Kavruk, kupkuru, aşılmaz dağların, katılaşmış lavların ortasında. Uzak, derin vadinin, susuzluktan kavrulmuş çöllerinde; dudakları çatlamış, ağlamaktan kendinden geçmiş halde bekleyen yavrusuna su bulmak için koşan siyahî kadının, Hz Hacer’in izinden ilâhi yürüyüşe katılmak için sefer başladı…
Karanlık şehirlerin, ışıklı caddelerinden, rengârenk bulvarlarından, ayartıcı kalabalıklarından sıyrılarak; kendini bulmak ve bilmek için çıkılan kutlu seferin bir eridir artık hac yolcusu… Tüm coğrafyalardan, kızgın çöllerden, vahyin aydınlığına, vahdete, Rahman’a doğru bir akış başlamıştır artık…
Hz. İbrahim’in, Hz. Muhammed’in, Hz. Hacer’in, Hz. İsmail’in davetine uymak için dönüşü olmayan yolları adımlar gibi, tüm bağlarından sıyrılarak, sonsuzluğa akar gibi yollara revan olursun…
Lebbeyk! Diyerek düştüğün yollar seni mutlak iyiliğin, mutlak gerçeğin ve mutlak güzelliğin kıyılarına taşıyacaktır. Gittiğin mabet; kutlu yapı, asırlardır, dimdik misafirlerini ağırlar. Köklü, bozulmamış, tahrif olmamış, Allah’ın yegâne evidir Kâbe. Sen oradan Allah’a yönelecek, bulmanın ve bilmenin, şuur saatlerinde teslim makamında olacaksın…
Lebbeyk! Diyerek düştüğün yollar seni, İbrahim’in içli dualarına, Hacer’in teslimiyet yüklü seslenişlerine, İsmail’in dokunulmamış, saf çocuk sancılarına ve en son; Kutlu Mabet’te yankılanmış, Resul’ün yakarışlarına taşıyacaktır.
Kutlu Mabed’in önünde, buluşma vakti, arınma vakti, yeniden dirilme vakti duracak ve yalvaracaksın. Hz. İbrahim gibi, içli yakarışlarla yöneleceksin gerçek dosta. Hz. Hacer gibi terk edilmiş de olsan, yalnız, çaresiz, kimsesiz, yalınayarak, dudakların çatlamış da olsa susuzluktan sen Mabuduna yönel. Sükûn bağışlanmış bir yüreğinle, diriltici sularına tüm inananlarla beraber ak… Durul ve ak… Sonsuzluğa ayarlı, nur ırmağının bir damlası olarak, gözyaşı ol, dua ol, düş ve sancı ol. Ama hep nur ırmağına doğru dupduru ak…
“ Çünkü, İbrahim’e bu ibadet Evi’nin kurulacağı yeri gösterdiğimiz zaman (o’na demiştik ki:) “Bana kimseyi ortak koşma! Ve Benim Mabedimi, onu tavaf edecek olanlar için, onun önünde (Rablerini tazim ve tefekkür ederek) dikilip duranlar için, saygıyla eğilenler ve yere kapananlar için temiz tut!” ( Hacc – 26 )
Sen Hz. İbrahim olmaya, Hz. Hacer olmaya gidiyorsun… Bereketli topraklardasın, meyveye durma zamanıdır. Beden kabuğundan sıyrılıp, ruhunun engin sularında kendini bul ve yaşa… Doğruluğu, erdemi, kardeşliği yaşa. Dol ve taş… Karanlık dünyanın kıyılarından demir alırken, topyekûn bir teslimiyet ırmağının sularına yelken aç… Dualarla, gözyaşları ve teslimiyetle yeni yollardan geçerek, ihramın sana verdiği ayrıcalıkla, tek ve bir Olana yönel…
