Menu
NİL'DEN TUNA'YA OSMANLI'NIN İZİNDE 1
Deneme/İnceleme/Eleştiri • NİL'DEN TUNA'YA OSMANLI'NIN İZİNDE 1

NİL'DEN TUNA'YA OSMANLI'NIN İZİNDE 1

Dubrovnik / Raguza İzlenimleri
15.07.2011 /Cuma
1. Bölüm

Saat 17.15 sularında İstanbul Atatürk Hava Limanına ulaşabilmek için yola çıktığımızda istemesek de Cuma ve akşam trafiği başlamıştı bile…

Taksi şoförümüz pek hoşnut değildi bu saatte köprü trafiğine girmekten… Bunu sohbet esnasında birkaç kez hissettirdi. Fakat ne çare… Müşterisinin isteğini nazlanarak kabul etmek zorunda kalmıştı bir kez… Şaşırıyorum… İstanbul’daki taksi şoförleri de pek nazlı… Demek ki ekonomik problemleri yok… Neyse ki Allah yardımıyla bir saat gibi kısa bir sürede Çamlıca’dan Atatürk havalimanına vardık. Şoförün de serzenişleri çok şükür ki boşa çıktı…



Vaktinden yarım saat önce Bamtur kontuarında olduğumuz için Tur yetkilimiz henüz gelmemişti. Yaklaşık 20 dakikalık bekleyişten sonra gelen Tur görevlimizden uçak biletlerini ve Tur Programını teslim alıyoruz. Henüz uçağımızın kalkışına iki saat kadar süre olduğundan çekin işlemleri sonrası, bagaj yükünden kurtulur kurtulmaz karnımızı bir güzel doyurmak için bir yerde oturuyoruz. Zira daha önceki tecrübelerimden biliyoruz ki gideceğimiz yerlerde Türk mutfağını arayacağız.Üç yıldır yeşil pasaportu aldığımdan beri bu seyahatimizle birlikte 14 ülkeyi dolaşmış olacağız. Zamanın Evliya Çelebisi olmaya adayız hani…J

Evliya Çelebi dedim de Evliya Çelebi’nin de Dubrovnik’e gittiğiniz bilmem bileniniz var mı? Hatta Seyahatnamesi’nde Dobrovenedik Vilayetine Gittiğimiz” ve “Dobrovenedik Kalesi” diye bir başlık bile var. Bunu Dubrovnik’teki dolaşırken öğrenen yol arkadaşlarımız oldukça şaşırmıştı. MaşaAllah Evliya Çelebi’nin neredeyse gitmediği bir yer yok gibi… Ben de bu zamanın Evliya Çelebisi gibi hissetmiyor değilim kendimi… Zira bir süredir onun yolundayız hani…

Bu yorucu yolculuğun benim için en cazip kısmıysa sanırım Ragusa/ Dubrovnik ve Bosna olacak… Zira turun Sırbistan ve Makedonya kısmını ikinci kez göreceğim... Çünkü 2009’da gittiğim Sırbistan’da Tuna kalelerini dolaşırken Kutsal İttifak savaşlarında çarpıştığımız kalelerin ve Karlofça’da yitirdiğimiz yerlerin hepsini dolaşmıştık… Venedik’e vermek zorunda olduğumuz Mora’dan Dalmaçya’ya kadar olan yerleri ve Barbaros Hayreddin Paşa’nın dolaştığı Adriyatik Denizi’ni, Dalmaçya kıyılarını ve Unesco’nun Dünya Kültürel Mirası içerisine aldığı Kotor Körfezi’ni görmeyi oldukça arzu ediyordum… Zira Kotor’a Hayreddin Paşa’nın gitmiş olduğunu bileniniz var mıdır bilmem…

Bu gezi sayesinde bu merakımı önemli ölçüde gidermiş ve buralar hakkında bir fikir sahibi olmuş olacağım. Ayrıca bu vesileyle beni iki yıldır Lübnan, İspanya ve Dalmaçya’da dolaştıran Barbaros Hayreddin Paşa çalışmasına da minnetlerimi sunuyorum…

Dubrovnik’e Varışımız

Uçağımız Pistteki Tarafik yoğunluğundan dolayı 20 dakika kadar rötarla 21.15’te havalanabildi. Yaklaşık Bir saat kırk dakika süren bir yolculuktan sonra Dubrovnik havalimanına iniş yaptığımızda Türkiye saati ile saatimiz 23.00 sularıydı.    Ancak, Dubrovnik ile Türkiye saati arasında bir saatlik zaman farkı dolayısıyla saatlerimizi bir saat geçe ayarladık.

