Dünyaya gelmekle, cevaplanmamış sorulara muhatap oluruz. Hayatımız, hangi sorularla boğuşacağımıza bağlı olarak biçimlenir. Fakat kim ömrünü soruların peşinde harcamak ister ki? Aldanmak, oyalanmak, görmezden gelmek, kulak tıkamak gâlip ve mağlupların dışında bir sınıfın doğmasını mümkün kıldı: seyirci.
Seyirci ister ki birileri ringe çıksın ve dövüşsün. Kimin kime güç yetireceği önemli değil. Kazanmak ya da kaybetmek ihtimallerinin uzağında bir yaşam sürmek ortak dileğidir seyircinin.
Peki, kim, kim için dövüşecek ve hangi uğurda?
Dehayı konuşmak sanatsal yaratıcılığı, insan üstü yetenekleri ya da sıra dışılığı konuşmak olduğu kadar kimin ringe çıkacağını da konuşmak demek. Deha, kahraman arayışımızın kurbanı mıdır, sıradan insanın avuntusu, toplumların tesellisi midir? Yüzleşmek istemediğimizin soruları savuşturmakla görevli bir memur mudur yoksa?
İlk kez, Antik Romalı yazar Plautus tarafından iki bin yıl önce kullanılan deha (genius) kelimesi, Latince “var etmek, babası olmak, yol açmak” anlamına gelen gigno fiilinden türetilmiş ve gens (insanlar, klan), genus (nesil, ırk) ya da gene (gen) gibi kelimelerle de kökteş.
Darrin M. McMahon, İlahi Gazap’ta, dehayı bilgiyle ya da kalıtımsal bir miras olarak gördüğü zekayla değil de yaratıcılıkla tanımlamak ister. Bu sebeple yaratma gücünün Tanrı’dan insana geçişinin tarihine bir göz atar. Böylece Tanrı’ya meydan okumanın trajik hikâyesine tanık oluruz. Aslında varmak istediği yer özgünlük ve hayal gücüdür. Tehlikeli olan yaratmak değil ilk kez yaratmaktır. 18. yüzyıla gelindiğinde yaratıcılık fikri tanrısal bağlarından arındırılarak insana verildi. Artık hayal gücü korkulması ya da kontrol altına alınması gereken bir beceri olmaktan çıktı. Piramitleri inşa eden, kâğıdı ve barutu bulan modern öncesi insanların yaratıcılıktan mahrum olduğunu söyleyemeyiz fakat bu tarihten sonra icat etmek, Prometeus’la ya da şeytanla ilişkilendirilmeyecekti. Dolayısıyla yeni bir fikir ya da eser ortaya koymanın, dehayı en iyi açıklayan nitelik olduğu da anlaşılmış oluyordu. İşte burada McMahon dehanın doğuşuna şöyle tarih düşer: “Bu bağlamda deha, kültürel bir olgu, hayal gücünün cisimleşmiş hâli, yenilik ve yaratma kapasitesi olarak belirli bir tarihte ve yerde, on sekizinci yüzyılda Batı’da, tam da insanlık tarihi içinde tanrılara aralıksız saldırıların ilk defa gerçekleştiği dönemde doğmuştur. Şüphesiz, bu idealin başka geleneklerde türevleri ve benzerleri mevcuttur. Ancak iyi ve kötü devinimsel sonuçlarıyla beraber ilk defa Avrupa ve sömürgelerinde yaygınlaşmıştır.”
McMahon’a göre modern deha 18. yüzyılda, üzerinde düşünülmüş, eski inanışlara da uygun, neredeyse sade bir insan olarak doğdu ve kendisine olağanüstü güçler bahşedildi: yaratıcı güçler, hayal gücü, yüce görüşlülük ve coşkunluk, kehanet, icat etme ve görme yetenekleri. Git gide Tanrı’dan rol çalan deha, zamanla onun yerine de geçecekti. Zira “Tanrı’nın feshi” ile dehanın yükselişi aynı tarihlere rastlıyordu.
Dehanın çetrefil başka bir yanı daha var. Tanrı vergisi midir yoksa sonradan kazanılabilir mi? Dehanın yeniden konuşulduğu (ya da keşfedildiği) dönem olan 1700’lerde yeteneklerin doğuştan geldiğine inanılıyordu. MÖ 5. yüzyılda yaşamış olan ozan Pindar’ın, “Her şeyin en iyisi doğal hâlidir.” sözüne dayandırılan görüşte Tanrı, herkesi farklı yeteneklerle donatmıştı ve insan bu yetenekleri doğrultusunda bir hayat kurmalıydı.
