte, tamamlanmışlığı hissetmemiz kaçınılmazdır.