Uçaktan inişimizden sonra Pasaport ve gümrük kontrollerinin ardından Tur rehberimiz bizi karşıladı. Havaalanında bizi bekleyen otobüsümüze bindik.Yapacağımız panaromik Dubrovnik ve Cavtat (Savtat ) turları için havalimanından hareket ettik. Ancak Uçak saatlerinin akşama alınması şanssızlığımız oldu. Zira programımızda belirtilen Cavtat turunu gezimizin son gününe bırakmak zorunda kaldığımızı öğrendik. Bu yüzden Mlini Koyu’nda bulunan Otelimiz Asteria’nın yolunu tutmak zorundaydık. Gece otele giriş yaptıktan sonra odamızın manzarasına hayran olup, gece ve geç vakit de olsa bahçede ve deniz kenarında biraz dolaşmak ve bu temiz havayı ciğerlerime doldurmayı arzu ettim. Zira burnuma dolan kekik kokuları beni mest etmişti. Otelde karşılaştığımız insanların zarifliği gözden kaçmadı… Burada bulunduğumuz süre içerisinde de edindiğim kanaat Hırvatların Turizm işini iyi öğrendikleri yönünde oldu… Hakikaten zarif ve neşeli insanlar… İyi ki de dolaşmışız. Zira bu güzel otelin tadını iki gece burada konaklamamıza rağmen gün boyu dolaştığımız ve gece ancak yatmak içi geldiğimiz için çıkaramadık.

Ne kadar doğal bir ortam… Dağlar, yeşillikler ve hemen yanı başımızdaysa deniz… Buram buram kokan kekik kokuları… Büyük şehrin kirli havasından sonra buranın bol oksijeni çarpmaz inşallah diye gülüşüyoruz… Biraz dolaştıktan sonra vakit hayli geç olduğundan dolayı gece turumuzu kısa keserek odamıza döndük... Zira ertesi gün yoğun bir program bizi bekliyordu. Ertesi gün hem Dubrovnik’i dolaşıp,hem de E La Fifi ( Elafiti/ Üç Adalar) turunu gerçekleştireceğiz. Bu yüzden zaman sınırlı olacak. Sabah 07’de verilen uyandırmanın ardından Sabah erkenden kalkıp, eşimle kahvaltımızı alacağız...

Kahvaltıları bizim kahvaltılarımıza benzese de et, sosis benzeri şeyleri pas geçtiğimizden oldukça sade bir kahvaltıyla yetinip, ardından bizi bekleyen Panaaromik Balkan turumuza başlıyoruz başlamasına da adı üzerinde tam panaromik… 6 günde yaklaşık 4000 km lik yol dile kolay!  Zira programı yetiştirmek zorundayız… Bu yüzden turumuz da bence panoromik değil, Ultra panoromik bir tur oluyor… Ancak yine de şikâyetçi değiliz… Altı ülke de ancak böyle yetişebilir zaten… Bizim serzenişimiz biraz daha uzun kalsaydık buralarda şeklinde oluyor…

16 Temmuz 20110 sabahı ilk ziyaretimizi Dubrovnik’e yapıyoruz. Merak içerisindeyim. Zira burayı yani Osmanlı zamanındaki Raguza Cumhuriyeti olarak bilinen Dubrovnik şehrini merak ediyorum. Şu an Hırvatistan’ın Dalmaçya kıyısındaki Ortaçağ’dan kalma 49.000 nüfuslu  bu şehri  merak etmemek ne mümkün!..

Aslında Dubrovnik, 7. yüzyılın ilk yarısında Epidaurum denilen bugünkü Cavtat/Savtad’a gelenbir grup mülteci tarafından kurulmuş. Bu yerleşim birimine onlar Laus adını vermiş. Ancak daha sonra Cavtad’ın karşısında, Srđ ( Sırç)Dağı'nın eteklerinde, Slavlar Dubrovnik (- ahşap türü ) adı altında kendi yerleşim geliştiriyor.

14. yy. başlarına gelindiğinde Raguza Cumhuriyeti olarak 1365 yılında kurulan Dubrovnik veya Evliya Çelebi’nin deyimiyle Dubrovenedik, 1808’de Napolyon ordularının şehre girişine kadar Osmanlı himayesinde kalıyor… 1365 yılında 1. Murat Devri’nde Ragusa Cumhuriyeti’ne Osmanlı tarafından ayrıcalık tanınıyor, buna karşın bu küçük devlet Osmanlı himayesine alınıp, yıllık vergiye tâbi tutuluyor.

