Ahmet Sezgin ismine dikkatle eğilip kulak verin derim. Mavera, Türk Edebiyatı, Yedi İklim, Bir Nokta gibi birçok dergi ile ulusal gazetelerde yazıları yer alan Sezgin; denemeleri, şiirleri yanında yıllarını derleme işine adayarak önemli bir görevi üstlenmiştir.
Cengiz Yalçın ile kapsamlı bir araştırma sonucunda hazırladıkları “ Ölüm Şiirleri Antolojisi “ adlı ilk eserinde örnek yelpazesini geniş tutarak ölüme farklı açılardan yaklaşan yüz elli civarı şairin iki yüzün üzerinde şiirine yer vermiştir. Haliyle ilk eseri, kaynak özellik taşımaktadır. Antolojilerin edebiyatımızdaki önemi yadsınamaz bir gerçek. Konunuz Kerbela ise gözünüz Kerbela şiirleri antolojisi arar. Eğer konunuz, ilgi alanınız “ölüm temi” ise kaynak bir kitap olan Ölüm Şiirleri Antolojisi’ne başvurabilirsiniz.
Yazarın eserlerinin geneline baktığımızda bir vefa örneğini de görürüz. Samsun / Terme doğumlu Sezgin’in hazırladığı “ Termeli Yazarlar Şairler Ansiklopedisi “ farkındalık yaratan bir biyografi örneğidir. Eserde sadece Termeli Şairleri, yazarları, ilim adamlarını değil herhangi bir sebeple yolu Terme’ye düşüp buraya yerleşen veya geçici süreyle görev yapanları da eserine dâhil eder. Eser vesilesiyle Servet-i Fünun dergisi yazarlarından Termeli Ziya Behlül’ü, Sarı Yazma romanında Terme’yi anlatan Hababam Sınıfı Yazarı Rıfat Ilgaz’ı, Terme’de subaylık yapmış olan İkinci yeni anlayışının önemli şairlerinden Turgut Uyar’ı, tahsilinin bir kısmını Terme’de geçiren Hilmi Yavuz’u ve daha kimleri kayıt altına aldığına tanık oluruz. 135 ismi araştırmak, kayda geçirmek kolay iş değil.
Uzun zamandır takdirle takip ettiğim Sezgin’in “ Aşk Medeniyetine Yolculuk “ kitabını okurken, bu pandemi sürecinde, Etüt Yayınlarından peş peşe çıkan kitaplarına tanık olduk. Bu zor zamanları faydalı yönde değerlendirmesiyle de örnek bir duruş sergilediğini söyleyebilirim. Etüt Yayınlarından çıkan 416 sayfalık “ Türkçe’nin Feryadı ve Dil Davamız” adlı eseri başlı başına muazzam bir kaynak kitap. Dile hassasiyeti olan herkesin elinin altında olması gereken bir seçkiler yumağı. Dil bilinci üzerinde ısrarla duran Sezgin, Türkçe sevgisiyle birlikte anadil sevgisinin oluşması için büyük bir emek harcamış. 20-25 yıllık derleme sonucu oluşmuş bir kitap olduğunu içindekiler kısmına bakınca bile anlamak mümkün. Çok kıymetli denemeleri, makaleleri, fıkraları, şiirleri toplayarak hem dil meselemize hem de çözüm yollarına dair bilinç oluşturmaya çalışır. Yahya Kemal, Mehmet Kaplan, Nihat Sami Banarlı, Tahsin Banguoğlu, Samiha Ayverdi, Beşir Ayvazoğlu, Sevinç Çokum, Oktay Sinanoğlu, Nazan Bekiroğlu, Asaf Halet Çelebi’den tutun da üniversite hocam Mustafa Özbalcı’nın makalesine de yer verecek kadar titiz bir çalışma gözetmiş.
Kitapta dile dair karşıt düşüncede olan yazılara yer vermesi, okurun dimağına farklı bakış açısı oluşturacak yazıları bir potada toplaması ayrıca takdir edilecek bir durum. Bugünkü Türkçemizi, dil davamızı, dil-din-kültür-kimlik ilişkisini, dilin bir milletin hayatındaki yerini, mağdur kelimelerimizi, kavramlar üzerine genellemeleri, Türkçe’nin feryadını, yozlaşan şarkı sözlerimizi, güzel dilimizin başına gelenleri anlatan yazıları seçerek “ Türkçe’nin anası niye ağlıyor?” sorusuna açıklık getirilir.
