Münacatın kıyısında soyunup naatla yıkanmış bir şiirin kaçacak yeri yoktur. Ağır tohumlarını saçmaktan başka da şairin.İlk cemre beyaz kâğıda düştü bir kez, yolu yok mancınık yükünü göğüsleyecek ilk mısra. Cam kırıklarıyla dolu bir bahçe, bir kurumuş dal, delilik ekini kök salmış nar şairin bağrında biten isyanı körükledikçe mukavemet düşer, yedi yılın acısı bir bir sökülmeye başlar dilden. A. Ali Ural Gizli Buzlanma’da dili gerçekliğe bir başkaldırı mesabesinde örüyor. Elbette başkaldırı burada bir redif ayarında başlayıp bitmemiştir. Şiirinin damarlarında nefes alıp veren, ama aşikâre dolaşmayandır. Eşyayı yeniden tanımlama mı demeli olumsuzlama mı? Nesneler bir ana hapsolmuştur. Gerilim işte bu sıkışmış anın içine düştüğümüzde bir daha bırakmaz yakamızı. Zaman zaman öznesizliğe varan kavrayış kitap bittikten sonra bile sarsıntının sürmesini, çok kez adını koyamadığımız belki de boşluk diyebileceğimiz bir duygunun bizi allak bullak etmesini açıklar. Öpülmeyen Sevgili şiirindeki yaraya koşan bulutları bekler dururuz kitap sona erdiğinde. Kulağımız zamanın mors tıkırtılarında bir yokuşu çıkarız ayaklarımızı sürüterek. İyi ki patikalar var ve elbette her patika özgürlüklerimizin uğraklarıdır. Hangi patikaya sapsak o yıldırım düşecektir lakin, suçlu bulunmuşuzdur bir kez. Hiç bir mahkeme aklayacak değildir üstelik. İşte akıp giden dünya, alışkanlıklar, düzen… Her şeyin ne olacağı belli, insan yalnızca anda özgürleşme olanağını bulacaktır.
“marifet kanda yürüyüp bırakmamak iz
marifet bir ormanı taşımak omuzunda” dediğidir şairin, belki de;
“ödünç alarak mayanı yoğurmanın hazzıyla titrerken çırak
isyan bayrağını açtı balıkçı ta’n edip balıkları örten yosuna” dizelerindeki istiarelerdedir sarsıntının gücü.Körlüğe, aldanışa karşı bir duruşun tezahüründedir belki de. Edebi gözbağcılık, sanat adına kopartılan kuru gümbürtüler de nasiplenir bu sarsıntıdan; aldanış tek kişilik değildir çünkü. Körleşme bütün renkleri örten gölgeler misali dolaşıyordur zamanda. Hem de içimize kırlangıç sürüsü sala sala, pençelerini yumup kanatlarını kıra kıra.
Tesadüf değildir Bahçe şiirinin Deli Nar’dan sonra yazılmış olması. İnsanın mezarlıklardan yaşayan gövdesine bakıp yüzleşmesinin bir imidir bahçe. Ve aslında şair bahçedir derin koylarda savrulup duran renk renk acı sözlerdir, gösterenin gösterdiğidir ta. Kan ve zamanın bir ve aynı şey olduğunu bile bile, tükene tükene her şeyin bedelini bir başına ödeyiş, insanın yaralarla yürümeye alışkanlık peyda etmesidir Bahçe şiirinin hissettirdikleri.
“her mancınıkla daha uzağa gidiyorum düştüğüm her yer mancınık” dizesi nasıl düşerdi kağıda! Nasıl haykırırdı şairi,
“ateşle buzun aynı tetiği çektiğini bilirsin”
“…ileri bakmadıkça görünmüyor o hain yıldızlanma” dizelerindeki uyarışla.
Gizli Buzlanma’nın duraklarında kimler bekliyor. Bilmiyoruz ama çölün ortasında öylece durup bir yontu gibi kendi gövdesine bakanları, yerini yadırgayanları, kâinatmış gibi yapraktaki hüznün ritmini duyanları, zamanı yitirenleri beklediği kesin.
“yaşlanıyor insan bu bahçeye girince
geri dönmek güneşe kar tutmadan gökyüzü
erguvan lekeleri düşmeden başaklara
örüyor beyaz kollar lahitlerden fışkırıp uzayan saçlarımı” dizelerinde gösterilen yalnızca bir varoluşsal sarhoşluk değildir. Ölümün imkânlarıyla açımlanacak bir katharsisin yakıcılığıdır da. Şair, ancak bir yüzleşmeyle kendi ölümünü kucaklar, esriyip konuşur ölüsüyle. Çünkü erguvan lekeleri düşmeden başaklara (hayattır başak, ölümdür erguvan) diyebilmek varlık ve yokluk arasındaki gerilimin silinmesi, iddianın yerine erguvanın ikamesidir. Ve zaman acımasızdır, ağır ağır çabuklaştırmalıyız elimizi.