Hatta İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın verdiği bilgiye göre Ragusa Cumhuriyetin yıllık cizyesi, Fatih Devri’nde 1478 de tanzim edilmiş. Bu ahitnameye göre 12.500 altın olarak belirlenmiş. Bunun haricinde 2.500 kuruşu gümrük bedeli ve 2.000 kuruş da sadrazama kalemiye olarak vergi verdiklerini ve Ragusa Devleti’nin, bu vergileri üç yılda bir İstanbul'a gönderdiğini aynı kaynaktan öğreniyoruz.

Osmanlı Devleti’nin Raguza’ya karşı hep lütufkâr olduğunu görüyoruz. Hatta 1729 yılında Bosna Eyaleti’nin Raguza'ya rakip olarak kurduğu Nova ve Resne iskelelerinin inşa edilmesi üzerine şikâyete gelen Raguzalıların istekleri karşısında, bu iki iskelenin kaldırılması emredilmiş. Hatta 1752 yılında Ragusa ve Venedik arasında çıkan ihtilafta Ragusa'nın haklarının Bosna Valisi tarafından muhafaza ettirilmesi sağlanmış. Buradan yola çıkarak Osmanlı Devleti'nin her koşulda Raguza Cumhuriyeti'nin haklarını korumaya özen göstermesini göz ardı etmemek gerek diye düşünüyorum…

Bunun anısına olsa gerek Raguzalılar da Osmanlı’ya minnet olarak Gümrük binasının üzerine yuvarlak top gibi bir şey yerleştirmişler…

Venedik bu şehri sürekli ele geçirmeye çalışmış... Zira zaman içerisinde Dubrovnik gelişerek kendisine rakip olmuş bir şehir konumuna gelmiş…

Sadece Venedik mi? Elbette ki hayır… Avusturya da 17.yy boyunca Hırvatistan topraklarını almak için çok uğraştıysa da başarılı olamamış... Hatta Osmanlılarla Avusturyalılar arasında 1664 yılında imzalanan “Vasvar Barışı” ile Avusturya Hırvat topraklarının Osmanlı Devletinde kaldığını kabul ediyor... Ancak kaderimizi değiştiren 1683 II. Viyana Kuşatması yok mu her şeyi değiştiriyor… Buradaki yenilgimizin etkileri 1699 yılına ve bence günümüze kadar sürüyor, sürmekte… Zira 1683–1699 arası yani 2. Viyana Kuşatması’ndaki yenilgimiz üzerine Kutsal İttifak Savaşlarını kaybeden Osmanlı, Hırvatistan'ın Dalmaçya kıyılarını Venedik Cumhuriyetine bırakmak zorunda kalıyor.

1808 yılına gelindiğindeyse Napoleon Bonapart’ın Fransız ordusuyla şehre girişiyle Ragusa Devleti’ne son veriyor ve Dubrovnik şehri Fransa’ya bağlanıyor… Böylece Evliya Çelebi’nin Deyimiyle Dobrovenedik/ Dubrovnik’te 443 yıllık Osmanlı hâkimiyeti de sona ermiş oluyor…

Napolyon’un altüst ettiği Avrupa haritasını yeniden düzenlemek için toplanan 1815 Viyana Kongresi’ndeyse şehir Avusturya yönetimine bırakılıyor... Bundan sonra da Balkanlarda bir türlü denge sağlanamadığı için yakın döneme kadar bu bölgelerin savaşlara şahne olduğu da herkesçe malum…

Bu bilgiler karşısında burada sözü edilen Novi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde dikkatimi çekmişti… Gezimizin son gecesi kaldığımız Karadağ’ın Hersek- Novi şehrini hatırladım ve sözü edilen Novi burası mı acaba diye düşündüm bir an... Kuvvetle muhtemel ki öyle… Zira birbirlerine çok yakın mesafedeler… Bizim Edirne ile Filibe gibi… Arada sadece sınır ve gümrük var.

Her ne kadar farklı iki ülkede olsalar da birbirlerine çok yakın mesafede iki yerleşim yeri olarak dikkatimizi çeken iki şehir oldu Herseg Novi ve Dubrovnik…

19 yy. boyunca Hırvatistan topraklarının çoğu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun bir parçası oluyor.Bu dönemde Hırvatlar Alman ve Macar kültürlerinin baskısı altında yaşıyorlar.Buna karşılık Hırvatlar arasında Güney Slavları olarak kabul edilen (Sırplar, Hırvatlar, Slovenler ve Boşnaklar) bir bayrak altında toplamayı amaçlayan Yugoslav hareketi güçlenmeye başlıyor…Böylece 1945 yılında burası, Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti'nin diğer altı parçasından biri oluyor.