McMahon, dehanın izini Antik Yunan’dan günümüze kadar takip eder. Dehanın çerçevesini çizebilmek için zaman zaman dolambaçlı yollara sapsa da dehayla birlikte şairin, filozofun ve sanatçının de tarihine yolculuk eder. Sokrates, Platon ve Aristo çizgisi üzerinden aklı ve akıldışılığı tartışır. Senaca, Aristo’ya mâl edilen ama aslında anonim bir yapıt olan Problemler’e dayanarak şöyle diyecektir: “İçinde delilik barındırmayan yüce bir ingenium (Tanrı vergisi yetenek) olamaz.”
Aristo, MÖ 4. yüzyılın ortalarında yazdığı Poetika’da şiir yazmayı Tanrı vergisi bir yetenek ve kişiyi kendisi olmaktan çıkaran bir nevi delilik ile açıklamıştı. Platon ozanlığın bir sanat olduğunu reddetmişti. Hatta ozanların kaçık olduğunu ve gözlem altında tutulmaları gerektiğini söylemişti. Platon’a göre ozanlar, üretim ve icra aşamasında periler tarafından meskûn ve ele geçirilmiş haldedirler. Tanrı onların bilinçlerini alır ve tıpkı müneccimlere ve peygamberlere yaptığı gibi onları da vaizleri gibi kullanır. Peygamberler gibi ozanlar da kutsal ruhla doldurulmuş; vahiy almış, ele geçirilmişlerdir. Ozanın akılla ve makulle imtihanının tarihi arka planı gözler önüne serilirken gizliden gizliye “deha” konuşulmaktadır.
Tabii, bir de şeytanî deha var. Brutus, İskender ya da Hitler’i de dehanın kanatları altına almamak için hiçbir sebep yok. Yunan alim Varro şöyle der: “Deha, her insanda bulunan akılcı ruhtur.”
Tarih boyunca deha her şeyle temas kurdu. Şeytan, kötü ruhlar ve koruyucu meleklerle; peygamberler, azizler ve krallarla; büyü, bilgelik ve Sokrates’in daimonion’uyla; akılla, esriklikle ve ilahi cinnetle… hatta uzun uzadıya karasevdayla… Aristo, Problemler’de “felsefe ya da siyaset ya da şiir ya da sanatta üstün olan herkes açıkça karasevdalı (melankolik) idi.” demişti. Dahası, Marsilio Finico, melankoliyi, ilahi aydınlanmanın sebep olduğu olağanüstü dürtünün doğal karşılığı olarak tanımlıyordu. Zamanla melankolinin muhtemel faydaları konuşulmaya başlandı. Edebî elitler için bir moda olmuştu. Melankoliyi ve deliliği deha tartışmalarının merkezine alan bu akım, yüzyıllar boyunca varlığını korudu.
Dehanın Rönesans’ta doğuma indirgendiği bile oldu. Pomponazzi, çoğu zaman “deha” ile eş anlamlı kullanılan ingenium için “iyi bir doğumun neticesinden başka bir şey değildir.” der, “İyi bir doğumun iyi ingeniumu kötüsünün ise kötü ingeniumu olacaktır.”
Her şeyin Tanrı’nın kusursuz bir eseri olduğu fikrinin hâlâ canlı olduğu 15. ve 16. yüzyıllarda, Âdem, “tüm bilimsel malumatlarla donatılmış mükemmellikte doğmuş bir insan olarak kabul ediliyordu ve daha önce söylenmemiş hiçbir deyim ya da cümle, önümüze serilmemiş hiçbir öğrenme alanı yoktur kanaati yaygındı. Bu hâkim görüşe rağmen İspanyol Doktor Juan Huarte, kısa zamanda Avrupa’da başlıca dillere çevrilen Examen de Iıngenios’ta (1575) ingeniumu, Tanrı’nın hakiki yenilenmenin tohumlarını ektiği yaratıcı güce sahip zihin olarak tanımlar. En iyi ingeniuma sahip olanlar çalışma ve beceri olmaksızın, daha önce hiç söylenmemiş, duyulmamış ve yazılmamış şeyleri – daha önce kimsenin üzerinde düşünmediği zarif, doğrucu ve harika şeyleri- ifade edebilirlerdi.
Huarte, 16. yüzyılda dehanın kendini keşfetme ya da kendi başlarına bir şeyler yaratabildiklerinin farkına varma eğilimine girdiğini söyler. Böylece dehanın düşünce ve kişiliği, “ilahi ifşaat” dışında algılanmaya başlanmıştı.