“sallanmana bak sen neler oluyor kâinatta
cengâver değilsin cenk kazanına düştün gökten
okunu kendin çıkar büyüsün yaran“ dizeleriyle sağaltıp ayağa kaldırmayı öngörürken bir yandan iyileştirmenin ve kaldırmanın bizatihi bir keder olduğunu bilerek okurun koluna giriyor Ural.
On Parmak Daktilo şiirinde,
“on kuru dal çırpınacak rüzgâr kesilse de boşlukta” dizesindeki çaresizlik ve tıkanmışlık,
“öldürmüştür kim kavrarsa on parmakla hançerini” dizesinde baş dönmesine evrilir.Burada ritimde sükûnet çağrısı, yavaşlık, eylemsizlik vaz edilirken,
“bembeyaz çatılardan dökülen kargalarla doldurdum gömleğimi
on parmağımda on kuş yenilenin alnını karışlarım” dizelerinde ipi göğüslemek için yolda olmanın bir yordamını göstermektedir. Bir sanatçı için olsa olsa incelikli bir gösteridir meydan okuma. İnce dediysek kanda yürüyüp izini belli etmeyecek bir incelikten söz ediyoruz ve ateşle buzun aynı tetiği çektiğini biliyoruz. Gizli Buzlanma şiiri eninde sonunda donacak, kendi kar kışını çağıracak bir suyun, bir devininin habercisi. Burada özne yok, ses dilin ruhu, göstergesi. Burada uygunsuzluk, hayret, uzlaşımsızlık, çelişiklik, duraklama ve devini bir koldan yürür,
“ne çok vakti var suyun küçük adımlarla yürür köprüye” dizesinde duyulan söyleyiş, savruluş, ölçüsüzlük, yani ritmin bizatihi kendisi yürür. Burada ne bir duygu, ne de gösterilen vardır. Geçişli edimlerle sürekli değişen bir gösterinin içine çekilen okur düş gören bir horozun sarkma ediminde bulur ritmi. Sonra birden,
“ateş yaksan da donacaktı her şey” dizesinde saçmanın dibine düşer. Dünyada olmak ne anlaşılırdır, ne de vazgeçilemez. Görür ki burada her buluş kırılgandır. Göstergeler olayın yerini almış, her şey dönüşmüş, her şey ilk kez bulunmuştur. Nesne, kendi kökensel gerçeğini bozan bir deneyimler halkasından geçmektedir.O halde her nesne kendi kırılgan tarihinin gözünden fışkırır ve boşluğa koşar. İşte bu boşluk, tam da varlık doluluğundaki yerini fark etmeye başlayıştır. Önceye dair özneye hayal kurdurtan bir kılgıyı boşuna ararız. Tam da burada ritim, engin bir eylemsizlik oylumuyla yükselir, şaşkınlık ve ürpertiyle “Kaçak İskele”ye koşmak ister şairinin yaptığı gibi. Bu iskelede yaşam cezbedici kıpırtısı içinde tuzaklarla doludur hâlbuki. Kurban arayıcısı bir büyücünün pençesindeyken pek de huzurlu olmasa gerektir kaçak iskele. İnsanın kendi gövdesinden başka nedir ki iskele? Varla yok arası, düşle gerçek arası bir sarhoşluksa yaşadığımız, NEDEN HER ŞEYİN TANIMLANMASI, NEDEN? der gibidir Ural. Bazen tanımlanmamalı eşya, hayat, ses, ölüm. Yağmur tanımlanmamalı sözgelimi. Alınmalı yağmurun sesi bir marketin rafında, en alt katta. Ve yine de ele avuca gelmez bu renksizlikten korkmalı insan.Varoluş, kımıldandıkça acıyan bir yaradır zira Ural’ın şiirinde. Şiir yaranın kanırtılması ise cenkteki acemilik silahın elden düşürülmesidir. Şaire kalan bıçakla çizilmiş eğri bir gülümsemedir öyleyse. Çöl salıncağı şiirinden sonra şu iki kelimede anlamını bulan bölümün gelmesi ise tesadüf denilemeyecek kadar açık bir parıltıdır.
“Ölmeyi Öğreniyor”
Modernizmin insanı getirdiği durak buysa her şey yitirilmiş demektir. Tek gerçek, öylece, kayıtsızca akıp giden zamansa ritim özgürlük.
O halde gidip bir ritim başlıyalım, ölümün kumaşını susarak parçalayalım. Ama şiirin kıyısından bakıp affedelim, tasrih etmesek de beytimizde karinemizde dili dolaşanları.