Cemal Şakar’ın sanat, edebiyat, İslamcılık, Doğu-Batı, şehir vs. üzerine yoğunlaşan okuma serüvenine yapılan bir yolculuk sayılabilecek Satır Arasındaki Anlam, Sebilürreşad, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat ve Mavera gibi dergilerin belirleyici rol üstlendiği sanat ve fikir hayatımızın önemli figürlerinin eserlerine ve dolayısıyla düşüncelerine neşter vurma niyeti taşır.
Mehmet Akif, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Akif İnan, Mustafa Kutlu, Ali Şeriati, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Pamuk, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Nurullah Ataç, Bahaeddin Özkişi, Hasan Aycın, Şakir Kocabaş, Akif Emre, Osman Bayraktar, Ali Haydar Haksal, Güray Süngü ve Ahmet Haşim Satır Arasındaki Anlam’da eserleriyle birlikte ele alınan isimler olarak çıkar karşımıza.
Cemal Şakar, Esenlik Zamanları’ndaki bir öykü kahramanına “Ancak okuyarak anlayabiliyordu hayatı. Ancak yazarak kendini katabiliyordu hayata.” dedirterek aslında kendi hayatını işaret ediyordu. Yazıldığı yılları düşündüğümüzde belki de bir kaçışın hatta bir temenninin ifadesi olarak ortaya çıkan bu sözler, yazarın son yıllardaki yoğun yazı hayatını betimlemesi bakımından manidardır. Anlamaya ve katılmaya çalıştığı hayat gibi gerçeklere sıkı sıkıya bağlı bir eylem olarak gördü okuryazarlığı. Ondaki eleştirel dikkatin, gerçeklik kaygısından beslendiğini düşünmek mümkün. Ankara’da üniversite okurken aynı evi paylaştığı arkadaşlarının etkisiyle İslamî müktesebatla tanıştığında da serüveninin başkahramanı yine kendisidir ve bugüne kadar taşıdığı eleştirel bakışını elden bırakmaz: “Bir dizimde İbn Arabî, bir dizimde İbn Teymiye… Beynim kanaya kanaya Müslüman oldum.”
Cemal Şakar; şehir, mekân ve eşyayla kurduğumuz bağı irdelemeyi önemser. Sanatçının imgeleştirdiği nesne ile gerçeği arasındaki mesafeyi ölçmek, Şakar’ın gerçeklik kaygısıyla yoğrulmuş diri bakışının bir göstergesi olarak cazibesini daima korur. Bu bakış, sanat eseriyle kurduğumuz efsunlu bağı sarsar, muhayyel olanı yeryüzüne indirir.
Nuri Pakdil, Frankfurt’a indiğinde “solunmaz bir hava”yla karşılaşır. Kuşkusuz bu, değer yargılarının ve ruh hallerinin eşyaya aktarılmasının bir tezahürüdür. Zira Pakdil’e göre hastalıklı insanların yurdu olan Batı’da insan fıtratına uygun olmayan, insana yabancılaşmış bir uygarlık zuhur etmiştir. Yine Pakdil, Paris’te uyandığında, üzerine plastik bir güneş parçasının yapıştığını hissedecektir. Oysa Cemal Şakar, insanla mekân ilişkisini şöyle anlama taraftarıdır: “Mekâna bu şekilde yaklaşmak ve onunla ideolojik ya da psikolojik hallerle ilişki kurmak sonucunda mekân kendi olmaktan çıkar. İnsan, böyle yapmakla mekânları kendi için değiştirir, dönüştürür, bir anlamda kendileştirir. Ancak böylesi ilişkilerde mekân, insanların hayatını sürdürebilecekleri, başka insanlarla ilişki içine girebildikleri ortak alan, agora, yani uygun bir vasat olmaktan çıkarak; her insan için adaya dönüşür ve herkes kendini sadece adasında mutlu, güvenli ve huzur içinde hisseder ve böylelikle ortak hayat da imkânsız hale gelir.” Nitekim Roma put kuyusu iken Yafa portakalı Akdeniz’i masanın üzerine boşaltır. Paris annesini yitirmiş bir çocukken Akabe Körfezi, inancın ve biatın simgesi olur.