Yeryüzü sürgünü olarak bastığın toprak; Mekke toprağı. Buralardan Resulullah(s.a.v) geçmiştir. Buralar acılı haykırışların, ambargoların, Hz.Bilâl’in kızgın kavurucu çöllerde, ağır kayalar altında, teslim makamında; ‘ Ehad! Ehad!’ diye seslenişlerinin yankılandığı, çıplak ayaklı çöl çocuklarının topuklarının değdiği diyarlardır. Güzel İnsan, Ebu Kubeys Dağı’nın eteklerinden hani tüm akrabalarına inançla ve imânla seslenmişti. Arayıp bulsan o dağı, eteklerine çöküp, ağlasan, duaya dursan. Çölün üşüten gecelerinden geçerek, senin de ayaklarının değdiği, artık asfaltların örttüğü, bu kavruk yollardan geçerek hani Medine’ye Hicret etmişti. Doğup büyüdüğü, ata yurdunu, ihanetlerin, ölümlerin, yoklukların, gölgesinde terk etmek zorunda kalmıştı. Sen de bir Hicret erisin şimdi. Yurdundan, yuvandan kilometrelerce uzakta ama gerçek yurdunun toprağını adımlar gibisin. Hz. Adem’i, Hz. Havva’yı, inandığın peygamberleri bulmak için bir sılayı rahim duyarlılığla gelmedin mi buralara? Gül Yüzlü Resul’ün izinde olduğunu bilmek ve yaşamak için çıkmadın mı seferlere…
Aynalar yasaktır sana. Çiçekler, böcekler, ağaçlar ve toprak kardeşindir. Hep öyle olması gerekmez mi? Beyaz elbisenle, içini de arıtan ak ırmaklara salarak yüreğini, tavaftasındır. Safa ve Merve arasında say edersin. Hz. Hacer gibi yüreğin yanık, dudakların çatlaktır. Bir nişane gibi bir tutam saçını, bir tutam parçanı bırakırsın senden geriye…
Ömür kıblene, aşk kıblene, varlık kıblene dönersin. Harem Bölgesi’ni, putlardan ve şirkten arındırmak için kendi elleriyle çalışan Peygamber’in izinde, sen de içindeki putlarını yıkarak gelirsin ve sonsuzluk koşusuna katılırsın. Eşya putundan sıyrılırsın önce, sonra evlat putunu elinin tersiyle itersin, makam putunu devirirsin. Putların ne çoktur… Arınmak kolay değildir. Oysa arınarak, durularak, aşkın sulara ulaşabilir, ancak o vakit duru ırmaklar coşkunluğunda akarsın.
Zilhicce aylardan bir aydır. Ama mübarektir. Kutlu günler saklıdır koynunda. Hacc konuktur Zilhicce günlerine. Şimdi sürûr ve esenlik zamanlarıdır. Çölde savaşlar durmuş, kinin ve nefretin tohumları barışın ve esenliğin aydınlık günlerine teslim olmuştur.
Mescid-i Haram, Sa’y, Tavaf, Harem, Arafat, Meş’ar, Mina uğrak yerlerin, nişaneler alacağın, mührünü bırakacağın mekânlar…
Zemzem, çağıldayıp, sonsuz kavurucu çöllerin koynundan bir iman çağlayanı gibi akıp duran ab-a hayat suyu… Ve Kurban, senin Mabuduna sunduğun kefaretin.
Eve dönüş vakti, ihramın hep üzerinde olsun. Börtü böcek, havada uçan kuş, yerdeki karınca dostun, kardeşin olsun. Namazların, Kabe’nin buğu buğu, sonsuzluğa akan ışıltılı gecelerine ve gündüzlerine dönük, kıblen hep Allah’a olsun. Putların kırılmış, şeytanların terk edilmiş, imân Kâbe’nin kalesi daim sağlam olsun. Senin coğrafyanda hep aylardan Zilhicce, giysilerden ihram, mekânlardan Mekke, Medine, olsun… Haccın mebrûr, bayramın mübarek olsun…
(29 Ekim 2011)
1971 Reşadiye Tokat doğumlu yazar Lise ve Üniversiteyi İstanbul’da bitirdi . Kısa süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı. Bağcılar ve Bahçelievler Kültür Mdlüklerinde görev aldı . Pamuk Şekeri Çocuk Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Edebistan Sitesi’nin söyleşi editörlüğünü bir süre sürdüren yazar İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.