Seçkilerinde çocuklarımızı da ihmal etmeyen yazar, yine Etüt Yayınlarından 8 – 10 yaş grubu için “ Kırk Yazardan Kırk Hikâye “ seçkisi ile “ Ortaokullar İçin Hikâye Seçkisi “ kitaplarıyla da raflardaki yerini aldı. Okuma ve Türkçe zevkiyle birlikte doğru düşünme ve davranma alışkanlıkları kazandıracak; çocukları eğlendirirken eğitecek, gerçekçi, hayata dair, ilgi çekici konuları seçmeye gayret etmiş. Hem eski değerlerimizi hem de modern zaman yazarlarımızı bir araya getirmeyi başarmıştır. “ Ortaokullar İçin Hikâye Seçkisi “ kitabında Ömer Seyfettin’in” İlk Namaz” adlı öyküsünü de buluruz, günümüz yazarlarından Mustafa Özçelik’in “Yirmi Beş Kuruş” adlı hikâyesini de. Duvarda asılı olan yirmi beş kuruşun hikâyesini oğluna anlatan bir babanın dilinden iyiliğin, doğruluğun, dürüstlüğün önemi vurgulanmış olur. Yıllardır hata yaparım korkusuyla çerçeveletip duvara asılan yirmi beş kuruş, babadan oğula geçen anlamlı bir miras hikâyeye dönüşür. Yine aynı kitapta ana oğul ilişkisinin sembolü haline gelen Sait Faik Abasıyanık’ın unutulmaz hikâyesi “Semaver”i de buluruz, Abdullah Harmancı’nın şükretmenin binlerce yolu olabileceği mesajını verdiği “Şükür” adlı hikâyesini de. Bu kitap benim için de ayrıca kıymetli oldu. İçindekiler kısmına baktığımda yayınlanan ilk hikâyem olan “Kuş Kalbi”ni Sait Faik hikâyesi ile alt alta sıralı görünce tebessüm yayıldı yüzüme. Zira bu hikâyem için Sait Faik tarzı sürprizli hikâye diyen çok olmuştu. Bu da gösteriyor ki Sezgin sadece yayınlanmış kitapları değil dergilerde yer alan yazıları da mercek altına alıyor. Kim bilir kaç çocuğun göz izi düşecek bu hikâyelere.
Sezgin’in denemeleri de derlediklerinden farklı değildir. İlmek ilmek sıralamış medeniyetimize dair değerleri. Bir öğretmen duruşu, bir kültür taşıyıcısı edası söz konusu. Duyarlı, tutarlı, değerlerini duyuran, çıkış yolu sunan bir dil gözetir.
Bu denemelerle aşk medeniyeti çocuklarına evrilir, Kaf Dağı’nın ardına doğru yolculuğa çıkar, çile ve sabırla olgunlaşmanın erdemine varır, ruh mayamızı sorgularız. Mutluluğun sırrını aratır, şiirlerle gönül yolculuğuna çıkarır. Fetih ruhunu, istiklalimizin haykırışı olan milli marşımızı, özgürlüğümüzün sembolü olan bayrağımızı gönül gönderine çeker. Gelin canlar bir olalım der. Neyi, nasıl, niçin okumalıyız sorunsalını masaya yatırır. Belki de en büyük derdi olan “Erdemli bir nesil nasıl yetiştirebiliriz?” sorusunun cevabı peşine düşer. “ Çaresizseniz çare sizsiniz ” mesajını verir.
“ Bu ülke, bu halk okumuyor diye kim söylemiş? Ön yargı hastalığıyla “niyet okuyan”, nefislerini doyurmak için masum ve gariplerin “canına okuyan”, millete “meydan okuyan”, “hariçten gazel okuyan”, en ufak bir menfaatine dokununca “ beddua okuyan”, hayata “lanet okuyan”, şeytana “rahmet okuyan” az mı bu ülkede? Okuma çeşitleri bakımından zengin bir ülkede yaşıyoruz! İyi günde şükretmeyi unuttuğu Yaratana bir sıkıntıya düştüğünde “dua okuyan”, Kur’an surelerini sadece “ölüler için okuyan”; düzgün fiziği, bozuk kimyası ve karga sesiyle şöhret olmak için “ şarkı ve türkü okuyan”, resmi törenlerde yırtınırcasına “şiir okuyan” ne kadar da çok insan var bu ülkede değil mi?” Sezgin’in bu sitemi sizce de yerinde değil mi?
Gönlü medeniyet aşkıyla dolu olan birinin şiir yazması da kaçınılmaz bir durum. “Güllerimi Ver Anne” şiir kitabının ardından Klaros Yayınlarından çıkan “Hüzün Yağmurları” adlı şiir kitabı da bu ay içinde okurlarla buluştu. Ne mutlu bir edibe ki dört tane eseri peş peşe yayınlansın.
Hüzünle umudun iç içe geçtiği şiirlerinde onu en iyi yansıtan şiirler olarak Güllerimi Ver Anne, Hüzün Yağmurları, İsyan Gazeli, Aşka Çağrı, Gül Yüreklere Öğretmen Olmak adlı şiirlerini okumanızı salık veririm.
“Gül masalları anlatırdı geceleri annem
Bize
Gül ile bülbülün aşkını dinlerdik
Heyecanla
Bülbülle ağlar, gülle çağlardık
Ferhat ile dağı deler, Şirin ile yanardık
Gül desenli yastıklarda uyurduk
Rüyalarımızı çalan televizyon
Olmadan önce”
Sezgin’in bu dizelerine kulak verelim.
Haydi, televizyonlarımızı kapatıp bu anlamlı kitapları hem okuyalım hem de çocuklarımızla gençlerimize okutalım!