Benzer bir yaklaşım Osman Bayraktar’da da görülür. Helsinki gezisini “Fin güneşi insanı yakıyor ama ısıtmıyor” yargısıyla sonlandırarak şehre Batı’yla yaşadığı hesaplaşmanın pencerenin baktığını belli eder. Seyahat notlarından teşekkül eden Yol Hakkı’nda şehirlerin zamanla kimliklerini oluşturan özellikler kazandığı ve gelecek zamanlarda şehrin çekirdek kimlik etrafında gelişeceği fikrini işler. Endülüs’ün izlerini takip ettiği İspanya gezisinde bu düşüncelere kapılır.
Akif Emre de İslam medeniyetine dair toplumsal ilişkilerin derinlerde hâlâ aktığına inanır. Balkanlar söz konusu olduğunda derindeki bu akış daha da gün yüzüne çıkar. Akif Emre de seyahatleri sırasında yalnızca gördükleriyle yetinmez. O, yitik bir mirasın peşindedir. Viyana’da Yusuf Bin Hammer’ın mezarını arar, Paris’te, Londra’da, Berlin’de camilerin izini sürer. Avrupa şehirlerini medeniyet perspektifiyle gezerken İslam ülkelerine yaptığı seyahatlerde bakışı daha çok siyasidir.
Şehir, mekân ve eşya dünya görüşümüzün somutlaştığı yerlerdir çoğu zaman. Baktığımız nesneye ideolojimizi, ruh hallerimizi ve entelektüel birikimimizi de yansıtırız. Cemal Şakar, “Hatıralar ve Rüyalar Arasında İstanbul” başlığı altında, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın rüyalar içinde bir şehir inşa ederken Pamuk’un entelektüel bir imge aradığını söyler. Tanpınar’a göre İstanbul içinde insanların yaşadığı bir mekân değil, daha çok daüssıladır, uzaktadır, mümkün olmayan yerdedir, yokşehirdir. Tanpınar için şehir zaman odaklıdır: şimdiyi içine alacak bir çatı ve geleceğe dair bir tasarımdan ziyade bizi hatıralarımızla buluşturan bir mekândır. Orhan Pamuk ise kader mefhumuyla açıkladığı İstanbul’u aile ve ev çerçevesinde düşler. Pamuk bir muhitten bakar İstanbul’a; Nişantaşı ve Beyoğlu’dur ona göre şehir. Aile ve muhit merkezli bu bakış entelektüel bir görünüm arz eder hatta bir yabancı gibi bakar İstanbul’a. Büyük bir dünya şehrinde değil büyük ve yoksul bir taşra şehrinde yaşadığını düşünür.
Cemal Şakar’ın eleştirel bakışını gerçeklik ve hayatın olağan akışına uygunluk belirler dersek yanılmış olmayız. Müslümanların “şimdi ne yapması ve nasıl yapması” gerektiğini dile getirmek yerine ertelenmiş ya da mazide kalmış bir toplum düzeninden bahseden, günlük hayatın zaruri ihtiyaçlarını dahi görmezden gelen ve modern insanın el’an yaşamakta olduğu tereddütleri geçiştiren İslamî yorumları, ideolojik bakışı ve romantik söylemleri sorgular. Nuri Pakdil, Rasim Özdenören ve Mustafa Kutlu’nun bazı düşüncelerini bu temelde tartışmaya açar.
