Menu
M E V L İ D
Deneme/İnceleme/Eleştiri • M E V L İ D

M E V L İ D

Çıtır çıtır yanan
sobanın yanındaki
divanın üstünde,
ayaklarımı
–bir ölü gibi–
uzatmışım da,
dinliyorum
içli içli
ağlayan
sızım sızım
sızlayan güğümün
ruhuma okuduğu mevlidi.
Tanrım diyorum sen bana
rahmet et emi.

Kaynayan güğümün
ses verişlerini
derin derin
iç çekişlerini
sızlanarak
serzenişlerini
işitirken,
vücûdumu
dinlendiriyor
ve dinliyorum
ruhumu,
ruhumu
sükunetle.
Tatlı iniltilerle
fokur fokur kaynayan
mır mır mırlayan
ağlayıp içi içli
oflaya puflaya
ırgalanıp her yana
aşk ile sallanan,
sobanın üstünden
düştü düşecek gibi olan
güğümcüğümle birlikte
ben de ben de
derinden derine
iç çekişlerle
katılıp mevlidime
rahmet üstüne rahmet
okuyorum kendime.

Uzaksa da baştan
gittikçe yaklaşan
bir uğultu gibi
geliyor güğümün
ağlak ve yanık sesi.
Bir ses ki hatiften
gelir gibi uhrevi
bir ses ki
öyle derin
öyle ince ki
içli bir musiki gibi
sarıyor derinden
ta derinden içimi.
Yorgana bürülü
vücûdum yatakta
sanki uzanmış bir ölü,
bekliyor Sûr’a
üfleneceği günü.

Tanrım, ah
ne kadar da sakinim,
telaşsız, kaygısız ve dingin
din gin din gin din
din din din…
– dinleyerek o sesi
mest eden ruhu,
buluyor huzuru.
Ne tam uyanığım
ne tam uykuda
o sakin sularda
usulca akıyorum
dalgalana dalgalana.
Öpücükler bırakıyor
göğsüme, öpücükler
göğsüme tatlı tatlı
gayet latif bir akıntı
hafif gayet
gayet hafif bir akıntı.
O akıntıyla birlikte
akıyorum ben de
akıyorum gürül-
tüsüz, gürül-
tüsüz
yavaş yavaş
dingince.
Akıyorum
berisinde derimin
akıyorum sessiz
sessiz şırlayarak
derinden
derine akan,
derûna
en derûna
akan sıcak
sıcak kan gibi.
Akıyorum
böylece kendimden
kendime ben
mütemadiyen.
Haberim yok
yok gerçekten
“yılların zulmünden”.
Akıyorum usul usul
uzuv uzuv dolaşarak
kafa gövde bacak
serapa dolanarak
yoklayarak köşe bucak
vücûdumu bir bütün
bir bütün olarak…
Dışarıda kar
dışarıda fırtına,
dışarıda buz
buz gibi bir hava.
Bense, ben
camın ardındayım
–suyun altında–
içerideyim, odada
uzanmışım yatağıma
bırakmışım kendimi
o derin sulara
gark olmaya.
Bırakmışım kendimi
o musikili, ulvi
ve uhrevi akışa,
o saat o sularda o sulara.
Mest olan ruhum
ruhum o sularda
içten içe
fokurdamada.

Kalkmaya mecalim yok
yok çünkü meramım
meramım hiç yok
pencereden bakmaya
dışarıya çıkmaya.
– dışarıda fırtına.
Haberdarım bundan,
haberdar olmasına ya
umurumda mı şu yalan
dolan dünya,
şu dolup dolup
boşalan dünya.
İçerideyim
içerideyim
içeride
daimi bir akışta.
Seyrediyorum
kayıtsız ve ilgisiz,
seyrediyorum
dışarıda olanları
meraksızca
şöyle bir
göz ucuyla.

Zaman duru-
yor şimdi
şimdi zaman
dupduru
bir duruluk ki bu
seyreltiyor ruhu
ruhun yoğunluğunu.
Duru bir ânın
akışında
akıyorum ağır
ağır ağır kan gibi;
akıyorum
içten,
içten içe
dolaşarak kendimi
damar damar bedeni
dolaşan kan gibi.

Ve şimdi
düşüyorum usul usul
uslu bir yaprak gibi,
hafif bir rüzgar
kımıldatıyor bedenimi
seyreliyor bedenim
dağılılır gibi.
Seyrelen bedenim
çözülerek hücre hücre
dağılarak toz gibi
havaya karışıyor sanki.
Havalanmışken böyle
yükselip yükselip de
bu kez hafif bir düşüşle
düşüyorum yere
düşüyorum şimdi.
Hafif hafif
düşüyorum
düşüyorum
düşüyorum
bir yaprak gibi.
Hafif bir yaprak gibi
iniyorum
ağır ağır,
havalanan bir toz
nasıl inerse öyle.
Öpüyorum nihayet
toprağı alnından
öpüyorum
öpüyorum
öpüyorum,
toprağın bağrına
ta bağrına iniyorum.
Topraktanım ya
alıyor toprak ana
beni koynuna
usulcana.
Uslu bir solucan gibiyim şimdi
sıcacık karnında toprağın
sıcacık karnında…
Halsizim,
halsiz ve mecalsiz
yok hiç,
hiç bir talebim.
Koruyan, saklayan
esirgeyen, avutan
toprağın bağrına
sinivermişim
usulcana,
dalar gibi derin
derin sulara.

Artık bitmiş
bitmiş her şey
külliyen bitmiş
bitmiş mevsimler
zaman bitmiş
her şey yitip gitmiş
yitip gitmiş dünya
yalnız bir uğultu
bir uğultu var
kulaklarımda.
– ne sobada yanan
odunların çıtırtısı
ne dışarıdaki
fırtınanın sesi,
kaynayan güğümün
iniltilerine derinden
ta derinden eşlik eden
sanki gaipten gelen
tuhaf bir uğultu bu.
Peki ama
nereden
nereden geliyor
güğümün sesine
eşlik eden bu uğultu
ve neyin uğultusu?
– Sakın kanımın akarken
çıkardığı höpürtü
olmasın bu!

O saat, o sularda
zamanın adeta
dışındayım, dışında.
Çekilmişim
berisine derimin
kendimle halvet,
halvet halindeyim.
Vücûdumun her
noktasına yayılan
tatlı bir hummaya
tutulmuşum da
hafif hafif sarsılarak
uğuldaya uğuldaya
ağır ağır akıyorum
damarlarında kendimin
kendimin damarlarında.

Bu akış, ah
öyle bir haz ki
içinde eridiğim,
öyle bir haz ki
–haz mı acaba–
ömrümce beklediğim
siliniyor bir bir şimdi
camın ötesindekilerin
anıları, hayalleri, izleri
öyle sanıyorum ki
yok artık benim
dünyada bir yerim:
“ben dünyadan değilim”.

İlahi bir şölen bu,
dinledikçe
höpürtüsüne kanımın
eşlik eden güğümün
içli musikisini
hazdan titreşiyor
sermest oluyorum;
aklım şaşkın
gönlüm coşkun
dilim lâl
–yetmiyor kelimeler–
derbest oluyorum.
Kanımın
akarkenki sesine
eşlik ederken
güğümün iniltileri,
titriyor ihtizazla
içimin telleri;
öyle bir hazla
doluyum ki şimdi
dinledikçe kendim
kendi mevlidimi
sevincin ötesinde
ötesinde kederin
serapa özgür
serbest oluyorum.

22 Temmuz ’11 / Kadıköy