Onunla çay içtiğimizde gözlerine iyice baktım.
İkisi de yerinde duruyordu.
Oysa birkaç gün önce onu rüyada tek gözlü olarak görmüştüm.
İlk histe insanın yanılmadığı söylenir. Ne var ki çoğu zaman ilk duyguya yeni bir duygu ekleyerek yeni şeyler üretiriz.
Bu da böyleydi. Aradan kaç yıl geçmişti. Onu ilk gördüğümdeki hislere, ta başa dönmüştüm.
İnsan bu yüzden kendini affedemiyor.
Çünkü güzel, kalbin umuduydu.
Kalp umudundan vaz geçemiyor.
Bu yüzden gerçeğin üzerinden atlıyor insan, çoğu kez.
Eliot demişti: Fazla gerçeklik insana ağır geliyor, diye.
Aslında insan gerçeği gördüğünde onu ilk anda hisseder. Ve çok nadirdir ilk hissettiğine yeni bir şey ilave etmemesi.
İlk bakışın hakikat kaynaklı olduğunu söylüyordu, sufi filozof.
Bakışa bakış ilave edildiğinde eşyanın hakikatinden uzaklaşılıyordu.
Gerçeğe olan tahammülsüzlük insanın en büyük zaafıydı.
Bu nedenle yeryüzünde ilk gördüklerimizin bize korku verip vermediğini sezmeye çalışırız.
Aslında insanların çoğu ilk anda korku verir.
Belki çoğu ‘iyi değildir’ diyebiliriz.
Ve korkunç olan da buydu.
Belki bu yüzden bunca kaygılar içinde yaşamaya tahammül edemiyor ve ilk gördüklerimizin iyi olduklarına dair kalp bir umut besliyor. Ve kötüyü çoğu kez iyi sanıyoruz.
Kendilerini iyi sandırıyor bazıları. Bunda da mahirler.
Ve zaten aldanmaya eğilimli gönlümüz meylediyor hemen.
“Bu evet, güzel bir insan” diyoruz.
Hangi gözü kıvrak bilmez dünyanın ve insanın hallerini.
Biliyor elbet o herkesler.
Bize hiçbir faydası olmasa da ‘güzel’, yine de güzel’dir.
Kalbin var olması yönünde güzel, bir imkân arayışı değil miydi?
Kalp yanılabilir, ama bu yanılgının sanıldığı kadar sıradan olmadığı da görülebilir.
Oğuz Atay’ın haklı olarak dediği gibi: Ne yazık onlara ki duygulu çekingenliği korkaklık, samimiyeti yaltaklanma ve yardımı baskı sayarlar. Ne yazık onlara ki kendilerine açılan saf bir kalbi zaaflarından istifade edilecek, istismar edilecek bir akılsız sayarlar.
Onların geleceği yaratan insanlar arasında yeri yoktur."
Tek gözlüymüş.
Bunu doğruladı.
Şimdi ‘tümünü görmek tümüyle bağışlamaktı’ sözünü anımsıyorum.
Bunu ona ben demiştim. Gözlerine bakarak.
Kısaca “insanın bir mazeret” olduğu ilkesi…
İnsanı, Allah’ın umudu olarak görenler, kalbi de O’nun nuruna mekân olarak görüyorlardı, bunu anlıyorum artık.
Demek ki ‘insan da bir imkândı”.
İyi’nin ve güzel’in imkânı.
Kalbin, her kalpte ve her yüzde bir yanılgıya düşüyor olmasının sebebi de sanırım buydu.
Ne ölçüde teselli verici bilmiyorum, ama hakikate ilişkin her şuur sıçramasının bir yanılgı üzerine kuruluyor olması, kim bilir belki de hayatın en naif ironisi… Öyle ki güzel’e ilişkin yeni duyuşlar bu sayede açığa çıkıyor.
Seni ilk gördüğümde, içimi ‘güzele doğru yürüyüşün güven verici tebessümüyle dolduruyordum. Takındığın bir masumiyet maskesiydi. Onu gerçek sanmaya ne kadar hevesliymişim.
Şimdi ise sen kendini ‘olduğun gibi’ gösteriyorsun.
Ve ben ‘insanın da bir imkân’ oluşunun sırrına eriyorum.
Öfkem, bu sırrın eşiğinde eriyor.
Yeni bir ses’e yükseliyorum.