Ali Şeriati’nin sanat anlayışındaki çelişkiler de tartışma konusu edilir. Dünyayı değiştirmek ve dönüştürmek bağlamında hayata ideolojik bakan Şeriati’nin sanatı mistik bir boyuta indirgemesine karşı çıkılır. Burjuva idealizminden nefret ettiğini söylemesine rağmen sanatta alabildiğine idealizme düştüğü dile getirilir. Modern zamanlarda Batı’dan tevarüs edilen sanat anlayışlarına mistisizmin elbisesi giydirilerek buradan bir İslam sanatı yaratma çabasına muhalefet eden Cemal Şakar görüşünü şöyle açıklar: “Oysa İslam düşüncesinde güzel, iyi, doğrunun nesnel bir boyutu vardır ve insan onu aklıyla bilebilir. Bu bağlamda sanatın yaratılmış olanlarla temsilî, imai ilişkisinin de nesnel boyutları vardır. Bu nedenle alabildiğine sembolizm ve eşyadan bağımsız bir soyutlama, İslam sanatının ruhuna aykırıdır. Çünkü bağlı olduğu hakikatle bağı kopan sembol, hemen her zaman simgelediğinin yerine geçmeye meyyaldir. Her şeyin soyutlanarak asli bağlarından koparıldığı algıda, dünyada sıratı geçmekte olan insan köprünün üzerinde şaşakalmaktadır. Zira yeryüzündeki ödev bilincini unutarak bir körlüğe sürüklenmektedir.”
Akif İnan ve Ali Haydar Haksal, Sezai Karakoç’un medeniyet tasavvurunu izah eden çalışmalarıyla, Bahaeddin Özkişi Sokakta ve Güray Süngü İnsanın Acayip Kısa Tarihi romanlarıyla değerlendirilirken Ahmet Haşim’in “Aç Olmayan Adam” adlı fıkrasında ise mütareke yıllarının zıtlıklarla dolu İstanbul’unda Afrikalı bir adembabanın hikâyesine odaklanılır. Tarık Buğra’nın çelişki ve trajedilerden uzak öykü anlayışının yanı sıra fikirsiz sanatı yaşamaktan ümit kesmeye benzeten Kemal Tahir’in edebiyat, ideoloji ve eleştiri notları enine boyuna irdelenir. Mehmet Akif’in Safahat’ına tahkiye penceresinden bakılır.
Aklın bulanıklığını giderecek olan hem kavramların sınırının net bir şekilde ortaya konulması hem de ifadelerin gramatikal olarak birbirinden ayrılmasıdır diyen Şakir Kocabaş’ın şu sorusu üzerine eğilir Cemal Şakar: “İnanan insanlar neden bilgi (ilm) sahibi olmalıdır?” Ayrıca Hasan Aycın’ın çizgileri üzerinden 15 Temmuz’un ne anlattığına dair bir anlama çabası ortaya konulur.
Saygın her yazarın okuma serüveni dikkate şayandır. Satır Arasındaki Anlam da Cemal Şakar’ın paradigmasını biçimlendiren okumalara, altını çizdiği satırlara doğru gerçekleşen bir keşif kabilindedir.
1990 yılında Adana’da doğdu. Ortaöğrenimini Adana Erkek Lisesi’nde tamamladı. Türkçe Öğretmenliği ve Medya ve İletişim okudu. Öyküleri ile İtibar, Muhayyel, Muhit, Edebî Müdahale, Aşkar, Dil ve Edebiyat, Fayrap, Yediiklim, Berhava, Ve Sanat, Olağan Hikâye, Hece Öykü, Mahalle Mektebi gibi dergilerde yer aldı.Berhava Öykü dergisinin yayın yönetmenliğini yürüttü. Ayraç, İtibar ve Muhayyel edebiyat dergilerinde editör olarak görev aldı.Evli ve bir oğlu var. Adana’da yaşıyor.Kitapları:Sevinebilirsin Suâda İşte Yalnızız, 2018 (Öykü)
Bozdünya, 2021 (Öykü)
Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı - Bir Tahlil, 2023 (İnceleme)