İnsanoğlu fıtratı gereği olumsuz eleştirilmekten pek haz etmez. Hele eleştiriye en çok açık olması gereken şair, yazar, çizer kesiminden çoğunun ortaya koydukları ürünlere yönelik olumsuz eleştiriye tahammülünün olmadığına tanık oluruz. Öyle ki küsenler olur. Bunlara erkekse fularlı entelektüeller, kadın ise küstüm çiçeği diyorum. Hatır gönül uğruna hiç hak etmediği halde eserlerle ilgili methiyelerin düzüldüğüne tanık oluruz okuduğumuz bazı yazılarda. Bunlar olası şeyler tabi. Zaman çarkı değersizi öğütmeyi iyi bilir.
Eleştiri şudur, böyle olmalıdır gibi açıklamalar yapmak değil gayem sadece bir noktaya değinmek istiyorum: “ Eleştiriyi eleştirmek “
Beni bunu düşünmeye iten olay şöyle gelişti: kitaplığımı karıştırırken 02.12.2009 tarihinde alıp bir hayli faydalandığım Kemal Bek’e ait “Şiirden Eleştiriye“ ve “Anlatıdan Eleştiriye” kitaplarını yeniden inceledim.
Metinden hareketle göstergebilim yöntemini de kullanan yazarın değerlendirdiği metinleri yeniden inşa edişini görünce eleştiri severlerin dikkatine sunarak sayfamda paylaştım. Kemal Bey ise eserine yönelik düşünce ve yöntem açısından katılmadığım noktalar olup olmadığını sordu.
Bu çok hoşuma gitti. Bir eleştirmenin eleştiri kitabı üzerine eleştiri istemesi beni düşündürdü. Şöyle bir bakayım dedim. Sadece Kitap Yurdunda şu an 400’ün üzerinde eleştiri kitabı var. Mesela Cemal Şakar’ın “ Hasan Aycın’ın Çizgisi “ kitabı karikatür severlerin okuyup faydalanması gereken bir kitaptır. Öykü alanında, roman alanında, şiir alanında ve daha birçok alanda hâlihazırda eleştiri kitabı mevcut.
Peki, eleştirmen nasıl olmalı ve eleştirmeni eleştirip geliştirecek yöntem ne olmalı? Tüm bu eleştiri kitaplarını eleştiren yetkin bir göz var mı? Bir dönem eleştiri dendi mi akla ilk gelen otorite Nurullah Ataç olurdu. Onun eleştirisi kabul görürdü. Bu dönemin Nurullah Ataç’ı şudur diyeceğimiz biri var mı? Hatta Nurullah Ataç gibi bir otoritenin eleştirilerini eleştirecek bir üst göz var mı?
Kemal Bek’in “ Şiirden Eleştiriye “ kitabında “Taha’nın Kitabı Üstüne Okuma Notları” adlı yazısında şöyle bir bölüm geçiyor:
“ Bir başka deyişle Karakoç’un şiiri, günümüzdeki fast food kültürünün yarattığı, tüketmeyi sindirmek sanan hızlı şiir okuruna göre değil diyorum. Bu şiirin, kendisine ( salt sağcı olduğu için değil ) gerçek anlamda şiir gurmesi olduğu için sadakatle bağlı, az ama öz okura seslenen bir şiir olduğunu düşünüyorum; bu nedenle de kitaplarının çok baskı yapmasının da, her satın alanın bu kitaplardaki şiirleri gerçekten anladığı konusunda gerçekçi bir ölçüt olmadığı kanısındayım.
Karakoç’un şiiri “ albenisini “ sonradan, okurun gerçekten “ beyin teri “ dökerek şairle “ tanış “ olmasından sonra açığa vuran bir şiirdir bence.” (s. 158)
Sanatçıların ürünleri yumurta ise eleştirmen de kuluçkaya yatan tavuk gibi olup o yumurtadan öyle civcivler çıkarmalı ki adeta eseri yeniden doğurmalı. İşte bir eleştirmen “ fast food “ kültürünün eleştirmeni olmamalı. Hızlı eleştirmenlik yerine kuluçkaya yatan bir eleştirmen olmalı.
Ve en önemlisi de bu eleştirmenleri de eleştirecek yetkin bir kitlenin olması.
Eleştiriyle ilgili yazmışken Şule Yayınlarından yeni basımı yapılan Ömer Lekesiz’e ait “Yeni Türk Edebiyatında Öykü”yü de duyurayım buradan. 1890 – 1990 arasından 103 öykücüyü kaleme almış. Faydalananı, eleştireni bol olsun dileklerimle...