1963 yılında Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti, Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti olarak adını değiştiriyor.Dubrovnik, Hırvatistan Sosyalist Cumhuriyeti'nin bir parçası haline geliyor.

1990 yılında Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti dağılma sürecine girince Cumhuriyetler bağımsızlaşıyor ve “Hırvatistan Sosyalist Cumhuriyeti”, “Hırvatistan Cumhuriyeti” adını alıyor… Ancak Bu Yugoslav İç savaşının faturası ağır oluyor…  Bu faturanın bedelini başta Bosna olmak üzere Dubrovnik de ödüyor… Zira şehrin Pile Kapısı’ndan girer girmez savaşın izlerini göreceğimiz önemli bir şahitname gelen misafirleri karşılıyor…Ancak biz bu kısmı diğer yazıya salkıyalım derim… Zira daha yazacak çok şey var... Zamanda yolculuk güzeldir… Tarih bilimi de bir nevi zamanda yolculuk gibidir… İlginç bir tecrübedir erbabınca geçmişin sokaklarında, patikalarında, caddelerinde dolaşmak… Balkanlarda adım adım Osmanlı’nın izini sürmek… Geziyi değil ama yazımızın bu bölümünü tadında bırakmak gerek sanırım…

Bir sonraki yazıda buluşmak dileğiyle hoşça ve sağlıcakla kalın, hoşça bakın gönlünüze ve zâtınıza, sevgili dostlarım…

SEVDA

1970 yılında Kırklareli'nin Pınarhisar İlçesi’nde doğdu. Lüleburgaz Kepirtepe Anadolu Öğretmen Lisesi’ni bitirdi. 1992 yılında Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisansını 2014 Yılı’nda Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Tarihi Ana Bilim Dalı, Yeniçağ Bilim Dalı’ndaki “Yüksek Lisans” Eğitimini “ 15/3 No.lu Dubrovnik Düveli Ecnebiye Defteri: (H.1057-1073/M.1647-1663) (İnceleme Metin) adlı teziyle tamamladı. Yazar SEVDA DIRAGA CANBAZ 1992 Yılı’ndan beri Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak Tarih öğretmenliği görevini sürdürmenin yanı sıra İstanbul Üniversitesi Siyasal bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okumaktadır.

Sahasındaki bilgi birikimini öğretmenlik tecrübesiyle de pekiştirme gayretindedir. Alan bilgisini, bu sahada yaptığı okuma ve araştırmalarla sürekli geliştirmiş ve canlı tutmuştur. Özellikle tarihî bilgilerin daha ilgi çekici, anlaşılır ve herkes tarafından okunabilir hâle getirilebilmesini ve İstanbul Kültür Bilincini gençlere aktarmayı kendisine amaç edinmekte ve bu konuda yazılar yazmakta olan yazar, bu yazılarını mekânla bütünleştirmek amacıyla kültür gezileri için yurt dışında yaklaşık 30’a yakın ülkeye geziler yapmıştır. Bu gezilerinde öncelikle Osmanlı Coğrafyasını dolaşmayı amaç edinerek bu birikimini yazılarına aktarma gayretindedir. 

Canbaz, mesleği gereği lise düzeyindeki gençlere tarihi ve bu yolla kültürümüzü öğretmek ve sevdirmek amacıyla “Bir Kardeşlik Ülkesi” isminde bir kitap telif etmiştir. Fütüvvet kültürünün ele alındığı bu eserden sonra ikinci kitabı “Hikâyelerle Deyimlerimiz” Damla Yayınları tarafından basılmıştır.

Farklı dergilerde yazıları olan Canbaz’ın, “Anton Çehov’un Kırk Dört Yılı” başlıklı makalesi ise Hece Öykü dergisinde yayınlanmış (İki Aylık Öykü Dergisi, (2006): 162-8) ve bu makale uluslararası bir yayın taramasında yer almıştır (MLA International Bibliography, Web. 14 Apr. 2010.)

Çeşitli dergilerde çıkan yazıları ve basılan “Bir Kardeşlik Ülkesi”, “Hikâyelerle Deyimlerimiz” adlı kitaplarıyla tanınan Sevda DIRAGA CANBAZ, öğretmenliğin yanı sıra teorik konuları, ilmî usullerle birleştirip edebi ve orijinal ürünler vermek amacıyla halen yazı çalışmalarının yanı sıra Uzman Tarih Öğretmeni olarak MEB’deki görevine devam etmektedir.

Daha fazla görüntüle