Dehanın reddedildiği de vakidir. Birçok kuramcı, sanat tarihçisi ve eleştirmen deha kavramını tamamen reddetme yoluna gitmiş, onu bir zamanlar estetik ayrımcılıkla sahip olduğu makamdan düşürmek istemiştir. Geçmişten gelen birçok ideolojik kalıntı gibi dehanın ve dâhilerin de çözümlenip son verilmesi gereken efsaneler oldukları iddia edilmiştir. Fakat McMahon, dehanın mitolojik bir yanının olduğunu yadsımasa da onu modası geçmiş estetik bir ideal ya da tarihin, önemli kişilerin hikayelerinden ibaret olduğu dönemlerden kalma silik bir izmişçesine es geçmenin yanlış olacağını, bu kudretli güçteki şaşırtıcı ve ilginç pek çok şeyi kaçırmak anlamına geleceğini söyler ve ekler “Deha ideolojisinin nasıl anlaşıldığını ve ne gibi koşullara ulaştığını doğru kavrayamamak, insan hayatına nasıl etki ettiğini de kaçırmak demektir.” Harold Bloom da dehanın bir gereklilik olduğunu savunur: “İçimizden birçok kişiyi kıskandırıp rahatsız etse de dâhilere ihtiyacımız var. Aşkın ve olağanüstü şeylere duyduğumuz tutku, bizi yavaşça terk etse de tam olarak yok olmayacak ortak bir özelliğimiz gibi görünüyor.”
“Deha nedir, dâhi kimdir” sorularına etraflıca cevaplar arayan İlahi Gazap’ta, Darrin M. Mcmahon, dehanın ortaya çıkışına ve buna müteakip dönemlerde gerçekleşen dönüşümlere açıklama aramaktadır: “Çok uzun süredir insanoğlu ile ilahi güçler arasındaki iletişimi sağlayan ve koruyucu görevi olan birtakım kutsal varlıkların -ruhlar ve melekler, havariler ve azizler- inkâr ve reddedilmeleriyle başlayan ve Tanrı’nın feshi diye adlandırılabilecek dinî değişim dönem… Bu reddetme hiçbir zaman tam anlamıyla kabul görmemiştir. Yine de dikkate değer bir ölçekte olmuştur ve sonuçları etkileyicidir. Bu sadece erkekleri ve kadınları dünya üzerinde Yaratıcı’yla baş başa bıraktığı için değil, Yaratıcı’nın çoğunluk için çok uzakta, çok mesafeli ve gündelik hayattan kopuk olarak görüldüğü bir dönemde sırra vakıf olmak, Tanrı’ya ulaşmak eskisinden daha da zordu. Koca bir boşluk oluşmuştu ve artık insanoğluna elini uzatıp yardım edecek birileri yoktu. İşte tam da bu boşluğun ortasında modern dahi ortaya çıktı. Dâhinin yapısı göz önüne alındığında, bir zamanlar Tanrı’ya ve insanları ona götüreceğine inanılan haşmetli varlıklara ait güçler dâhiye nakledilmiştir.”
“Deha Problemi” başlığını taşıyan giriş dışında altı bölümden oluşuyor İlahi Gazap: “Antik Deha”, “Hıristiyan Deha”, “Çağdaş Deha, İdollerin Düşüşü”, “Romantik Deha”, “Genetik” ve “Deha Dini”. Sonuç kısmı ise “Halkın Dehası” başlığına sahip. ABD’li tarih profesörü McMahon, çalışmasının Avrupa coğrafyasıyla sınırlı olduğunu vurgulamayı ihmal etmiyor.
İlahi Gazap: Deha Nedir? Dâhi Kimdir?
(Divine Fury: A History of Genius)
Darrin M. Mcmahon
Çeviri: Arlet İncidüzen
Ayrıntı Yayınları, 2015, İstanbul
1990 yılında Adana’da doğdu. Ortaöğrenimini Adana Erkek Lisesi’nde tamamladı. Türkçe Öğretmenliği ve Medya ve İletişim okudu. Öyküleri ile İtibar, Muhayyel, Muhit, Edebî Müdahale, Aşkar, Dil ve Edebiyat, Fayrap, Yediiklim, Berhava, Ve Sanat, Olağan Hikâye, Hece Öykü, Mahalle Mektebi gibi dergilerde yer aldı.Berhava Öykü dergisinin yayın yönetmenliğini yürüttü. Ayraç, İtibar ve Muhayyel edebiyat dergilerinde editör olarak görev aldı.Evli ve bir oğlu var. Adana’da yaşıyor.Kitapları:Sevinebilirsin Suâda İşte Yalnızız, 2018 (Öykü)
Bozdünya, 2021 (Öykü)
Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı - Bir Tahlil, 2023 (İnceleme)