http://www.youtube.com/watch?v=ETEC9Uhgau8
Takvimden bir sayfa daha koparılarak geçer zaman. Tarih, düşen bir yaprak, akan su, solan bir ten şehrin aynalarında… Bittiği yerden başlar yeniden okunmaya… Kartacalı Hannibal nerden bilebilirdi ki, Bitinyalı Prusias’a kurdurduğu bu şehre gün gelip sığınacağını? Kendi yaptığı bir tarihe inanması kadar zordur bir kral da olsa. Taş ve bronz bilezikler… Athena büstü, Apollon heykeller… Çok eski bir zamandan kopup gelir de kelimeler, kendi zamanında okunmaz aslâ!.. Çekirge semtinde tonozdan odalar... Bizanslı hamamlarda ses vermez prensesler... Çünkü tarih; düşen bir yaprak, akan su ve solan binlerce tendir şehrin aynalarında…. Ve tarih bittiği yerden başlanır yeniden okunmaya…
Oysa şehrin tarihini okumak zordur kitaplardan. Şehir hâlle bilinir, aşkla okunur. Kaç Erguvan zamanı geçer kim bilir haç heykeller kırılır, çömlekler gömülürler toprağa… Harun Reşid dayanır şehrin surlarına… Hannibal bir sessiz mezardır, Bitinyalı Prensesler Manastır duvarlarında "Aşk’ı" aramakta… Aşk; sonsuz bir Lâ… Bir sabah meltemi gibi erişeceği günleri bekler bir İbrahim Havvâs rüyâsında. Hamedanlı şairler aşk taşırlar yirmi sene boyunca kervanlarla… Oysa bir Erguvan Zamanı da geçer ve düşer şehir bir güz sancısıyla bembeyaz kışa… Herşey gömülü kalır… Vak’anüvisler boyuna derkenar düşer, tarih gitgide silinir…
Oysa bilmek zordur, görmek zor… Eğer yazdığı İnciller’den birkaç tane kalmışsa İznik Konsülü’ne… O, prenseslerin düşlerinden üflenen “Ahyedî” aşktır. Zaman, ufukları kovalayan bir çığlık olmuştur şimdi, Kutalmışoğlu Süleymanşah’ın şahdamarından süzülen sevdadır...
Oysa şehir sevda olmazsa çıkar elden, haçlı savaşları tarumar eder ovaları. Kılıçaslan terk edince dünyayı, deniz de küser, dalgalar terk eder sahilleri... Şehir ağlar taht kavgalarında. Gerisingeri akmak ister aynalara. Aynalarda Bizans… Surlar arasında bir yetimdir şimdi O!…
Ve bir sabah Ertuğrul oğlu Kara Osman, Şeyhi Edebalı’ya bir rüya gördüm der. Malun Hatun ak güvercinler arasından gülümser. Uzatır elini Osman ama ulaşamaz. Edebalı son sözünü söylemiştir; “Beylik ve dirlik sendedir” der… Hikmet Uluların sözündedir. Kâh kabarır, kâh durulur Osman, kalbine akar bilgiler… Bunca bilmek… Bunca bilmek neyin nesidir? Varıp sorar kocamış Edebalı’ya. Anlatır şeyhi, şehrin damarlarını süzüp aktarır dağarcığına. Hayrettedir Osman Bey… Fethettiği onca şehri sanki önceden görmüş gibidir. Gâzileri, erenleri ve yiğitleri ile dayandığında Bursa şehrine yüksekten bakar. Muhkem surlar, yeşil ovalar sanki hem çok tanıdık, hem çok yabancı gibidir.
Ama sever onu… Çok sever, âşık olur âdeta… Avuçlarına konuLmuş bir Peygamber buyruğu gibidir şehir. Malhun Hatun gibidir. Bu kez Bizans surlarından kalbine üflenen "Lâ" Yarhisar Tekfuru’nun kızı Holiferadır… Köksüz ve bağsız, aşkla suda duran "Nilüfer", baştanbaşa îmandır, aşktır… Ömür biter aşk bitmez, fetih "aşk olur" Osman Bey oğlu Orhan’a… Ne dedesi Ertuğrul Gazi, Ne Osman Bey, ne Alperenler… Şehir Orhan Gazi’nin evvela kalbine konulmuştur.”Beni şol gümüşlü kümbete gömesin diye” vasiyet olunmuştur. Şaşırmıştır Orhan Gâzi Hân!.. Şehir sanki dünden yarına, yarından düne bakan garip bir anafor gibidir.
Ben o günden beri biliyorum…
Şehir kendini seveni fark eder
Şehir hisseder
Şehir bir hâtıra resmi
Şehirler sezer…
Şehrin gözü, kalbin gözü gibidir, bakmasını bilene neler anlatır, neler söyler…
Şehir gezginlerce yazılmış bir kitapsa da, esasında âşığın kalbine verilmiş bir esraren(giz)dir… Tanpınar’ın kendiyle iç içe yürüyüşüdür. Şehir susar, şair konuşur, şehir konuşur, şair lâl kesilir. Biri giderken, öbürü gelir.
Kendi hüznünden fazla hüzünler yüklenirse şairin mısralarına ve “Saatler karışır, sabahla birlikte gelir ikindi yan yana” Eğer kendi hâkimiyetini kuramazsa kendi hikâyesinde âşık, elbet yarım kalacaktır “Mahur Beste’ler… Bir zaman sarmalı gibi her okuyan kendi kurgusuyla devam edecektir.
Velhâsıl; tıpkı kalp gibi şehrin hâlleri de vardır.
Nasıl renkleri ve kokuları müşahede ederse derviş, âşık da şehrin rengine ve koklarına müptela olur. Şehir de şeyhi gibi onca yürünmüşlükleri derûnunda taşır. Şehre yürümek, aşka yürümektir. Ne ki, ne ezanlar, ne sâlâlar ne de hâkiler giyinmiş sokaklar sır vermezler. Büyük bir "muzdariptir" o; bütün gece şehri bekler. Oysa şehir kalbi gibi… Kalbi kadar karanlıktır...
Takvimden bir sayfa daha koparılarak geçer zaman. Tarih, düşen bir yaprak, akan su, solan bir ten şehrin aynalarında… Bittiği yerden başlar yeniden okunmaya… Kartacalı Hannibal nerden bilebilirdi ki, Bitinyalı Prusias’a kurdurduğu bu şehre gün gelip sığınacağını? Kendi yaptığı bir tarihe inanması kadar zordur, bir kral dahi olsa. Taş ve bronz bilezikler… Athena büstü, Apollon heykeller… Çok eski bir zamandan kopup gelir de kelimeler, kendi zamanında okunmaz asla… Çekirge semtinde tonozdan odalar... Bizanslı hamamlarda ses vermez prensesler. Çünkü tarih, düşen bir yaprak, akan su ve solan binlerce tendir şehrin aynalarında… Ve tarih bittiği yerden başlanır yeniden okunmaya…